Refikim Ferdi Sabit Soyer geçen günkü “Crans-Montana Hatice Ve Netice” başlıklı yazısında şöyle diyordu: “Ha, ben Hatice’ye değil, neticeye bakarım diyen ve neden, niçin, soruları ile uğraşmadan bir noktaya varmak isteyenlere söyleyecek bir sözüm olamaz. Ancak bilinmesi gerekir ki Hatice’yi sevsen sevmesen veya onu önemsemesen de gelişecek olan bir netice muhakkak çıkar. Yani Hatice var olduğu sürece netice; sarı, kumral veya siyah saçlı muhakkak doğar…”
DOĞRU da bu doğum için bir “Hatice” varsa, tabi ki eşyanın tabiatına zıtlık olmaz, “Netice”nin doğması için mesela bir de “Halil’e ihtiyaç yok mu?
Üstelik bir sorun daha var. “Önce ‘birleştirip’ mi doğurtacaklar yoksa everdikten sonra mı? Kaldı ki gene yetmez: “Hatice” elbet “Netice”yi doğuracak da kumral, sarışın, sarı, siyah beklerken ya felçli doğarsa hatta ölü!
ANLIYORUZ iki halk bu adada var oldukları sürece “çözümden kaçamazlar” çözüme mecburdular.
Fakat ortada Rum’u çözüme zorlayacak bir “Hatice” yoktur! AB’nin aptallığı yüzünden Annan planına “hayır” diyen Rum’u AB’ye üye yaparlarken Türk halkını da Kuzey’e hapsederek ve ambargoların tutsağı haline getirerek müzmin bir “çözümsüzlük” ortamı yarattılar, müzakereleri de bu “ortamı” izole edip temizlemeden üzerine oturttular! BUNA karşın yine de diyoruz ki “çözüm önce Yunanistan’la Türkiye arasında gerçekleşirse olur. Ha gerçekleşmeden olursa da olur ama ne zaman TC ile Yunanistan bitmez tükenmez dalaşlarda karşı karşıya gelseler, buradaki federasyon depreme tutulmuş gibi sallanır başımıza yıkılır! Çünkü nedir çözümün asıl felsefesi? Hatice ile Halil’in sağlam ve kalıcı bir izdivaç yapmalarıdır. Ki Papadopulos buna “fonksiyonel” derdi. Eee, dünürler ikide birde birbirlerine girerlerse öylesi bir evlilik sağlık afiyet içinde sürdürülebilir mi?
KALDI ki bu müzakereler Cenevre’de bitmişti! Norveçli Eide gibi biri olmasaydı yine başlamazdı! Allem gallem etti BM’ler Genel Sekreteri Guetteres’in fikrini çeldi, liderlere New York’a davet çıkarttı, beşli konferansı gerçekleştirdi!
Çünkü adam ülkesinde seçimlere katılacakmış. Es kaza Kıbrıs sorununun çözümü gibi büyük bir olayı başarırsa, varın düşünün memleketindeki seçimlerde oylar nasıl yağar adına.. Tabi olay “bizimkiler” için de geçerli!
Her neyse “ben Hatice’ye değil, neticeye bakarım ki çok da umutlu değilim!”
SİBER’İN ÇAĞRISI VE HUKUKU TEPELEYENLER!
Önce “haklının” hakkını teslim edelim. Ne kadar başarabildiği tartışmalı da olsa Sibel Siber Meclise işlerlik ve ciddiyet kazandırmak için epey çaba sarf ediyor.
Nitekim geçtiğimiz günlerde gazetelere de haber ve yorum olan bir Tv. programındaki konuşması son günlerin kaotik ortamı içinde dikkate alınacak “ders” niteliğindeydi. Mesela diyordu ki Siber, “KKTC bir hukuk devletidir. KKTC’yi yaşatmak sadece atılacak nutuklarla değil, yöneticilerin hukukun üstünlüğü, sosyal adalet ilkelerine de sahip olmaları gerekir…”
Son günlerin tartışılan konuları nedeniyle hatırlatıyordu “hukukun üstünlüğünü!” Ve son günlerin yoğun tartışmalarına neden olan “arazi kiralama” olaylarına değinerek, “Başsavcılıktan görüş istediğini bu görüşü de hükümete ilettiğini” söylüyordu. Kısaca “turizm amaçlı arazi kiralamalarında sosyal adaleti zedeleyecek uygulamalardan kaçınılması gerektiğini” vurguluyordu.. Bir arazinin eşdeğer kapsamından çıkartılmasının sadece kamu yararı yatırımlar için mümkün olabileceğini anayasanın 159. Maddesi ile hatırlatıyordu..
Ve şunu da ekliyordu: “Ülkede yaşayan insanların yaşam kalitesinin yüksek olması için her bir bireyin kendini güvende hissetmesi gerekir. Devlet olanaklarından yaralanmada yurttaşlar arasında ayırım gözetmeksizin sosyal adalet anlayışı ile hareket edilmeli…”
FAKAT biliyoruz ki memleketimiz “sosyal adaletle” değil, “popülizm ve partizanlıkla” yönetilmektedir! Bu, “seçimlerde sandıklara atılan oylarla” ilgili bir açmazdır! En basitinden bir UBP-DP iktidarının CTP mensuplarına, yahut CTP iktidarının UBP yandaşlarına hukukun üstünlüğü ile sosyal adalet gözeterek olanaklar sağlayacağını düşünmek bile mümkün değildir! Kaldı ki bizatihi seçim kampanyasını şekillendiren ve sandığa atılacak oyları direkt olarak etkileyen “aş, iş, kredi, atama, makam, kıyak” gibi vaatler değil mi?
İşte hukuk bu nedenle tepeleniyor! Anayasa bu nedenle çiğneniyor! Devlet arazileri bu nedenle “partililere” kiralanıyor.. ANCAK tüm bu adaletsizlikleri, kendilerine de çok lazım olduğu için adalet isteyen insanların bireysel çıkarlarına yönelik talepleri yaratmaktadır! Memleketin sosyoekonomik mekanizmasını siyasi iktidarlar manzumesinde gittikçe çirkinleşen bir “arz-talep” haline getirdiler! “Hukuka aykırılığı” devletin irade ve gücüne yaptırtanlar, aslında yıkıp harap ettikleri virane düzenlerin altında kalıyorlar ki sonra dönüp bizzat eserleri olan o düzenden şikâyet ediyorlar!
Ha “düzelir” miyiz? Belki bir çözüm olasılığında ama ona da “bugünün kapkaç ve hama huma sistemlerine alışmış mütegallibe yanaşmaz!
KISACA TAKILDIĞIM. HEPİMİZE İLKYARDIM BİLGİLERİ GEREKLİDİR.
Bir üniversite öğrencisi kızımız Nuşura Çevik denizde yüzerken dalgalara kapılarak boğuldu. Yardıma hemen koşanlar kızı denizden çıkardılar fakat ölmesini önleyemediler.
Bilir misiniz; İngiliz döneminde hatta sonraları ilkokullarda bile İlkyardım ders ve kitapları vardı. Kırıklara, çıkıklara, yılan ısırmasından arı sokmasına, boğulmalara kadar ilk müdahalenin nasıl yapılacağı, üstelik pratik gösterilerle öğretilirdi.
Tarım dersleri gibi o da kaldırıldı atıldı. Oysa örneği yaşanmıştır, denizde boğulduğundan duran kalbini çalıştırmak için bir saate yaklaşık süre ağız ve göğse nefes ve ellerle sürekli müdahalelerde bulunarak kurtarılan insanlar vardır. Tabi orada neler olduğunu bilmiyoruz. Söylemek istediğimiz “ilk yardımın” herkese lazım olduğudur. Belki bu konuda eğitimli olan biri Nuşura kızımızı kurtarabilirdi… Okullarda ne öğretiyorlar tam bilmiyorum ama “yaşamı, doğayı” öğretmediklerini iyi biliyorum!