Müzakerelerin insanı güle güle Recep İvediklik yapan bir de maskaralık yanı vardır. Her defasında masaya “sanki öncesinde hiçbir şey görüşülmemiş, konuşulmamış gibi oturuyorlar, başlıyorlar yeniden konuşup görüşmeye!”
Oysa masada birbirlerinin gözlerine bakarken kimin ne düşündüğünü ne istediğinizi o kadar iyi biliyorlar ki o anlık bakışlarla kafa okumalar, “ucu açık müzakereler olacak” deyişlerine nanik çekiyor!
Şimdi bu kez de Crans Montana’ya gidiyorlar ve bugüne kadar sanki hiç görüşüp konuşmamış gibi “yeniden” müzakerelere başlayıp “bu işi bitirene kadar masada kalacağız” diyorlar! Ve ekliyorlar, “Allah nasip kısmet eylerse çözümü sağlayacağız!” Amin!
ANASTASİADİS’İN haklılığı: Öncelerde de yazdım. Tekrarlamam gerekirse Anastasiadis müzakerelerde garantiler konusunu başa koymak istemekte haklıdır. Bizim taraf ise bu konuyu sürekli sonlara itip topu garantör ülkelere attığını sanıyor!
Zaten sorunun Recep İvediklik yanı da budur! Çünkü o masada Rum tarafının kabul etmesi mümkün olmayan üç beş konudan bir tanesi Türkiye’nin garantörlüğü ile adada asker bulundurmasıdır!
Öteki bir konu da zaten Anastasiadis ile Sn. Akıncı söylüyorlar “siyasi eşitlik” sorunudur! Mesela diyor ki Anastasiadis “azınlıkla çoğunluğun eşitliği nerede görüldü?” Ve diyor ki Sn. Akıncı “siyasi eşitlik olmazsa çözüm de olmaz!”
O zaman ne yaparsınız? Bu sorunu imkânsızlığıyla zorluğundan dolayı müzakerelerin sonlarına mı atarsınız?
Bilmiyorum ama mesela Anastasiadis Sn. Akıncı’ya hiç mi “Omorfo olmazsa olmaz” demedi? Bu konuda da “tıs” çıkmadı, Güzelyurt ahalisi de başladı mırım kırım ederken “söyleyin bize” demeye! “Gidici miyiz kalıcı mıyız?”
DEMEK istediğimiz: Crans Montana’ya eğer tatil yapmaya gidilmiyorsa ve müzakereleri uzatıp çözüm umutlarını hep canlı tutmak gibi bir psikolojik tutum yoksa, tarafların birbirlerini ne aldatmaya ne inandırmaya ihtiyacı olmamalıdır. Sorunlar açık seçik ortadadır ve Sn. Akıncı masaya oturur oturmaz Anastasiadis’e dönüp sormalıdır: “TC’nin Garantisini kabul ediyor musun etmiyor musun?” Cevap yerine kem küm ederse (ki şimdilerde Rum tarafının garantilerle ilgili bazı önerileri sıralanıyor gazetelerde) pazarlık için müzakerelere oradan başlanır. Yok diyorsa ki Anastasiadis “asla olamaz” Sn. Akıncı uzatır elini, “sen yoluna biz yolumuza” derken tokalaşır ve hazır Crans Montana gibi şahane bir tatil beldesine gelmişken iki üç gün tadını çıkarır ki vallahi helal olsun derim!
NÜFUSA DA KIRSALA DA YENİK DÜŞÜYORUZ!
Hükümetler nüfus artışına yenik düşüyorlar! Ki 1958’lerde nüfusumuz seksen bin falandı! TC Büyükelçisinin hanımı “siz hiç doğurmaz mısınız” diyerek yakınıyordu..
Nüfus 1974’den sonra patladı. “Gelen Türk giden Türk” deyişlerinin esprilerinde 150 bin Rum’un gerisinde bıraktığı mülkü değerlendirmek için bir o kadar nüfusu davet ettik Türkiye’den Kuzey’e! Hatta Rahmetlik Denktaş hızını alamadığı yerde Londra’lara kadar uçarak nutuklar atıyor, “gelin bağlar, bahçeler, tesisler sizi bekliyor” diyerek Kuzey’i görücülüğe çıkarıyordu..
TAŞIMA ve yığma nüfus! Her ne kadar gelip giden hükümetlerimizin plan programları uygulamak gibi bir huyları yoksa da gerçekten yapmak istediklerini bile bu yığma nüfus nedeniyle uygulayamıyorlar!
Bakın bütün kronik sorunlar nüfus artışına bağlıdır. Nüfus arttıkça okullar, hastahaneler kamu hizmeti veren kurumlar yetersiz kalıyorlar. Nüfusa bağlı araçlar çoğalırken yollar sorunu büyüyor! Ayni nüfus artışı iskân olayıyla çok katlı binalarla çarpık yapılaşmaları getiriyor!
OYSA bir yandan da ne diyoruz, “nüfusa ihtiyacımız vardır!” Daha çok tüketim daha çok üretim dolayısıyla daha çok ihracat ve daha çok gelir için..
Bu ekonomik gerçeğe karşın mevcut nüfusun kahrını çekemiyoruz, kaldı ki “daha çok nüfus” isteyelim! Çünkü plan programları artan nüfusa göre yapamıyoruz, yaptıklarımızı da artan nüfus nedeniyle uygulayamıyoruz! Tabi ortaya çok garip bir durum çıkıyor diyelim ve şu köylerdeki arsa dağıtımlarına bakalım:
GENÇLERE ARSA! Geçen hafta Başbakan Özgürgün “Gençlerin kökleşmesine, topraklarında yetişmesine, çocuklarını burada yetiştirmelerine ihtiyaç vardır, dava da mücadele de böyle kazanılır, o haktan da kolay kolay vaz geçilmez” dediydi!
Tabi ki doğrudur. Doğrudur da mesela hangi hükümet kırsal kesimlerde gençlere arsa dağıtırken toprağını ekip biçeceği, hayvanlarını besleyebileceği velhasıl köyünde kalacağı kriterler koydu? Daha bir süre önce Özgürgün hükümeti dağıttıydı o arsaları. Şimdi de 47 kişiye daha kırsal kesimde arsa hakkı belgesi verdi. Belgeleri verirken de gençlerin topraklarda kökleşmesini diledi!
KURU nutuk işte! Tarımı arsa dağıtıp üzerine ev yapılması ile ayağa kaldıracaklarını zanneden hükümetlerin yabancısı değiliz ama ülkede bir tane bile “tarım okulu” yoktur, bütün okullarda da tarım dersleri kaldırılmıştır! “Kooperatifleşme” yerine de büyük toprak ağaları ve aracı toptancılar yetiştirilmiştir!
İşin kısası nedir ama? Evet nüfusumuz artıyor ama yarattığı sorunlar da artıyor, hiçbir hükümet de üstesinden gelemiyor!
KISACA TAKILDIĞIM: (CİNAYET İŞLENİYOR!)
Nüfusa göre kanser rekoru bizde! Nedenlerinden birisi “sebze meyvalarda limit üstü tarımsal ilaçlar kullanılması.” Yılların müzmin derdi hâlâ devam ediyor!
Devlet Laboratuarı yandı ya. Çözümü buldular. “Tarımsal İlaçlar Denetim Kurulu laboratuarda yapılan denetimlerde kalıntıya rastlanan gıdalardaki oranları yüzde 50’e çekti!” Ve ne oldu, bazı ürünlerde ölçüm değeri limiti sınırda kalırken, bazıları üzerine çıktı!
Kıbrıs Türk Tabipler Birliği As Başkanı Teksen Köroğlu’nun, “bu resmen toplum ve halk sağlığına karşı işlenmiş bir cinayettir” dedi, tepkisini aynen aktarırken ben de “evet diyorum, bu bir cinayettir!”