İnal Bilsel ve Kayıp Cennet - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cumartesi, Mayıs 11, 2024
Poli

İnal Bilsel ve Kayıp Cennet

İnal Bilselİnal Bilsel

Rahme Veziroğlu

İki yıl süresince gelişip, dönüşen “Tales from the Future” (Gelecekten Masallar) isimli, görsel ve işitsel canlı performanslarında yarattığı “kıyamet-sonrası” senaryo ile bugün yaşadıklarımız ve geçmişten getirdiklerimizle bizleri yumuşak bir zeminden yüzleştiren İnal Bilsel, yeni bestelerini “Paradise Lost” (Kayıp Cennet) isimli projesiyle 26 Nisan Salı akşamı saat 8:30’da, “bod-rum” isimli mekanda paylaşacak.
11 Hasane Ilgaz Sokak’ta, AB Bilgi Merkezi’nin alt katında yer alan “bod-rum”, yeraltı alanının etkinliğe göre dizayn edildiği değişken bir mekan… Müzik ve performans deneyiminin alışılmış kalıplarına bir alternatif sunmayı da amaçlayan proje, İnal Bilsel’in ‘Royal Holloway, University of London’da devam ettirdiği doktora tezinin de bir parçası olma özelliği taşıyor.
Etkinlik öncesi İnal’la yaşamı gördüğü farklı mercekler ve yaratım süreçleriyle ilgili samimi bir röportaj yaptık.


Rahme: Çocukluğunla şimdiki sen arasında nasıl bir bağ var?
İnal: Çocukluktan bugüne insanların hep dönüm noktaları vardır ya, o karar anları, o noktalara dönüp baktığımda karar verdiğim, gitmeyi seçtiğim yönlere dair hep bir pattern olduğunu keşfettim. Bunların hepsinin anlamlı bir bütün oluşturduğunu gördüm.

R: Peki bu dönüm noktaları arasından kendi kişisel hikayen içinde en net kırılmaları yaratanlar var mı?
İnal: Üniversiteye girişlerde tercihler var ya, mesela ben sadece müzik yazdım. Üç tercih vardı, diğer ikisini boş bıraktım. Doktoraya ilk başlayacağımda tek bir üniversiteye başvurdum, çünkü sadece onu isterdim. Normalde napar insanlar, bir sürü başvuru yapar ve kazandıkları arasında tercih yapar. Seçim aşamaları benim için hep kolay olmuştur. Kararsız olduğum anlar da olur tabi ama çoğu zaman çok net görürüm yolları.

R: Bir sürü farkındalıkla sosyal olmak zor bir koşul olabilir. Yani bu anlamda nasıl tanımlayabilin insanlarla olan ilişkini?
İnal: Farklı bir yerden girecem ama sonuç olarak oraya bağlayacağım. Sen bilin heralde, çok fazla bilim-kurgu yazıları, görselleri kullanırım.
En sevdiğim yazarlardan biri Philip K. Dick’tir. Sosyolojiyi bilim-kurgu kılıfından geçirerek yazar. Uzay gemilerini ya da teknolojiyi anlatmak yerine, sizi bir çağa götürür ve o çağda, o dünyadaki insanlar nasıl davranır noktasından yazar herşeyi. Ben da, düşüncelerimde onunla birçok paralellik gördüğüm için, birçok kitabını okudum.
Üzerimde çok etkisi oldu. Doğrudur, bayağı gözlemci biriyim. Küçüklüğümden beri gözlemci oldum, hiç katılımcı veya önde duran, haykıran biri olmadım, geride durup inceleyen, ortamı absorbe eden bir karakter oldum. Dışardan da hep öyle pasif göründüm. Sanki da fikri olmayan biri gibi. Ama var. Sadece, fikirlerimi çok yüksek sesle, çok açık şekilde söylemeyi seven biri değilim. Gizleyerek söylemeyi, farklı bir şekilde, başka bir kılıfa sokup söylemeyi tercih ederim her zaman. Bilim-kurguyu da bulunca, hah tamam dedim, bana hitap eden bana güzel gelen bir ifade şekli. Böyle olunca da ona yönlendim.

