BİR EV DAHA ÇÖKERKEN - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cumartesi, Mayıs 11, 2024
Köşe Yazarları

BİR EV DAHA ÇÖKERKEN

Ahmet OkanAhmet Okan

Kapısına çoktan kilit vurulmuş, içinde yaşayanlar çoktan oturdukları yeri terk etmişlerdi.

Bulunduğu kent baştanbaşa değişirken, tek başına ayakta kalmaya direniyordu.


Belki bir gün kapısı açılacak, eskiden olduğu gibi odaları hayat bulacak diye düş üstüne düş kuruyordu.

Kaç mevsim geçmiş; kaç kış, kaç yaz, kaç ilkbahar ve kaç sonbahar sayamamıştı.

Kapıları, odaları, panjurları ve pencereleri yorgundu.

İnsan boyunu yetişen diken ve otların arasında kendiliğinden biten palmiye, akasya ve incir ağaçlarının kolları evi yutacak gibiydi ve ağaçların tepeleri göğe tırmanır gibi yükselmişlerdi avlunun içinde.

Bir kışa daha dayanacak gücü kalmamıştı ve an geldi bulunduğu yere çöküp kalıverdi.

Toprak kiremitler, kerpiç duvarlar, ahşap pencereler ve ahşap mertekler ayaklarının dibine yığıldı birdenbire.

İki katlı hanaylı evin avluya açılan kemerli duvarı kaldı geriye bir tek.

Kemerli duvarın alçıları düşmüş, içinde tahta kalıpları görünüyordu.

Eski günlerinden eser kalmayan Reşadiye Sokağı bir evini daha kaybetti böylece, diğer sokaklar gibi…

Kim bilir kaç nesil gelip geçmişti içinden, loş odalarında cıvıl cıvıl çocuk sesleri; aydınlık avlusunda bin bir çeşit çiçekler çoktan hayal olmuştu…

Karar vericiler böyle istedi böyle oldu mu diyelim bilemiyorum…

Tarih 1 Aralık 2019.

Vakitlerden gecedir,

Dışarıda yağmur, pencerem kuşlar kadar sırılsıklam.

Sanki yağmurla birlikte içime çökmüş o hanaylı ev; yer gök ve her yer paramparça…

Böyle yağmurlu gecelerde henüz Salepçi yollara düşmeden, evler kış tertibatını çoktan almış olurlardı.

Eğer karartma gecelerinden biri değilse televizyonlar da gösteriyor demekti parazitli de olsa.

Her ev geceyi nasıl geçireceğini bilirdi.

Günlerden cuma ise Türk filmine hazırlık yapılırdı.

Mangallar yakılır, ızgaralığa kabukları bir bıçak marifeti ile yarılmış kestaneler konurdu.

Evin kadını üşenmezse simit helvası da yapılırdı.

Neneler torunlarına masal anlatır; bazan da küçükler okulda öğrendikleri şiirleri okurlardı bağıra çağıra; ikinci oktavdan ince sesleri yağmurun gürültüsüne karışırdı.

Yağmurun aralıksız yağışına aldırmayan salepçi, yevmiyesini çıkarmak için yollara düştüğünde salep alacak olanlar cam bardaklarını, ki o zamanlar bardağa kadeh denirdi, hazır tutarlardı, salepçinin sesi işitildiğinde çocuklar heyecanlanırlardı, muhtemel salep içmeden yatağa girmeyeceklerdi…

O günleri anımsadıkça Orhan Pamuk’ un bir romanındaki bozacı aklıma gelir.

Bozacının hayat hikayesi aslında İstanbul’un da hikayesiydi bir başka yönü ile.

Biz de salepçi derken aslında bu talihsiz kentten bahsetmeye çalışıyoruz…

O çöken evde yaşayanlar da salepçiden salep almışlar, televizyonlarının karşısına geçip kestane eşliğinde filmler seyretmişler,

O evde de büyüyen çocuklar şiirler şarkılar okumuşlar,

Ve her ev gibi o evin her köşesinde de bir zamanlar hayat fışkırırdı biz bu kenti ve o sokak ve evleri yüzüstü bırakmazdan önce…

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar