KÖŞEMDEN:
“Anı” yaşarken “bilirsiniz..” Çünkü ellersiniz, görürsünüz, işitir, hisseder, tatarsınız..
Bu duyumlar insana mahsustur, çünkü insan “akıllı mahlûktur.” Bu nedenle “kaderi” alın yazısı değildir! Kendinin tayin ettiği “geleceğidir.”
Bu nedenle insanlar “beşikten mezara kadar” öğrenirler.. Ki klasik örneğinde ifadelendirilirse demiş ki Sokrates “bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir!”
Doğrudur! Bilgiye erişmek kadar o erişimi geleceklere uzanan hayatlarımızın “mefkûresi” yapmak da çok zordur! *****
İNSANLIK bu nedenle “okullaştı..” Daha beş yaşına gelmeden küçücük çocuklar bu nedenle okuma yazma öğrendi..
Bu nedenle yetişen çocuklar için “geleceğin büyükleri” dendi..
Ki bizlerden sonra KKTC’i bugünün çocukları devralacaklar.
İşte asıl bu “aşamada” seslendirilmelidir o söz: “To be, or not to be!” “Olmak yada olmamak! İşte bütün mesele budur!”
Ki bizim kuşak 20-30 yıl önce devrettiydi yetki ve sorumluluklarını arkadan gelen kuşağa..
Şöyle ki yirmi otuz yıl sonra da bu kuşak devredecek kendi çocuklarıyla yetişen yeni kuşaklara: “Vatanı” tabi..
*****
YILLAR yıllar önceydi. Mağusa’nın iki buçuk kemerli Osmanlı hanından bozma toprak damlı evinde henüz okuma yazmayı öğrenmeye çalışırken, liman amelesi (hammal) rahmetlik pederim, sofraya oturmadan önce, “aç bakalım ellerini” der avuç içlerimi koklardı. Eğer sabun kokmazsa kaşlarını çatar, eliyle hafif bir fiske vururdu başıma..
Başımı eğer gider ellerimi sabunla yıkar sofraya öyle otururdum..
Rahmetlik babam için bu sofra adabının olmazsa olmazı haline gelen el yıkama zorunluluğu büyük kaygıların sonucuydu..
Çünkü o yıllarda trahomdan sıtmaya, veremden tifoya kadar çoğu zaman insanları bazen hayattan da koparan hastalıklar vardı.. Çoğu hijyen sorunlardan kaynaklı bulaşıcı hastalıklar… *****
PEDERİM “işitip öğrendiğince” bilirdi ki “hastalıkların asıl nedeni pisliktir!” Bilirdi ki hastalık yapan mikroplar pis ortamları sever pis ortamlarda çoğalıp yayılırlar..
Tabi babam bu kadarını bilirdi. Çünkü okuma yazmayı bile zar zor becerirdi. İlkokulu bile doğru dürüst okuyamadan kendini fukara ailenin çalışan bir ferdi olarak bildi..
Mikropları, hastalıkları, nedenlerini izah edemez “doktorlar bilir” derdi..
Fakat yetişmekte olan oğluna ne biliyorsa aktarır, üstelik uygulanmasını da isterdi..
Temizlik tertip gibi.. Derslere çalışılması gibi.. Oyun saatleriyle ders saatlerini birbirinden ayırmak gibi.. Asla yalan söylenmemesi, hiçbir arkadaşıma tek fiske bile kondurmamı yasaklaması gibi.. (Çünkü derdi, “ben onu bunu dövmekten dolayı kısa süreli de olsa çok hapse girip çıktım..)
Pederim hamaldı ama “doğru” bildiği ne varsa bana öğretmeye çalışırdı..
“*****
YILLARI hiçbir cismin, aracın gerecin, füzenin, uzay mekiğinin geçemeyeceği; o büyük ve göz kapatıp açmaktan bile kısa süreli “düşünceler mucizesinde” geçip; elan dediğim “zamanımıza” dönüyorum.
Ve diyorum ki “çocuklarımız, gençlerimiz ne kadar iyi yetişirlerse, “gelecekler” o kadar “bizim” ve “güzel olacak..”
Peki ama çocuklarımızı gerçekten gelecekleri kucaklayacak, Türk halkının adadaki varlığının güvencesi olacak bir eğitim ve öğrenim bilinciyle mi yetiştiriyoruz?
*****
LİMAN işçisi (stevador) pederim için çocuğunun okuyup “adam” olması çok önemliydi.
Fakat ondan önemlisi, yetişip toplum katlarında yerini alırken her şeyden önce “iyi bir insan” olması da önemliydi..
“İyi insan” ise onun için yemek yemeden önce ellerini yıkayan, büyüyen saçlarını zamanında kestiren, burnunu karıştırmayan, oyunla çalışmayı birbirinden ayıran, iyilik yapmasını seven, insanlar kadar hayvanları da seven, “pahıl” çağırmayan (sövme) şükür denmesini… Bilen insandı..
*****
BUGÜN o “dünden” gelen bir yurttaş olarak “yarını kucaklayacak” çocuklarımızın nasıl yetiştiklerini izlemeye çalışıyorum. Tabi ki artık koskoca dünyayı ceplerindeki bir telefona sığdıracak gençlerimiz…
Belki karanfil ile Gül’ü, çam ile selviyi birbirinden ayıramayan bir nesil yetişiyor ama bir yandan da dünyanın tüm bilgilerini bir “tık”la önüne akıtıp öğrenebilecek bir nesil bu..
Dershanelerden dershanelere koşan, yemeğini ayakta yiyebilen.. Baba nasihatleriyle değil, okul ve çevresel etkilenmelerle şekillenen.. Naif olmak yerine hırslı olması gerektiğini bilen..
Ve hayatı “zayıfların” değil, “güçlülerin” kazanabileceğine inanan bir nesil..
Gelecek bu “gençliğindir.” Ve gelecekte elbette ki büyük başarılar, kazanımlar, gelişmeler olacak ama..
Bir toplumu var eden “hasletlerin” ruhu” olacak mı bilemiyorum! Mesela “sonsuz vatan sevgisinin!”
Yoksa “karınların doyduğu yer mi olacak vatan?” Bilemiyorum…