R: Peki bu bilim-kurgu dünyası, karamsar bir dünya mıdır, iyimser midir? Senin müziğinde ben o iyimserliği hissederim, umut veren bir hissiyat var. Performanslarında da herkesin o hissi paylaştığını gözlemlerim, birbirine tanısa tanımasa gülümseyen dokunan insanlar, hep birlikte senin oluşturduğun dünyaya topluca katılma hali var. Bunun esin kaynağı nereden gelir?
İnal: Post-apocalyptic (kıyamet-sonrası) bir dünya düşün. Herşeyin yok olduğu, insanların hayata tutunmaya çalıştığı. Savaş olabilir, bir nedenden, önemli değil o nokta. Hayali bir şirket oluşturdum. “Sim-tape”…
O şirket insanlara kaçış sunar. Onun özel bir cihazı var. O cihazı satın alın ve kaset satın alın. Her bir kaset, sana dünyanın güzel olduğu bir dönemden bir deneyim yaşattırır. Bunun içine giren ve bilinçdışı bir halde, hayal görme haline giren ve sana hafıza eklenir.
Gerçekten bunu yaşamışsın gibi hisseden. Mesela “First Date” diye bir parça var, onda biriyle ilk romantik buluşma hatırası var. O deneyimi, o duyguları yaşan. Ve aslında nedir, işte kötü olan birşeyin içinde pozitif bir deneyim yaşamaya çalışın. Dış dünya yok denecek haldedir ama sen orada başka bir çaren olmadığı için bu şirkete gidip, bu kaseti alarak bu deneyimi yaşan. O yüzden iyimser yanı böyle bir noktadandır.

[newsbox style=”nb6″ title=”POLİ 280″ display=”tag” tag=”280″ number_of_posts=”3″ sub_categories=”no” show_more=”no” post_type=”post”]

R.: “Tales from the future”da (Gelecekten Masallar) yarattığın bu gerçeklik artık bitti?
İnal: “Tales from the Future” iki senelik süre içinde gelişti, dönüştü, şekillendi ve gitgide bu anlattığım dünya haline geldi. Şimdi ise sıfırdan yeni bir müzik seyahatine girdim. Ama yine bu bahsettiğimiz dünyada olacak olan bir şeydir. Çok da uzak değil ondan. Bu şey gibi, bir yazar bir dünya yaratır ve bir seri kitapta bunu anlatır. Konu, karakterler farklı da olsa o dünyanın içinde geçer. “Paradise Lost”da (Kayıp Cennet) da, gene aynı şirket bu sefer sana çocukluğunu tekrar yaşamayı veya bazı anılarını tekrardan canlandırmanı, anımsamanı sağlar.

R: Daha kişiselleşmiş bir noktadayız bu sefer?
İnal: Evet, aynen öyle. O yüzden müziği de biraz daha melodik, daha romantik gibi, daha naïf, daha masum yapmaya çalıştım.

R: Sence, topluma daha genel olarak baktığında, çocukluktan yetişkinliğe geçişte neler kaybolur? Yani daha masum, daha naïf dedin.. Bunları kaybederiz sanki, ne olur o geçiş aşamalarında, ne gelir başımıza? Sen bundan kendini nasıl korun, koruyabilirsen? Bilim-kurgu var,başka yöntemlerin da var mı?
İnal: Hayal gücü… En önemli nokta o galiba. Bu soruyu da başka bir noktadan girip öyle cevaplayım. “Paradise Lost” isminden alayım. Zaten isim de kayıptan bahseder. Paradise(cennet) da herkes için farklı anlam ifade eder. Kimisinin aklına yeşillikler, kimisinin aklına palmiye ağaçlı plajlar gelir vesaire. Orada ne olursa olsun bir dokunulmamışlık var. İnsanın kirletmediği bir dünya. Çok yere çekilebilir “Paradise” nedir, nasıl bir yerdir, kimse bilmez sadece onu hayal edebilir. İlk başta “Innocence Lost” (kayıp masumiyet) diye düşündüm ama paradise’ın çokyönlülüğü, çok katmanlı olması, kişiselliği daha anlamlı geldi bana. Neyi kaybederik büyürken? Hayal gücünü gitgide kaybederik bence. Gitgide herşey odaklanır. Küçük bir çocuğun hayal gücü büyüdükçe, daralır, daralır ve kendimizin yarattığı bir realite olur ve sanki onun dışında hiçbir şey yokmuş gibi gelir. Çok dar bir yerdir o bence. Hayal gücünün kaybolması çok tehlikeli.

R: Kopukluk… Benim aklım sürekli dönüp dönüp umut noktasına gider, umut kaynaklarına, herkesten çıkabilecek umut noktaları… onu bulmakta çok zorlanırık şimdi, çünkü çok az insan hayal etmeye devam edebilir bu şartlarda, belki biraz da o açıdan tehlikeli. Peki senin kişisel olarak bu noktada çocukluğuna yönelmenin nedeni nedir?
İnal: Üç-dört ay önce Londra’daydım. Bir arayış içindeydim. O zamanlarda da galiba biraz usandıydım, o çocukluğa gidip gelmeler fazla mı geldiydi, birşeylerin cevabını orada aramalar, öyle bir durumdaydım. Bazı şeylerin artık kopmasını istedim. Sürekli aklımın oralara gitmesini, oraları düşünmekten yorulduğum ya da istemediğimden belki. Bunları unutmak ya da bastırmak yerine, üstüne gideyim, bununla ilgili birşey yaratayım dedim ve belki böyle bir kopuş olur.

R.: Ürkütücü bir faktör var galiba bu sette? Daha dinlemedim ama duyduklarımdan öyle bir izlenim aldım. Çocukluğumuzun da büyük bir gerçekliğidir galiba bu, herşey çok yenidir, bağ kuramayız, anlayamayız. Bir sürü korku faktörcükleri var. Tabi bilim kurgu da da olagelen bir faktördür galiba.
İnal: Bak bu şey korkunç değil mi sence? Cihazın içindesin ve küçüklüğünü yaşan ama aslında yaşaman. Bu olduğu gibi korkunç birşey zaten. Onu yakalamaya çalışırım. Bu güzel bir şey ama bir taraftan da hiç değil.

R.: Müzikte şimdi biraz daha romantik, daha naïf şeyler de var dedin. İsmine baktığımızda da kayıptan bahseder. Kaybedilen şeyleri geri kazanma yolları olduğuna inanırmısın? Bunu sosyolojik bir soru olarak alabilin istersan.
İnal: Çok derinlerde bir Kıbrıs var burada. Sadece benim çocukluğum değil, sonuçta çocukluğum Kıbrıs’ta geçti. Buradaki realitede yaşadım. O yüzden o bahsettiğim belgeseli aradıydım, Kıbrıs’la bir bağlantılandırmak istedim bazı şeyleri.
Değişen değerler, kaybolan değerler, birşeyler kaybolurken başka şeyler ortaya çıkar tabi iyi mi kötü mü tartışılır. Ama mesela insan ilişkileri dedik, çok değişti, benim için o bir kayıptır mesela. O aidiyet, beraberlik hissi kayboldu. Bizim dönemimizde belki da başladıydı bu, bizden öncekilerden da bayağı bir fark var. Gitgide yok oldu. Doğa da aynı şekilde. Evimin karşısında dağları görürüm, gitgide yok olur. Yani ismin anlamında tabi ki bunların da etkisi var, sadece hayal gücümüzün değil bu değerlerin da bir yandan kaybolması.
Tabi tartışılabilir. Kaybolmak ne demek? Bir şey kaybolurken başka bir şey ortaya çıkar. Form değiştirir heralde ama… işte insan hali heralde nostalji, eskiye olan bir bağ. Şahsi fikrim kayboldukları üzerindendir. Kendi üretimimizin de kayboluşu var mesela. Benim için çok motive edici bir faktördür üretmek. Bu koşullarda özellikle daha motive edicidir galiba. Hiçbir zaman Kıbrıs adına Kıbrıs için birşey üretme motivasyonum olmadı, evrensellik daha ön plandadır benim için. Sadece deneyimlerimi, yaşadığım dünyayı anlayıp, anlatmaya çalışırım. Anlatma değil de oradan beslenirim diyeyim.

inal1
İnal Bilsel

R. Peki performanslarında neden bu değişik sunuş biçimlerini tercih eden?
Küçüklüğümden beri en sevdiğim şey, resim çizmekti, karakterler yaratmak, kendi çizgi romanlarımı yapmaktı. Sanırım o görsel yan hep kaldı bende. Müziğe başlayınca da, eğitimini alıp müzisyen olma yoluna gidince da, o da benimle hep bir yerlerde kaldı. Kimi insan için müzik tek başına kendi derdini anlatan birşeydir. Bana yetmez diyeyim. Bazılarına öyle olabilir, tamam, güzel. Ben isterim onun altını daha da doldurayım, doldurduktan sonra görsellerle sunayım. Konsere gelenlere bir dünya yaratıp, onları o dünyanın içine almayı isterim. Bu sadece müzik dinleme ile değil, bir deneyim yaşamak. Deneyim benim çok hoşuma giden bir kelimedir. Bir deneyim yaratmak isterim. Eski performanslarımda bu görsel yanı, projektörler, televizyonlarla sağlamaya çalıştım. Her bir parçanın ayrı bir sim-tape olduğundan bahsettim ya, doğal olarak her birinin da ayrı bir konusu oldu, onlar için da kolay oldu aslında görsel seçmek.

R. Neden mesela 1950lerden görüntüler kullandın daha çok? Tarihsel açıdan bakınca işte 2. Dünya Savaşı sonrası bir dönem, tüketimin, güzel hayat reklamlarının tavan yaptığı iyimser gibi görülen bir dönem. Senin için nedir o dönemin özelliği kullandığın görsellerde?
İnal: Evet 2. Dünya Savaşı sonrası bir optimizm başladı ama hemen sonrasında da soğuk savaş vardı hatırlarsan, paranoyalar, Sovyet Rusya-Amerika arası nükleer savaş başlıyor mu başlamıyor mu.. O ilgimi çeken bir dönemdir. Kıyamet-sonrası dedik ya. O dünyayı şöyle yarattım, alternatif tarih diye bir tür var işte “tarihte şöyle olsaydı ne olurdu” gibi.. ona benzer bir tür kullanarak, soğuk savaş dönemini bizim şimdi bildiğimiz gibi değil de nükleer savaşın çıktığı bir senaryo gibi anlattım. Bu senaryoda insanların aklında, geriye kalan bilgi da, o savaşın hemen öncesinden kalanlar olacaktı. Geriye dönüp da hatırlayabilecekleri en son dönem, Amerika’nın tam o “Amerikan Rüyası” üzerinden optimizm patlaması yarattığı dönem. Evin olsun, robot hizmetçin olsun, performanstaki videolarda da var, hesapta olacaktı robot yardımcılar falan…

R. Evet. Salı gecesi Paradise Lost’u “bod-rum’da sunuyorsun. Neden bod-rumda?
İnal: Gene deneyime bağlayım. Çok fazla alternatifin olmadığı bir ülkede yaşarık. Dışarıya müzik dinlemeye gittiğinde, ne var, bar var, genelde gruplar çalar, çok çeşitli seçeneğimiz yok müzik adına da, farklı mekan adına da. Buna alternatif getirmek istedim. Müzik dinleme yeri, sadece insanların içki içip, sarhoş olup bağıra bağıra konuştuğu bir yer olmak zorunda değil. Ne bileyim.. müzik mi dinlemeye giderler yoksa, bağıra bağıra konuşmaya mı giderler bunun belli olmadığı bir yerde yaşarık. Mesela geçenlerde bir barda güzel bir müzik vardı, caz müziği, böyle hafif yani ses olarak düşük ama insanlar içeride bağıra bağıra konuşur. Bunlar tabi güzel şeyler değil. Düşündürücü yani, gidip müzik için para verin ve arkadaşlarınla konuşun.

inal3
İnal Bilsel

R. Sürekli tekrarlanan, aynı giden birşey var değil? Yani öğle yemeğine giden arkadaşlarınla konuşun, akşam müzik dinlemeye giden gene arkadaşınla konuşun. Şeyle alakası var mı sence? Bu comfort zone (güvenli alan) meselesiyle, burada çok aşırı yüklü bir etkisi var insanlar üzerinde. İnsanların oradan çıkmamak için bir davranış tekrarına girmesi, bir korku yani. Yeni deneyimlere açık olmama gibi… Senin sunduğun benim kendi deneyimimden söyleyeyim, insanlara o güvenli alandan dışarıya doğru yumuşak bir geçiş yaratır. Her şey da hazır. Bak işte buraya bakabilin ya da istersen burada da oturup odaklanabilin gibi..
İnal: Evet, bir anda da öyle klasik müzik konseri gibi yapmak istemedim. İşte susun oturun, sadece dinleyin değil. Bod-rum’da öyle bir düzen yapacayık ki, müziğe en yakın bölümlerde oturulabilinsin. Konsantre olmak isteyenler olabilsin. Daha geride olmak isteyenler da daha geride durup, tercihen daha kısık sesle konuşup, gene da yaratılan ortamın bir parçası olabilsinler. Evet, yumuşak bir geçiş. Tabi umarım telefonlar da çok olmaz. Çünkü müziğin sesini çok yüksek tutmayı istemem. Konforlu bir seviyede olsun, parti yüksekliğinde olmasın. Çünkü insanlardan yaklaşık iki saatlik bir performansa konsantre olmalarını talep ediyorsan, ses seviyesinin yüksek olması yorucu olabilir. Dans, parti ve alkol olduğunda tamamdır, o moddasındır ama konsantre olacağın bir şeyse yüksek ses yorar.
İnal Bilsel ve üretimleri ile ilgili daha fazla bilgiye ulaşmak için www.inalbilsel.com adresini ziyaret edebilirsiniz.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar