“Yaratıcılık ve Sanat” - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Pazar, Mayıs 5, 2024
Sürmanşet

“Yaratıcılık ve Sanat”

Mustafa Anış

Merhaba değerli okurlarım; sizlere yeniden merhaba diyebilmenin sevincini yürekten yaşarken, yeni yazımda sizler için; Sanat için yaratıcılığı ve bunun toplumsal önemini
kaleme aldım.

 


“Yaratıcılık ve Sanat” hayal gücünün ve yaratıcılığın etkili olarak kullanıldığı, duygu ve düşüncelerin estetik bir biçimde ifade edildiği iletişim alanıdır. Bu alan, tarih öncesi dönemlerden günümüze kadar varlığını sürdürmekte ve kendi içerisinde değişimler göstermektedir. Değişim de yaşamın ve toplumun birer yansıması olarak, insanı ve çevresini kapsayan öznel bir dünyanın ifadesidir. Yaratmak değişmektir. Bu bağlamda bir sanat eseri, sanatçının iç dünyası, algılaması ve hayal dünyasına göre şekillenmektedir. Yaratıcılık, eski bilgilerin kullanılması sonucu yeni bilgilerin ortaya çıkarılmasıdır. Bir sanatçının bakış açısı; çevresi, yaşadıkları, gördükleri, sezgisel yapısı ve algıladıklarını yorumlama biçimiyle değişmektedir. Sanat, duyguların ve kişisel yeteneğin hakim olduğu kişiyi yaratma eylemine götüren, kişinin yeteneklerine katkıda bulunan önemli bir kavramdır. Yaratma da, hayatla bağ kurma özelliğine sahip olarak, her insanda var olabilen ve geliştirilebilmesi mümkün olan bir özelliktir. İnsanoğlunun yaratma dürtüsünün sanatsal alandaki yansıması, maddi ve sosyal çevrenin değiştirilmesinden de öte konumdadır. Bu konum, içsel dünyanın ifade edildiği, duygusal bir arınma biçimi olarak kişiye özeldir. Yaratıcı birey, düşünceye önem veren, farkındalığı yüksek, kendini ve hayatı sorgulayan, problemlere çözüm bulabilen, sahip olduğu bilgileri algı dünyasından geçiren, bildiklerini duygularıyla bir araya getirerek yansıtandır. Araştırmada; yaratıcılığın tanımı, yaratıcılık süreci, yaratıcılığın sanatla olan ilişkisi, çevresel ve toplumsal faktörlerin yaratıcılığa olan etkisi incelenerek konuyla bağlantılı kavramlara yönelik alan yazın taraması yapılmıştır. İnsanın var olduğu yerde sanat vardır. Sanat, insanoğlunun yaşamını sürdürmesinde gerekli olan ihtiyaçların da ötesinde var olan, kendini anlamlandırma sürecini kapsayan, manevi dünyanın ifade edildiği estetik bir yapıdır. Bu yapı, kültürünü de içerisinde tutarak, geleceğe yönelik istekleri, umutları, korkuları, üzüntüleri ve o günün tarihini de ifade etmektedir. Her sanat eserinde bir anlam, bir ifade biçimi vardır. Bu biçim, yaratan kişinin olanaklarına, hayata bakışına, dünyayı algılama biçimine göre değişmektedir. Değişimi sağlayan da yaratıcı bireydir. Birey, kendi iç dünyasını dış uyaranlarla bir araya getirerek ortaya bir eser koymakta ve o eser, o hayatı paylaşan herkese etki etmektedir. Sanatsal yaratıcılık bu nedenle üstün, yaşama ve geleceğe yön veren bir niteliğe sahiptir. Yaratan insan diğer insanlara bir mesaj sunarken, farklı malzemeleri bir araya getirerek estetik bir dünya da sunmaktadır. Bu dünya, kendi iç dünyası ve çevresiyle harmanladıklarının dışavurumu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda, bir sanatçıyı yaşadığı çevreden, sosyo-ekonomik ortamdan da ayrı tutmak doğru olmayacaktır. Sanatçı yaşadığı çevrenin, gördüklerinin, izlediklerinin birer parçasıdır. Yaratmak için de düşünmek, düşündüğünü algılayabilmek önemlidir. Yaratıcı düşünen insanda ise bu durum daha yoğun ve farklı gerçekleşmektedir. Sanatsal yaratıcılıkta düşünebilmek için görmek gerekir. Bunun için de zengin bir iç dünyaya, yüksek farkındalığa, yaratmak için uygun bir çevreye ihtiyaç vardır. Bu çalışma, hayatımızı önemli ölçüde değiştiren yaratma kavramının özünü gerek psikolojik, gerek kişisel bir yetenek olarak ele almakta olup, kişiyi yaratma eylemine götüren hissiyatı sorgulamaktadır. Bunu sorgularken de, yaratıcılığın hangi süreçlerden geçerek belirli bir sonuca ulaştığını göstermektedir. Sanat alanında gerçekleşen yaratma duygusunun, insanın içerisinde doğuştan var olan yaratma isteğinden farklarını algılayabilmek ve yaratıcılığın toplumla olan ilişkisini de görebilmek adına çeşitli yorumları bir araya getirip örnekler sunarak sistematik bir derleme yapılmıştır. Yaratıcılık ve Yaratma Süreci Yaratıcılık, var oluşumuzdan itibaren hayatla bağ kurmamızı sağlayan, kendimizi, çevremizi hatta geleceğimizi de şekillendiren özel bir yetidir. Bu yetenek, kimilerine göre doğuştan beri var olan, kimilerine göre de sonradan geliştirilebilen bir özelliğe sahiptir. Bu özelliğiyle, yaratıcılığı tek bir tanımla açıklamak zordur. Yaratıcılık herhangi bir şeyin gerçekleştirilme aşamasında, yapma ve oluş süreci olarak tanımlanabilir. Kökenine bakıldığında da Latince “Creare” sözcüğünden gelen kavramın; meydana getirmek, doğurmak, yaratmak anlamlarında da kullanıldığı görülür. Yaratmak anlamını temsil eden “yaratma” sözcüğü, yoktan var etme, var olan bilgilerin kullanılması sonucu oluşan özgün bir sentez, sorunlara getirilen etkili bir çözüm süreci olarak tanımlanabilir. Bu süreç, zihnimizin daha önce kuramadığı ilişkileri kurar, yeni deneyimler ve yeni ürünler ortaya koyarak bu aşamayı sonuçlandırır. Yaratıcılık, kişinin kendisini ve çevresindekileri değiştirme eylemi olarak da görülür. Yeni bir yöntemi ortaya çıkarmak ya da sahip olunan problemleri çözmek için atılan adımlardır. Yaratıcılık da bir duruma çözüm ararken, bu arayışa kısa bir süre içerisinde doğru tepkiler verebilme yeteneğidir. Yaratıcılık sürecinde gerçekleşen herhangi bir fikir ya da ürün, ilham adı verilen bir durum sonucunda kendini gerçekleştirmektedir. İlham, herhangi bir etki ya da algılama sonucunda yaratıcı gücün harekete geçmesiyle ortaya çıkan esinlenme sürecidir. Amerikalı varoluşçu psikolog Rollo May, ilham perisi dediğimiz durumun, bilinçli bir “yoğun çalışma” sonucunda tetiklendiğini ve bu sürecin sonunu zihnimizin dinlenmeye bırakılmasıyla bilinçaltının özgürce ortaya çıkardığı ifadeler olarak tanımlamaktadır. İngiliz psikolog Llyod Morgan da, çözüme ulaştırmak istediğimiz bir konu hakkında zihnimizi araştırmalarla doldurmamızı ve daha sonra beklememizi öğütlemektedir. Farklı görüşlerin ve yaratıcı olarak adlandırılan insanların yorumlarına bakıldığında, yaratıcılığın gerçekleşmesinde bilginin ne kadar önemli olduğu görülmektedir. Bu bilgiler zihnin serbest kaldığı zamanlarda açığa çıkmaktadır. Bu sebeple belirli bilgi birikimiyle üzerine düşünülen konular arasında alışılmadık bağlantılar kurabilme ve sorgulayabilme özelliği de yaratıcılık denilebilir. Zihinde alışılmadık bağlantılar kuran yaratıcı insan, sahip olduğu özellikleriyle diğer insanlardan ayrılmakta, herkesin gördüğünü farklı bir biçimde yorumlayabilmektedir. Alışılmış olan kalıplardan uzaklaşarak eksikleri farkeden, özgünlüğe ve öğrenmeye önem veren yaratıcı birey; hayal gücü, sezgi, araştırma gibi özelliklere de sahip olmaktadır. Hayal gücü de; bireysel özellikler, eğitim, zeka, sosyal çevre, merak duygusu, algılama gibi niteliklerle şekillenmekte, günlük yaşamda sahip olunan olaylara farklı bakabilme niteliği olarak görülmektedir. Hayal gücü, duygu ve düşünceleri genişleterek, yeni fikirlerin ve buluşların ortaya koyulmasını sağlar. Süreç, zeka ile de bağlantılı olabilmekte, belirli evrelerden geçerek sonuca ulaşmaktadır. Düşünmek, yaratıcılık için bir ihtiyaçtır. Yaratıcı düşünme, hayatla bağ kurma yolu olduğu gibi, sadece bir roman, bir tablo yaratma meselesi de değildir. Daha iyi bir gelecek yaratma ya da kaçırılmış olan fırsatları görebilme, yakalayabilme yetisidir de… Yaratıcı düşünen bir zihin, kendi etrafını da biçimlendirmek ister. Duygu, düşünce ve tasarımlarını bir araya getirebilmek için çağrışım yapar. Düşünce çağrışımları da hayal gücüne, düşünceye, zengin bir kişilik yapısına, çevresindeki her türlü etkiye duyarlılığa sahip olmasıyla önemlidir. Yaratıcılık, insanlık tarihinde önemli bir yere sahiptir. İnsana özgü, insanı insan yapan özelliklerden biri olarak hayatın büyük bir alanına etki etmektedir.  Güzel sanatlarda sanatsal yaratıcılık olarak adlandırılan durum, değiştirilmek istenenin, içsel bir yapıyla dışavurumu olarak nitelendirilmiştir. Bu dışavurumda, var olan olay ve kuramlar ele alınarak yorumlanmakta, özgün bir bakış açışıyla tekrar ortaya koyulmaktadır. Böylece, birbirine benzer ve bağlantısı olmayan görüntüler arasında ilişkiler kurularak “yeni” oluşturulur. Bir sanatçı, eserini üretirken, zihnindekileri biçimlendirebilmek için öncelikle çevresini algılar. Algılamış olduğu geçmiş imgeleri, var olan imgelerle bir araya getirerek belirli bir duyarlılıkla tekrar yorumlar. Bunu gerçekleştirirken de duygu ve düşüncelerinin etkisi altında kalır. Yani bir eserin yaratıcı üretim sürecinde, dış uyaranlar olduğu kadar, iç uyaranların da etkisi oldukça fazladır. İç uyaranlar, sanatçının duygu ve bilinç halini kapsayarak, yaptığı çalışmalara da yansımaktadır. Sanat, insan ve gerçeklik arasında kurulan estetik bir ilişkidir. İnsan neredeyse sanat da oradadır. İnsanların maddi, sosyal, hedonik (hazsal) ihtiyaçlarının da ötesinde olan yaratma dürtüsünü içerir. Algı, ses, işaret gibi öğeler de yaratma ihtiyaçlardan doğan, bir insanın yaşamını sürdürmesi için gerekli olan koşullardan da daha üstün özellikler gösteren yapıdır. Bütün bunlar arasında sanatçı da yaşadığı sürecin estetik ve sosyal eleştirisini yapabilen, geçmiş ve gelecek hakkında yenilikler üreten bir fikir insanı olarak; sahip edindiği olgu, öğe ve objeler arasında yeni bileşimlerini izleyicilere sunmaktadır. Sanat bilinmeyeni bilinir kılan, görülmeyeni görünür hale getiren, bir kurala bağlı olmadan yaratma durumudur. Bu durum içerisinde sanatçının her defasında iç dünyasında uyanan yaratıcı endişe de, sanat tarihindeki yapıt çeşitliliğin kaynağı olmaktadır. Eski çağlarda sanatçılar, bilmediği anlam veremediği durumları anlamlandırabilmek adına doğaüstü güçlerden yardım istemiştir. Yani sanatın özü, doğa karşısında güçsüz hisseden ilkel insanın, korku verici olaylara karşı geliştirdiği büyüsel bir düşünce olarak görülmektedir. Tarih öncesi mağara duvarlarına resmedilmiş olan sanat, süreç içerisinde değişim göstermiştir. Öncelikle doğa olduğu gibi taklit edilmiş, daha sonra kavram anlayışına geçilmiş ve zamanla insanın doğayla olan bağlantısı kopmaya başlamıştır. Böylece sanatçı yaratma özgürlüğü elde ederek, yaşamla bütünleşme ve yaşama yön verebilme rolüne geçmiştir. Öncelikle hayatta kalma çabası yaratıcılığı ortaya çıkarmış, yaratıcılık da insanları sanata yönlendirmiştir. Hayal eden, düşünen ve düşündüklerini imge ve sembolik elemanlarla görselleştirebilme yeteneğine sahip olan her insan, sanat yapıtı gerçekleştirirken, bilincinde ve bilinçaltında olanları kullanmıştır. Tarihsel olarak din açısında bakıldığında da yaratıcılık kavramının, Doğu toplumlarına ait dinlerde mevcut olanı ortaya çıkarma eylemi olarak; Batı toplumlarına ait dinlerde, insandaki Tanrısal yaratıcı gücün temsili olarak görülmüştür. Bu özel olan gücün kullanılabilmesi de, Batı toplumlarında kişiye ait, öznel bir durum olarak ortaya çıkmıştır. Aydınlanma çağı sonrası özgür düşünceye verilen bu önem de yaratıcılığın ön plana çıkmasına neden olmuştur. Her sanatçı, içinde yaşadığı toplumun inancının, yaşam biçiminin, siyasi ve ekonomik düzeninin birer parçasıdır. Sanatçı, yaratıcı gücüyle toplumsal olayların onda bırakmış olduğu etkileri, duyguları, hayal gücüyle bir araya getirerek ifade etmektedir. Bir sanatçı, çalışmasını gerçekleştirirken belli bir anı ya da depoya atılmış bir imgeyi tekrar canlandırarak gerçekleştirmez. Belleğinin derinlerinde kalmış olan bir anıyı, yenilenmiş bir biçimde şimdiki zamana sunar. İmgenin bu şekilde bilinçte biçim kazanabilmesi için öncelikle bedende yer edinmesi gerekir. Kendini bırakan, zihinsel olarak özgür olan sanatçı; içsel akış, bilinçaltı, bilinç ve bilinçdışı sentezlerini sanatsal eyleme dönüştürür. Bu aşamada, kendinden geçme, duygusal dünya, iradi ve entellektüel işlevlerin hepsi aynı anda rol alarak, sanatçının özgün üretim sürecini kutsallaştırır. Böylece sanatçı bilinçaltında yer alan sorunların ve çatışmaların çözümünü şekil değiştiren sembollerde arar. Semboller, sanatçının duygu dünyasını gizlemeye yarayan aracı haline gelir. Özellikle baskı altına alınmış duygular, farkında olmadan bilinçdışında yer alarak sanatçının özgünlüğü, kişisel beklentileri ve yaratıcı dünyasında tekrar biçimlenir. Böylece, sanatsal yaratıcılık, bilinci imgelerle dolu olan bir kişinin, kendi iç dünyasıyla karşılaşması sonucu, bu dünyayı dışarı çıkarma ya da aktarma edimi olarak görülebilir. Kandinsky, sanatsal yaratıcılık kavramında içsel olanın sunulması durumunu çeşitli kurallarla ifade etmiştir. Ona göre bir sanatçı; kendine özgü olanları ifade etmeli, çağını temsil etmeli, sanata özgü üretim yapmalıdır. Örneğin; Picasso’nun İspanya iç savaşını anlatan Guernica adlı eseri, savaşa karşı olan tepkinin birer yansımasıdır. Bu özelliğiyle sanatçı, toplum içerisinde edinmiş olduğu yaratıcı gücü, yaşadığı toplumu şekillendirmede, eksiklikleri görebilmede ve sorunlara çözüm bulabilmede tekrar kullanmaktadır. Yaratıcılık aynı zamanda geleceğe de yön vermektir. Bunu günümüzde en çok bilim ve sanat alanında görebiliriz. Yaratılan filmler, gelecekte yaşanacaklara birer ayna olmaktadır. 19. yüzyılın önemli yazarlarından biri olan Jules Verne’nin yazmış olduğu romanlar incelenecek olursa, bugün birçok buluşa ilham verdiği görülmektedir. Var olan sorunları görebilmek, süreci anlamlandırabilmek, gördüğünü aktarabilmek de önemli olmaktadır. Bu sebeple, “görmek yaratmanın başlangıcıdır.” diyerek yaratıcılıkta görmenin önemine vurgu yapmıştır. Her sanat eseri, onu meydana getiren sanatçının kendisi ile yüzleşmesi, bir malzeme aracılığıyla duygularını yeniden yaşayacağı ve daha sonra düzenleyeceği bir anı temsil etmektedir. Sanatçı, bir malzemeye duygularını katarak, ölü olan o malzemeye yaşam veren yaratıcı insandır. Bu bağlamda, insan hayatında önemli ihtiyaçların karşılanması için yapılan sanat, üreten kişinin kendini bir başkasına anlatma ihtiyacı ve kendini gerçekleştirme ihtiyacından doğmaktadır. İnsanların sevinçlerini, üzüntülerini, umutlarını, düşüncelerini kısacası kendilerini ifade etmek amacıyla, sanatı ve dolayısıyla da yaratıcılığını kullandığı görülmektedir. Sanat üretilmiş olanın tekrar üretilmediği, taklit edilemez öznel bir yapı ya sahip olmasıyla, yeniden üretilebilmesi hedeflenen tasarım kavramından ayrılmaktadır. Torrence  yaratıcılığı, özgün, esnek ve akıcı düşünen kişilere ait bir özellik olarak görmüştür. Böylece kişi bir nesne için farklı kullanımlarda birçok düşünce üretecek, birçok kaynaktan yola çıkarak düşünce üretirken, tek bir düşünce yapısına sahip olan kişilerden ayrılacaktır. Yaratıcı kişiler, problem çözücü oldukları kadar da problemleri de keşfetmektedirler. Bu nedenle de düşünmeye önem veren, özgün düşünme yetisine sahip olan kişilerdir. Yaratıcı zihin, yüksek hayal gücüyle herkesin gördüğünden farklı şeyler görerek yeni bakış açısı ve fikirler de getirebilmektedir. Yaratıcılık, var olan bilgilerin iç dünya tarafından özümsenmesi sonucu ortaya çıkarılan yeniliklerdir. Sanatın kökenine de bakıldığında, ilk olarak ilkel insanın tabiat olaylarına vermiş olduğu tepkilerin simgesel olarak ifadesi görülür. Antik çağda, yağmur yağması ya da bir avın başarılı bir şekilde gerçekleştirilmesi için gerçekleştiren gösteriler, danslar, toplumu etkilemek amacıyla sergilenmiştir. Ortaçağda halkı kiliseye çağırmak için kullanılan sanat, Rönesans ve Reform’la birlikte Hümanist düşüncenin yayılmasında etkili olmuştur. Pozitivist ve rasyonel düşünceyi içerisinde bulundurarak toplumsal yaşamın etkisinde şekillenmiş ve aynı ölçüde de topluma yarar sağlamıştır. Bir toplumun kültürel yapısı, teknoloji, bilim, sanat ve dilden oluşur. Bir toplumun üyeleri arasında düşünüş ve davranış kalıpları, norm, değer, inanç gibi tutumların, sanat varlıklarının tümü de kültür tanımını oluşturur. Kültür tarihçileri de bu durumu, insanoğlunun hayatta kalma ve varlığını sürdürme çabası olarak görmektedir. Bu, kişinin sahip olduğu içsel algı, yetenek ve çevresel faktörlerle şekillenebilen bir durumdur. Örneğin Weber’e gör e kent yaşamı da yaratıcılığı etkilemektedir. Ona göre, nüfusun ve karmaşanın yoğun olduğu şehir ortamında yaratıcılık daha da artmaktadır. Kent yaşamı, eski çağlardan beri ticaretin geliştiği, farklı kültürlerin bir arada bulunduğu, kültürel alışverişin yoğun sağlandığı merkezlerdir ve bu merkezlerde yaratıcı gelişmeler hızlı olarak yayılım göstermiştir. Özellikle sanatçıların, şair ve ressamların büyük kent yaşamlarını tercih etmeleri, birbirleriyle olan kültürel paylaşımları kent hayatını daha cazip hale getirmiştir. Bir toplumda gerçekleştirilen sanatsal faaliyetler, o toplumun kültürüne de katkıda bulunmaktadır. Burada birbirini destekleyen bir yapı görülmektedir. Sanat, insan beyninin bilinçli ya da bilinçsiz olarak çalışarak bir konu üzerinde yoğunlaşması, bunun sonucu ortaya çıkardığı seçkin bir üründür. Sanatçı da içinde bulunduğu yapıyı eleştiren ve aynı zamanda onu şekillendiren bir kişilik yapısı içerisinde toplumda var olmaktadır. Sanatçı, yaratıcılığını gösterirken sahip olduğu bilgileri kullanarak yorum yapmakta ve sanatsal üretimlerini geliştirmektedir. Sanatçı da yaratıcı bir birey olarak gelişen dünyanın olanaklarını takip ederek kendine yeni ifade biçimleri aramaktadır. Bunu kullandığı malzemeden, anlatım biçimine kadar her yerde görebilmek mümkündür. Picasso’nun da dediği gibi, “Her yaratıcı hareket, öncesinde bir yıkımla başlar”. Yaratıcılık, insanın yaşamını ve geleceğini temellendirmede önemli bir olgudur. Yaratıcı kişi, sadece kendini ve sahip olduğu olanaklarını değiştirmekle kalmaz, yapmış olduğu yeniliklerle çevresine de etki eder. Kendi çevresinin dışında gelişen ve değişen tüm sanatsal olguları takip ederek, onları kendi iç dünyasında sorgulama özelliğine de sahiptir. Yaratıcılık, her insanda var olan ve geliştirilebilmesi mümkün olabilen bir yapıdır. Yaratıcılıkta da algılama önemli bir faktördür. Bu faktör, sanatçıyı etkilediği gibi, sanatçının sunmuş olduğu dünyayı algılayan insanları da değiştirmektedir. Bu bakımdan, yaratıcılık hayatımızın her aşamasına nüfus eden, ileriye dönük yeniye ulaşma çabasıdır.

 

Sanat tadında, umut dolu, mücadeleden hiç yorulmayacağınız bir yaşam geçirmenizi temenni ederim.

Kalplerinizden huzuru eksik etmeyin. Hoşça kalın, sevgi ile kalın

 

Tepki göster
Bayıldım
1
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar