Güçlü su yönetimi oluşturulması unutturulmamalı! - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Çarşamba, Mayıs 8, 2024
ManşetPoli

Güçlü su yönetimi oluşturulması unutturulmamalı!

 

“Eskiden bu kadar çok hissetmezdim, yaşlanıyor muyuz ki bu sene bu sıcaklar bizi böylesine mahvediyor?”… 50’sini geçmiş bizim kuşağın, şu sıralar karşılaşır karşılaşmaz birbirlerine sordukları ilk soru bu. Bu yılın, hele geçtiğimiz ay temmuzun sıcakları hiç yaşanmamış kadar yüksek geldi hepimize. Sıcaklara karşı korunmada yaşın, yani vücut direngenliğinin  mutlaka bir önemi var ama maalesef gelen ajans haberlerinde, geçtiğimiz temmuz ayında tarihin en yüksek sıcaklığını yaşadığımız söyleniyor. Daha doğru bir deyimle “Tarihin en sıcak temmuz ayı”nı yaşadığımız duyuruluyor..


Haberde şöyle deniyor: “Dünya genelindeki kayıtları derleyen ABD Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) bilim insanları, 2016’da temmuz ayının daha önce en sıcak aylar olarak ölçülen 2011 temmuzu ve 2015 temmuzundan 0.18 derece daha sıcak geçtiğini tespit etti. Bilim insanları, ayrıca geçen ayın 1950-1980 dönemindeki küresel ortalamadan

0.84 derece daha sıcak ölçüldüğünü açıkladı.” Gelen haberler bununla sınırlı değil. Başka bir ABD kurumu olan ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer Dairesi (NOAA), geçen 14 ayın tamamında sıcaklık rekorları kırıldığını açıklamış. 1880 yılından beridir düzenli olarak hava ölçümleri gerçekleştiren bu kurumlar, küresel ısınmanın yeni tür çevresel sorunlarla karşı karşıya kalacağımızı işaret ediyorlar.

NASA’nın baş iklim bilimcisi Gavin Scmidt, son yıllarda arka arkaya sıcaklık rekorları kırıldığını hatırlatarak, “Bu yeni rekor ve diğer tüm rekorlar bize bir tek şey gösteriyor. Gezegenimiz ısınıyor ve bunun gelecekle ilgili bize verdiği mesaj çok önemli” dedi.

 

2050 Yılı 2 Derece Daha Sıcak Yaşanacak !

Küresel iklim gelişimini izleyen tek ülke kuşkusuz ki sadece ABD değil. Küresel ilişkileri olan her ülke ve kurum, bu süreçle yakından ilgili. Geçtiğimiz mayıs ayında bir arkadaşım, İngilizlerin saygın üniversitelerinden Oxford’tan arkadaşı olan bir bilim adamının Kıbrıs’a geleceğini, çalışmalarında ona yardımcı olup olamayacağımı sordu. Beklentileri, birlikte çalışacakları bir konuda bürokrasiye erişim konusunda kendilerine yardımcı olmam. Üzerinde çalıştıkları konu ise, yaşanmakta olan global iklim değişimi karşısında KKTC’nin stratejisi ve eylem planlarının ne olduğunu öğrenmek.

Ön buluşmamızda İngiliz bilim adamı, ayni konu için kısa bir süre önce İsrail-Filistin’i ziyaret ettiğini, her iki taraf yetkilileri ile de görüşmeler yaptığını benzer bir çalışmayı Kıbrıs’ın her iki yakası için de tasarladığını söylüyor. Elde edeceği bulguları önce bir ön rapor, daha sonra ise geniş bir rapor halinde üniversiteye sunacağını söylüyor. Onu, kimlerle görüştürmem gerektiği konusunda doğru bir karar verebilmem için sorgulayacağı konuları biraz daha ayrıntılandırmasını istiyorum. İlgilendiği konuları iki soru ile

özetliyor: 1- 2050 yılında özellikle Akdeniz havzasında hava sıcaklıklarının 2 derece artacağı öngörülüyor. Bu durum karşısında Kuzey Kıbrıs’ta alınan ve alınması öngörülen önlemler nelerdir? 2- Kıbrıs’ta yaşanan savaş ve sonrasındaki iletişimsizlik sonucu doğayı koruma ve özellikle su kaynaklarının rasyonel kullanımı konularında yaşanan zararlar var mı? İngiliz bilim adamı, bizim bu günkü ve geriye dönük orta vadede karar mekanizmalarında bulunmuş bürokratlarımızla bu iki konu üzerinde görüşmeler yapmak istiyor. Birinci soruyu dinledikten sonra doğrusu “şaka gibi” demekten kendimi alamıyorum. Bu adama kim ne anlatabilir diye bir merağa kapılıyorum.

Oxford’dan gelen hoca, üç gün süre ile farklı kimselerle görüşmeler yapıyor ve farklı bölgelerdeki oluşumlara ziyaretler yapıyor. Merağımı yenemiyorum ve eski başbakanlardan birisi ile yapılan görüşmeye ben de kulak misafiri oluyorum. İznini almadığım için kimliğini açıklayamayacağım başbakan, İngiliz bilim adamına ilginç şeyler anlatıyor. Doğrusu savaşların, ayni coğrafyada yaşıyor olsalar bile toplumlara ve doğaya neden olabileceği  zararlar konusunda dinledikçe hayrete kapılıyorum. Anlatılanlar son kırk yılın özeti gibi:

“Adada suyun yönetimi ve doğru yönde kullanımı ile ilgili olarak İngiliz sömürge döneminde oluşmuş yasalar ve gelenekler vardı. En küçük birimi “su destebanlığı” olan yaygın bir su yönetimi vardı. Bu uygulama, Kıbrıs Cumhuriyeti hatta 1974 öncesine kadar devam etti.

Ancak 1974 yılında yaşanan savaş ve kitlesel göçler sonrası, bu deneyim büyük ölçüde zarar gördü. Bu tarihteki büyük göçler, mülkiyet değişimlerine ve buna bağlı olarak özellikle insanların toprağa ve su kaynaklarına yönelik bilgi ve hassasiyetlerinin ortadan kalkmasına neden oldu. Hemen hemen hiç kimse tarım alanlarında yağmur sularından yeteri kadar yararlanma ve erozyonu kontrol altına alma konularında o arazilerin eski sahipleri kadar özenli ve koruyucu olmadı. Suda tasarruf bilinci büyük ölçüde ortadan kalktı.

Savaş sonrası su kaynaklarından yararlanma bakımından Kıbrıs’ın en talihsiz bölgesi Mesarya ovası oldu. Bu bölge hem Kuzey’den hem de Güney’den baskı altına alındı. Güney’deki yönetim, gerek politik nedenler gerekse de ihtiyaçlar bakımından Güney’den gelen ve Kanlıdere üzerinden Mesarya ovasına akan su kapasitesini önleyici önlemler aldı.

Buna karşılık Kuzey’de, Beşparmak Dağları eteklerine yerleştirilen ve sayıları her yıl artan yeni nüfus için, özelde Mesarya’ya gelen su kaynaklarının önü kesildi. Yakın geçmişe kadar sebze, hatta pamuk bile yetiştirilebilen ve zeytinciliği ile anılan bu bölgeler kurak sahalara dönüştü.

İki toplumun işbirliği ile gerçekleşebilecek en kapsamlı proje Yeşilırmak barajı olabilirdi. Ancak kuşkular ve temassızlık projeyi engelledi. Halen yıllık 10 milyon metreküp olarak tahmin edilen su kaynağı, hiç kimseye yaramadan denize dökülüyor. KKTC otoriteleri, bu su kaynağının kontrol altına alınması ve ihtiyaçlı bölgelere tranferi ile ilgili olarak bir dizi kararlar aldı. Türkiye Cumhuriyeti’nin de finansal destek vererek destekleyeceği projeye göre, Yeşilırmak vadisinde bir baraj yapımı öngörüldü. Ancak köylüler, baraj altında kalacak toprakların, köyün en verimli arazileri olduğunu ileri sürerek projeye karşı çıktılar. Uzun tartışmalar sonucu, projenin güney istikametine kaydırılması ön görüldü. Ancak bu defa da barajda toplanacak suyun sınırı aşarak Güney Kıbrıs’a ulaşacağı anlaşıldı.

Projenin ortak bir projeye dönüştürülmesi ve bu su kaynağının ortaklaşa kullanılması yönünde herhangi bir adım atılmadı, proje tamamen iptal edildi.

Güney Kıbrıs’la istekli, hızlı ve verimli bir iletişim oluşturulamaması sonucu, kaynakların verimli hale getirilemediği bir diğer proje Haspolat Atık Su Arıtma Pojesi’dir. Hem Kuzey, hem de Güney Lefkoşa’nın atık sularının bir yerde toplanıp arıtıldığı bu uygulamada, şimdiye kadar 30 milyon Euro harcanıp ileri teknolojik olanaklarla arıtılan suyun, tuzluluk derecesinin düşürülmesi için geçtiğimiz kasım ayında ihalesi gerçekleştirilmesi öngörülen arıtma tesisi yatırımının henüz gerçekleşmemesi sonucu, her yıl arıtılan yaklaşık 11 milyon metre küp su boşa akıtılmaktadır. Bu projedeki yatırım ve işletim masraflarının yüzde 70’i Güney’deki yönetim tarafından, yüzde 30’u ise, Kıbrıslı Türkler adına Avrupa Birliği tarafından karşılanmıştır. Üretilecek suyun 7/3 oranında ortaklaşa kullanılacağı öngörülen projeden henüz yarar sağlanamamıştır.

Kıbrıs’taki siyasi sorunların etkilediği ve iptali yönüne gidilen bir diğer proje de Güzelyurt Kumköy’de denizden su arıtma projesi oldu.

Finansmanını Avrupa Birliği’nin karşılayacağı bu projenin gerçekleşmesi halinde günde 23 bin metre küp ( yıllık 8 milyon metre küp) su elde edilecek ve özellikle Güzelyurt yer altı su kaynakları koruma altına alınacaktı. Ancak ihaleyi kazanan ve tesisin yapımını gerçekleştirecek olan çok uluslu konsorsiyumda Rum girişimcilerin de olduğu ileri sürülerek proje önce askıya alındı, sonra da iptal edildi”

Eski başbakanın özet olarak anlattıkları bunlar. Savaş sonuçlarının insanlara olduğu kadar doğaya da olumsuz etkilere neden olduğunu sergileyen ilginç örnekler. Ancak her şeye rağmen “su tasarrufu” kavramı üzerinde durmak gerekiyor. Oxford’tan gelen bilim adamı özellikle 2050 tarihine vurgu yapıyor. Bu tarihe kadar özellikle içinde bizim de yer aldığımız Akdeniz bölgesindeki iklim şartlarının tehlikeli boyutlarda değişeceği ve bunun için özellikle sınırlı kaynaklardan olan su için şimdiden radikal önlemler alınması gerektiğine vurgu yapıyor. Ancak bizim durumumuzun bu tür hassasiyetlere hiç de uygun olmadığı görülüyor. Büyük paralar ve risklerin göze alınması pahasına Türkiye’den getirilen yıllık 70 milyon metre küp suyun sonsuza kadar bizi idare edebileceği var sayılıyor. Oysa bu projenin fizibilite raporlarında bu suyun bize yeterli olabileceği süre olarak yine 2050 tarihi veriliyor. Çünkü bu suyun 1 milyon kişinin yıllık ihtiyacına denk geldiği hesaplanıyor ve Kıbrıs Türk toplumunun nüfusunun bu tarihe kadar 1 milyona ulaşacağı var sayılıyor. Ancak bu hesapta turizm hareketlerinde olası artış pek de dikkate alınmıyor.

Sonuçta bütün şartlar bizi güçlü bir su yönetimi oluşturmaya çağırıyor.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar