Bir Zamanlar İyi Bir Orman İdaremiz Varmış - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Çarşamba, Mayıs 8, 2024
Poli

Bir Zamanlar İyi Bir Orman İdaremiz Varmış

Kasım ayına girdik ve yağmurlar başlamasa da soğukların artık başlayacağının ilk belirtileri hissedilmeye başladı. Böylelikle herkeste “nasıl ısınacağız?” gailesi de başlamış oldu. Elektrikle mi?

Gazla mı? Yoksa akaryakıtla mı? Hangisine uzansanız ortaya küçümsenemeyecek bir maliyet çıkıyor.


Toplumun en alttakileri ve hiçbir sınırlaması olmadığı için evine konfor amaçlı şömine yaptırmış olanlar, şu sıralar,” acaba bu yıl yakacak odun nereden bulabilirim? Ya da “acaba yakacak odun fiyatları bu yıl kaç para olacak?” derdine şimdiden düşmüşler bile. Bu kesim, ihtiyaçlarını Orman Dairesi’nden ya da yasal odun satıcılarından halletmeyi planlayanlar. Bir de elinde balta ya da motorlu testere ile sağa sola salıp nerede gözüne uygun bir ağaç kestirirse orada işini halleden kişiler var. Bu alandaki otorite yoksunluğu, bu kişilerin sayısının her yıl biraz daha artmasını teşvik ediyor. Otorite yoksunluğunun kendini gösterdiği bir diğer görünüm ise, hem motorlu testere hem de odun sobası satışlarının son derecede serbest bırakılmış olması. 150-200 lira karşılığı odun sobası almış yoksul bir aile, odun bulabilerse odun, bulamazsa “Allah ne verdiyse” onu yakarak üstüne üstlük bir de berbat bir hava kirliliğine neden oluyor.

Peki Kıbrıs’ta elektriğin olmadığı, hatta akaryakıtın enerji kaynağı olarak kullanılmadığı geçmiş dönemlerde ihtiyaçlar nasıl halledilirdi?

Öyle ya! Sadece ısınma için değil, günlük yemek yapma, haftalık fırın yakma hatta yıkanmak için su ısıtma hep odun üzerinden olurdu.

Diyebilirsiniz ki o dönem nüfus daha azdı ama o dönemde de herkes sadece oduna bağımlı idi. Üstelik devir de İngiliz sömürge devri idi.

Yani her şeyin bir kuralı ve usulü vardı. Sonuçta ortada bir otorite vardı. Otoritenin en belirgin sonuçları, Türk-Rum bütün ada sakinlerinin geliştirilen koruyucu yasalara kayıtsız şartsız uymuş olmaları ve herkesin bir taraftan yakacak odun ihtiyacı karşılanırken, öte yandan adadaki orman popülasyonunun artmış olması oldu.

İngilizler Ormancılığı İlk Kuranlar Oldu

O döneme kısaca bir göz atalım.

Üzerinde güneş batmayan imparatorluk olarak anılan Büyük Britanya, diğer sömürgesi ülkelerden bir deneyim elde etmiş olmalı ki, Kıbrıs’ta daha 1901yılında, yakacak odun sahaları kurulmasını öngören “Yakacak Odun Sahaları Yasası” çıkardı. Var olan ormanları yakacak odun ihtiyacı olanlardan koruyabilmek için geliştirilen bu uygulamaya göre, her köy kendi yakacak ihtiyacını karşılamaya teşvik edildi. Zaman içinde her köyün kendi odun ihtiyacını karşılayabileceği ağaçlık alanları oluştu. Bu amaç için Kıbrıs’a hızlı büyüyen ağaç türleri olarak bilinen akakia (akasya) ve efkalipto (ukaliptüs) gibi ağaçlar getirildi.

İngilizlerin 1901 yılında çıkardıkları ve 1949 yılında geliştirdikleri yasaya göre, bir köyden eğer en az on “vergi mukellefi” kaymakamlığa müracaat eder ve “biz yakacak odun yetiştirmek istiyoruz, bize uygun bir yer gösterir misiniz?” diye müracaat ederse, kaymakamlık bu isteği karşılamak zorundaydı. Varlıkları bu güne kadar süregelen ancak şimdilerde amacı dışında kullanılan “Hali araziler” devlet tarafından bu maksatlar için kullandırılırdı. Arazinin çevrelenmesi, fidan dikimi, bakımı, yetiştirilmesi  ve en nihayet çıkan ürünün köylülerin kullanımına verilmesi işlemleri kaymakamlığın yönetiminde, muhtar ve köy ihtiyar heyeti tarafından gerçekleştirilirdi. Ancak bu işlerin maliyeti yine köylüler tarafından karşılanırdı. Kaymakamlık tarafından kişi başına 100 mili geçmemek üzere zaman zaman belirlenen paralarla fon oluşturulur ve koruluk için gerekli faaliyetlerde kullanılırdı.

İngiliz yönetimi, böylesi bir durumda bile popülizm yapmaz, odunların elde edilip tüketicilere dağıtılacağı sırada arazi kira bedeli olarak her aile için 50 mili geçmeyecek şekilde kira bedeli alırdı.

Anlaşılacağı üzere İngilizler, yüz yılı aşkın bir süre önce oluşturdukları bir düzen içinde tıpkı pratsa yetiştirir gibi her yıl köylülerin yakacak odun ihtiyaçlarını karşılayacak koruluklar oluşturmuşlar ve ormanlardaki nitelikli ağaçların yok olmalarının önüne geçmişlerdi.

Odunlar Orman Dairesinden Ama…

Daha büyükçe yerleşim yerlerinin yakacak odun ihtiyaçları tıpkı bu günkü gibi Orman Dairesi tarafından karşılanıyordu. Ancak o dönemin orman idaresi, daha yetkin ve örgütlü idi. Orman memurlarının ormana karşı işlenen suçlar karşısında tutuklama yetkileri bile vardı.

Şimdiki gibi, herhangi bir yerden odun temin edip kamyonetin arkasında veya arabanın bagajında bir yerden başka bir yere taşımak, sonucu bir yıl hapisliğe kadar giden ağır bir suçtu. Üzerinde Orman Dairesi’nin mühürü olmayan odunları bulundurmak veya bir yerden başka bir yere taşımak kesinlikle suçtu. Bahçenizde hatta avlunuzda bile olsa herhangi bir ağacı budamak bile orman idaresinin özel iznine tabi idi.

Bahçenizden budama yolu ile elde edeceğiniz odunların bile idare tarafından mühürlenmesi gerekirdi.

Orman idaresinin hizmet götüremediği yörelerde özel izinle yakacak odun ticareti yapılmasına izin verilirdi. Bu işi sadece lisanslı kişiler yapabilirdi. Ancak özel kişiler tarafından satışa çıkarılan odunlar ya orman idaresinden temin edilir ya da idarenin onayladığı yöntemlerle elde edilmesi gerekirdi. Dönemin yasa koyucularının hassasiyetlerinden öyle anlaşılıyor ki, zaman zaman kötü niyetli kişiler ortaya çıkar ve ya sahte mühür, ya da sahte lisanslarla odun ticareti yaparlardı. Böylesi bir durum karşısında idare hiç toleranslı davranmaz, hile yapanları bir yıla hapis veya para cezasına çarptırırdı.

İngiliz sömürge idaresi döneminde ormancılık faaliyetleri öylesine ciddiye alınmıştı ki, ormancılığın korunup geliştirilmesi için gerekli olacak personel yetiştirmek amacı ile Trodos’ta ormancılık okulu açılmıştı. Bu okulda yetişen teknisyen düzeyindeki personel orman köylerinde görevlendirilir ve her biri görevli olduğu yörede bir orman otoritesi olarak kabul görürdü.

odun1

Akdeniz Köyü Kumlaşmaktan Nasıl Korundu?

Ormancılığın bir mühendislik faaliyeti olduğunun kabul edildiği o yıllarda yapılan bir uygulama dünya ormancılık literatürüne de geçmişti. Bilindiği gibi Kıbrıs’a uğrayan düzenli ve sürekli rüzgarlar kuzey – batı istikametinden, özellikle Aya İrini (Akdeniz) köyünden giriş yapmaktadır. Binlerce yıldır devam eden bu rüzgar faaliyetleri sonucu sahilden kıyıya savrulan kumlar, bu günkü Girne – Güzelyurt anayoluna kadar kilometrelerce alanda yöre topraklarını kaplamış ve yöre kumluk bir alana dönüşmüştü. Zamanla genişleyen ve tarımsal arazileri de tehdit eden bu doğa faaliyetine karşı önlem alınabileceğine inanan dönemin orman idaresi, öncelikle sahilde rüzgara karşı perdeleme olsun diye hızlı büyüyen ve dayanıklı akasya ağaçları ekmiş, rüzgar etkisini azalttıktan sonra da kumlaşmış alana sarı çam ekerek bölgedeki toprak erozyonunu tamamen kontrol altına almıştı. Günümüzde bu yörede seyahat ederken içinden geçerek ilerlediğimiz geniş alana yayılı iyi nitelikteki ormanlık alan işte bu faaliyetin günümüze kadar ulaşan mirasıdır.

Günümüzdeki ormancılık faaliyetlerini yadırgamanın bir gereği yok. Çok kısıtlı olanaklarla bile olsa her yıl on binlerce yeni fidanlar dikiliyor. Ancak var olan ormanların korunması bakımından çok da başarılı olduğumuzu söylemek zor. İdare eskisi kadar alana hakim değil. Giderek daha sık yaşanan orman yangınları ve ormanlık alanlarda keçi yetiştiriciliği ve çam kese böceği zararları ile baş edemiyor.

Orman idaresinin odun ticaretini denetim altında tuttuğu bile söylenemez. Çünkü piyasada satışı yapılan odunlarda artık Orman Dairesi’nin mühürü yok. Böyle bir uygulamadan polis bile haberdar olmamalı ki bunca odun taşımacılığına rağmen polis bültenlerinde “mühürsüz odun taşırken yakalandı” türünden haberlere artık rastlamıyoruz. Her yıl bu zamanlar gazetelere ilan veren bazı kimseler, “siz isteyin biz kapınıza kadar getirelim” diyerek odun satıyorlar. Biraz zorlarsanız zeytin odunu bile alabilirsiniz. Bu satışlar izinli mi? Sattıkları odunları Orman Dairesi’nden mi temin ediyorlar? Yoksa bu işler karışık işler mi doğrusu belli değil.

Ne Olursa Yakılan Odun Sobaları

Orman Dairesi’nin yakacak odun faaliyetleri üzerindeki denetimini kaybettiğinin bir göstergesi de motorlu testere satışlarının denetim dışına çıkmış olması. İthal edilirken ön izin alınması gereken, tüketicilere satılırken de Orman Dairesi’nin izini gereken motorlu testereler, hiç de böyle bir izin alınmadan her isteyen tarafından kolayca temin edilebiliyor.

Bir insan neden motorlu testere satın alsın ki? Belki bahçesinin etrafında çitleri olduğu ve bunları budaması gerektiği için. Peki daha başka gerekçe? Gerekçe üretmek zor. Buna rağmen, Lefkoşa’da bahçe malzemeleri satan bir mağaza yöneticisi bize, günde en az bir tane motorlu testere sattığını söylüyor. Dayanıklı bir alet olduğu ve sadece bir mağazadan yılda 300’ü aşkın adet satıldığı dikkate alınırsa piyasada bu testerelerden gereğinden fazla bulunduğu anlaşılıyor.

somine

Evinde şöminesi ya da odun sobası bulunan bir kimse, eğer motorlu testeresi de varsa, mutlaka odun ihtiyacı olduğunda piknik niyetine ağaçlık bir alana gider ve kaşla göz arası kendi odununu kendi temin etme yönüne gider. Eğer Lefkoşa Surlariçi’de yaşayan çoğu yurttaşlar gibi; elektrik parasını ödeyemeyecek düzeyde çok buluyorsa, 150-200 lira ödeyerek ilkel bir odun sobası alır, motorlu testere alamaz ve pikniğe de gidemezse, Allah ne verdiyse, eski ayakkabı, plastik yanıcı malzemeler gibi ne bulursa yakmaya başlar ve bölge nefes alınamaz dayanılamaz bir hal alır. Önümüzdeki aydan itibaren gazetelerde okumaya başlayacağımız “nefes alamıyoruz” türü  hava kirliliği haberlerinin hikayesi bu. Birilerinin önlem alması gerekiyor. Bu gidişle hem sağlıktan hem de çevreden sorun yaşayacağımız anlaşılıyor.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar