Türkiye’de Amerika İmajı -1 - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 26, 2024
ManşetPoli

Türkiye’de Amerika İmajı -1

Aşk ile Nefret arasında bir “kararsız” ilişki

Son günlerde Türkiye’deki Amerikan karşıtlığının en yüksek seviyelere çıktığını görmek için fazla bir çalışma yapmaya gerek yoktur. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin mesulleri tek tek ortaya dökülmeye başladıktan ve bütün oklar ABD’deki Pennsylvania eyaletinde yaşayan Fethullah Gülen’e çevrildikten sonra Türkiye’nin ABD ile olan ilişkileri, gerek iktidar partisi gerekse medya tarafından tekrar tekrar gözden geçirtilmeye çalışılmaktadır. Yüzlerce sorunun, iddianın ve komplo teorilerinin etrafta uçuşmaya başladığı bu dönemde, son 10 yıldır ABD’ye karşı halihazırda düşmüş olan olumlu bakışın, tarihin en düşük seviyelerine indiğini görüyoruz. Artık Türkiye’nin NATO üyeliğinin bile sorgulandığı bir zamana girmiş bulunmaktayız. Örneğin Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen gün bir mitingde yaptığı konuşmada, “ABD bir tercih yapacak, ya Türkiye ya FETÖ. Ya darbeci terörist FETÖ ya da demokrasi ülkesi Türkiye” diyecekti. Yani darbe girişiminin sorumlusu ve organize edicisi olarak gördüğü Fethullah Gülen’in (son zamanlardaki ismiyle FETÖ’nün) Türkiye’ye iade edilmemesi durumunda ABD ile olan ilişkilerin rafa kaldırabileceği tehdidinde bulunan Erdoğan, ABD’yi köşeye sıkıştırarak, ikili bir strateji izlemektedir. Eğer ABD, Gülen’i iade ederse, Erdoğan Türkiye’nin en nefret ettiği ülke haline gelmiş ABD’yi dize getiren lider olarak görünecek ve gücüne güç katacak, iade etmedikleri taktirde ise son dönemdeki Türkiye’nin tüm olumsuz gelişmelerini kaşe edecekleri Gülen ve “işbirlikçisi” ABD tezlerini kullanmaya devam ederek, dış ve iç düşmanlara karşı “Yeni Türkiye’nin” duvarlarını örmeye devam edebileceklerdir. Yani ABD her iki halde de, Türkiye’nin son 12 yılının bütün olumsuzluklarının sorumlusu ilan edilecek ve AKP’nin içerisindeki Batı karşıtlarının tezleri ise kutsanacaktır.

Tabii ki Erdoğan’ın her söylemi Washington sokaklarında yankılanmakta ve oralardan da sinirlerin gerildiğini gösteren resmi ve gayrı resmi açıklamalar gelmekte ve iki ülke arasındaki tansiyon her geçen gün biraz daha tırmanmaktadır. Örneğin Washington Post geçen günkü sayısında,” Diktatörlük ile yönetilen ülkelerdeki temel kural, diktatörün, krallığında sebep olduğu olumsuzlukları kabul etmeyip, suçu dışarda aramasıdır” ifadelerine yer verecekti. Aynı Gazete,  Fethullah Gülen, CIA ve ABD’nin Türkiye’deki darbe girişimi ile alakası olmadıklarını yinelemelerine rağmen, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bunu görmezden gelerek ABD’yi günah keçisine çevirerek bu işten kolaylıkla sıyrılacaklarını zannettiğini iddia edecekti.  Gazete ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Batı’ya karşı sergilemiş olduğu tutumu, Rusya Devlet Başkanı Putin’in Batı karşıtı tavrına benzeterek, Amerika’nın, Rusya ve Türkiye arasındaki ittifaktan duyduğu rahatsızlığı yazmaktan çekinmeyecekti. Tabii bu tip ifadeler de zaten gerilen ABD, Türkiye ilişkilerinin daha da gerilmesine neden olacaktı. Bu arada anti Amerikan kültür ürünleri de piyasayı dolduracaktı. Türküler, filmler, şiirler, tekerlemeler tüm medyayı ve sanal medyayı doldurmuş vaziyettedir. Mesela Karadenizli türkücü Ahmet Çakar Youtube’dan Amerika’ya şöyle seslenmektedir:


“Dinle ey Amerika sana sesleniyoruz
Onu bunu anlamam Fetoyu istiyoruz
Onu sizden almaya biz ne zaman gelelim
Ya sen vur gebert onu ya ver biz gebertelim
Yüzümüze gelince bize dostuz diyorsun
Bu vatan hainini sen nasıl besliyorsun
Şu an karşımızda tam düşman biçimdesin
Feto’yu vermiyorsan planın içindesin
Türk Milleti azizdir verir mi vatanını
Hiç düşünmez uğruna feda eder canını
Kızdığı zaman olur etten kemikten kale
Örneği var tarihte Sakarya Çanakkale”

Evet, bugün sizlere Türkiye’nin 1940’lardan beri devam eden ABD ile olan sıkı ilişkilerine ve Türkiye’nin bu ilişki çerçevesinde girdiği, zaman zaman inişli çıkışlı, zaman zaman ise aşk ve nefret ilişkisini çağrıştıran tavırlara yansıyan Türkiye’deki değişen Amerika imajını irdelemeye çalışacağım. Bu “kararsız” ilişkinin dış konjonktürlerle birlikte bazı dönemlerde nasıl olup da karşılıklı bir “aşka,” bazı dönemlerde ise karşılıksız bir “aşka” dönüşebileceğini ve hatta bazı zamanlarda ise yüksek seviyede nefret patlamalarını da içerdiğine bakacağız. Yazıda ayrıca her dönemi yansıtan bazı şarkı sözlerini ve türküleri de irdeleyeceğiz .

Felsefeci Spinoza, “Sevdiği birinin kendisinden nefret ediyor olduğunu kavrayan bir kimse nefret ile sevgi arasında beynamaz kalır. Çünkü bir nefretin hedefi olduğunu düşündükçe, karşılığında düşmanından nefret etmeye yönlendirilmiştir; ancak bazı hallerde, onu yine de seviyordur. Dolayısıyla bu kişi sevgiyle nefret arasında gidip gelecektir……” diye yazmıştı. Ulu Baker, Spinoza’nın aşk, nefret kavramlarını analiz ederken şu yorumları yapmıştı:

eğer birinin beni sevdiğine inanırsam ve kendimde bunun için bir neden bulamıyorsam, onun sevgisine inanmamın bende uyandırdığı sevincin nedenini kendimde değil başka bir yerde, yani onda bulabileceğim anlamına gelir bu. Sevgisinin nedenini kendimde bulduğumda ise (gencim, güzelim, ona çok iyilikler yaptım), karşılığında onu “zoraki” sevemem, sevsem sevsem dolaylı olarak severim: ya onun sevgisini de ekleyerek kendime duyduğum öz-sevgiyi arttırırım (onun sevgisiyle kendimi severim) ya da, yaklaşık aynı anlama gelmek üzere, onu severim, ama ancak kendimi sevmeme destek olduğu ölçüde..” (Baker)

Türkiye’nin işte bu nefret öncesi sözde Amerika sevgisinin kökenini 1940’larda aramak lazım. İkinci Dünya savaşından hemen sonra yükselen soğuk savaş döneminde, Türkiye, kuruluşundan beri Batılaşmayı hedef alması nedeniyle, sınır komşusu olan Sovyetler yerine ABD’nin öncülüğünü çektiği “Batı” blokuyla hareket etmeye karar vermişti. Bu işbirliği Birleşmiş Milletler üyeliği ve daha sonra Truman doktriniyle birlikte başlayan askeri yardımla daha da gelişmiş, bu yakınlaşma, Marshall yardımlarıyla birlikte perçinlenmiş, Türkiye’nin Kore savaşına katılması ise bu ilişkiye karşılıklılık boyutunu katmış ve Türkiye’nin Kore’de Amerika’ya yardım etmesi onun öz güvenini sağlamış, hem de imajının Amerika’da yükselmesine neden olmuştu. Daha sonra Kore savaşında yaptıkları yardımdan sonra “mükafatlandırılan” Türkiye, 1952 yılında NATO’ya alınacaktı.

Bu dönem Türkiye Amerika ilişkilerinde “altın dönem” olarak adlandırılır. Bu yeni dostluk için şarkılar, şiirler bestelenmişti. Bunlardan en ünlü olanın dizeleri “Kore de olduk kan kardeşi” dizeleriyle hatırlanmaktadır (Altan 2003). Amerikan hayranlığının tavan yaptığı bu dönemde, Adnan Menderes gurur duyarak Türkiye’yi “küçük bir Amerika” yapmak istediğini bile söylemişti ve bu sloganı seçim kampanyalarında kullanmaktan kaçınmamıştı. Aynı dönemde “Komünist tehlike” etrafında birleşilmiş ve kamuoyunda yoğun bir anti Rus hava esmeye başlamıştı. Bu “altın dönemden” yani soğuk savaştan bize kalan en önemli sembolik mirasın başında ise bazı yazarlara göre “Amerikan salatası” gelmektedir.  Çünkü bu dönemde, 1915’lerde Beyaz Rusların Türkiye’ye tanıttığı “Rus salatasının” adı bile değiştirilmişti. Yükselen Türkiye/Amerika sevgi yumağı içerisinde, 40 yıllık Rus salatası artık “Amerikan salatası” olarak anılmaya başlanmıştı. Fakat bazı yazarlar “Amerikan salatası” isminin başlangıcını, daha gerilere götürerek, bu yiyeceğin Amerikanlaşmasının tarihini Amerika’nın Türkiye’ye kendi yanına çekmek için ilk defa elini uzattığı 1946 yılına kadar gittiğini iddia ederler.

welcome_missouri11 Kasım 1944 yılında Ünlü plakçı Ahmet Ertegün’ün babası Washington Türkiye Büyük Elçisi Münir Ertegün hayatını kaybetmişti. Savaş dolayısıyla naaşı Türkiye’ye getirilememişti. Bu arada Sovyetler 1945 yılında, 1925 yılında imzaladıkları saldırmazlık paktını tek taraflı iptal ettiğini Türkiye’ye bildirmiş ve Türkiye ordusunu 1947 yılına kadar savaş durumunda tutmak durumunda kalmıştı. Amerika bu fırsatı değerlendirerek, savaş boyunca arafta kalmış Türkiye’yi savaş sonrası kurulacak yeni Dünya Düzeninde yanına çekmek için önemli bir adım atacaktı. İşte bu bakış açısıyla Ertegün’ün cenazesi, 1946 yılında Türkiye’ye gönderilmek için, ABD donanmasının en büyük gemisi olan Missouri zırhlısına yüklenecekti. Bu zırhlıya iki savaş gemisi daha eşlik edecekti. Birçok gözlemciye göre bu “cenaze” jesti, Türk-Amerikan ilişkilerinin “doğum” gününü işaret etmektedir. Ve işte bu cenazenin İstanbul’a vardığı gün yani 5 Nisan 1946 ayrıca bizim “Rus salatasının” da Amerikanlaştığı gün olarak tarihe geçecekti.

5 Nisan 1946 tarihinde -ki “mübarek Cuma” gününe rast geliyordu- Boğaz’a demirleyen zırhlının mürettebatı halk tarafından coşkulu bir şekilde karşılanmıştı. Bundan 25 yıl önce Batılı gavur gemileri Boğaz’a demirledi diye matem ilan eden Türkiye bu defa Amerikan zırhlısını adeta bir “kurtarıcı” gibi karşılamıştı. Yılmaz Özdil, 29 Kasım 2015 tarihli Sözcü gazetesinde çıkan yazısında o günü şöyle tasvir eder:

 

“Beylerbeyi’nden Üsküdar’a, Beşiktaş’tan Sarayburnu’na kadar bütün sahillere yığılan sayın ahalimiz, sevinç çığlıkları attı, davul zurna çaldı, el salladı… Ve Missouri, toplumsal histeriye dönüştü” …“Yalaka basınımız, tarihimizde ilk kez İngilizce manşet attı, sekiz sütuna ‘Welcome Missouri’ dedi. Dolmabahçe sarayının hemen yanındaki Bezmialem Valide Sultan Camisi’nin minareleri arasına ‘Welcome’ mahyası asıldı. Kız Kulesi’ne ‘Welcome Missouri’ afişi asıldı. Hereke’de özel halı dokundu, üzerinde İstanbul haritası vardı, Missouri’nin komutanı oramiral Henry Hewitt’e hediye edildi. Kerhane bembeyaz badana yapıldı. Duvarlarına ‘hoşgeldiniz denizciler’ yazıldı. Amerikalı bahriyelilere hastalık bulaşmasın diye, doktorlar gönderildi, kerhane komple muayeneden geçirildi. Kerhanede çalışan kadınlar, göbeklerine ‘welcome’ yazdırdı.”

İstanbul genelev ve amerikalı asker
İstanbul genelev ve amerikalı asker

Bu dönemde bazı restoranların isimleri de değişmişti. Örneğin aynı tarihlerde Ankara’da Missouri diye bir lokanta açılmış, en eski lokantalardan bir tanesi de adını Washington olarak değiştirmişti. İşte bu Amerika histerisinin içerisinde, Yılmaz Özdil, aynı yazısında iki Rum asıllı büfecinin  çalıştırdıkları büfede sattıkları “Rus salatasının” ismini “Amerikan salatası” olarak değiştirdiklerini iddia eder. Bu anlatıya göre Niko efendi, “şööle cafcaflı bir tabela hazırladı, üstüne ‘Amerikan salatası 35 kuruş” yazdı, büfesinin camına yerleştirdi… İstanbul kuyruğa” girmişti!

Bu Amerikan sevgisi Türkiye’nin Kore’de ABD askerlerinin yardımına koşmasıyla tavan yapmış, özellikle 1950 yılında başlayan Demokrat parti döneminde gittikçe şiddetlenen bir aşk hikayesine dönüşmüştü. Mehmet Ö. Alkan, bu dönemdeki havayı en güzel  “dostluk şarkısı” adlı şarkının anlatabileceğini yazar (2003). Plak 1954 yılında basılmış ve ücretsiz olarak yurdun dört köşesine dağıtılmıştı. Alkan, “sonradan Amerika’ya yerleşen Celal İnce’nin okuduğu ve ‘Amerika, Amerika/Türkler dünya durdukça/beraberdir seninle/Hürriyet savaşında’ nakaratlarıyla meşhur olan bu şarkının yer aldığı arka kısmında Batı blokunun sihirli kavramı ‘hürriyet’ teması işlenmişti” (2003).  Celal İnce o dönemde Türkçe sözlü tangoları ve caz söyleyerek ünlenmişti.  Aynı dönemde kovboy kıyafetiyle çıkıp Amerikan “country” şarkıları bile söylediği iddia edilir.

Türkiye’nin Amerika ile yaşadığı aşk ilişkisine ilk itirazlar, 1960’larda Türkiye’de yükselen sol hareketle gelecekti. Ama Kıbrıs sorununda ve özellikle 1964 yılında dönemin ABD Başkanı Johnson tarafından İnönü’yü Kıbrıs konusundaki tavrından dolayı haşlayan mektubu, Türkiye’deki anti-Amerikancı tavrı patlatan en önemli unsurlardan biri olacaktı. Bu mektuba büyük bir reaksiyon gösterecek olan gençlik, artık meydanlarda, “Kıbrıs bizim canımız, feda olsun kanımız,” şarkılarını söylemeye ve “ordu Kıbrıs’a” diye sloganlar atmaya başlayacaktı. Bu dönemde, Türkiye’deki en etkin sol hareketin başını çeken TİP’in siyasetindeki ‘anti-emperyalizm’ vurgusu, batı kültürüne karşı duruşu ve “Kültürel değerlerimizi koruyalım” mottosunu da harekete geçirecekti. “Yozlaştırıcı Amerikan” kültürüne karşı her türlü tedbirler alınmalıydı. Yükselen sol değerler artık daha fazla yerelleşmeye başlamıştı. Yemek zevkinden tutun, giyilen kıyafetlere, bıyık şekillerine, dinlenilen müzik türlerine  kadar geniş bir yelpazeyi kapsayan bir anti emperyalist kültür savaşına da başlanılmıştı.

kahpe amerika60’ların sonundan ise artık otantik türkülere ek olarak, aşıkların kendilerinin ozanlığını ve bestekarlığını yaptığı türküler seslendirilmeye başlanacaktı. Bu dönemde, Vietnam savaşı ve Amerika, yeni kurgulanmaya çalışılan bu “anti emperyalist,” ve hatta anti NATO’cu kültürün ürettiği türkülerin, şarkıların ve şiirlerin “ötekisini” ve “büyük düşmanını” oluşturacaklardı. Bu tip çalışmalara en güzel örnek  TİP milletvekili Çetin Altan’ın Ağıt isimli plağıdır. Altan bu plaka Vietnamlı çocukların yaşadıklarını ve kahramanlıklarını anlattığı konuşmasını kaydetmişti (Altan 2003).  O dönemlerde yazılan bir türkü ise biraz da damardan vererek öfkeyle şöyle diyordu:

 

“İnsanlıkta ırk sarısı

Küstü dünyanın yarısı

Vietnam’ın pis karısı

Amerika katil katil

 Mahsuni Şerif uyuma

Gün geldi çattı akşama

Bizden selam Vietnam’a

Amerika katil katil”

6. filo

Amerika’yla ilgi bu karmaşık duygular zamanla çatışmaya kadar götürecekti gençliği. 16 Şubat 1969′da Amerikan 6. Filosu İstanbul’a demirlemişti. 1967’den beri ABD donanması 1946’daki “welcome” ve misafirperverliği görememişti. Karaya çıkan denizciler devamlı surette incitilmiş. Geneleve giden bazı askerlerin eşyalarına zarar verilmiş, bazıları ise denize atılmıştı. 1969 yılında İstanbul’a demirlemesini protesto için bu defa “emperyalizme ve sömürüye” karşı bir miting düzenlenecekti. Fakat bazı dinci ve sağcı militanlar “Müslüman Türkiye” sloganlarıyla bu mitinge saldıracaklardı. Bu çatışmada iki kişi ölecek, yaklaşık 200 kişi yaralanacaktı. Görgü tanıkları, bazı kişilerin Müslümanlık elden gidiyor diye insanları galeyana getirdiklerini ve solcu gençlerin üzerine saldıklarını iddia etmişlerdi. Bu onlar için emperyalizmin organize hareketlerinden biriydi. Evet Türkiye’deki Amerika’nın imajına kan da bulaşmıştı artık.

Bazı siyasi partiler ve Ordu bu anti-emperyalist savaşta NATO’nun yanında durmaya devam etmekte ve hatta gittikçe hareketlenen gençlik tarafından “Amerikan” taraftarı olmakla suçlanmaktaydı. Yükselen bu gençlik hareketlerini durdurmak için yapılan 1970 darbesi ise bu tip bir düşüncenin sadece artmasına neden olacaktı. Özellikle ABD’nin isteği üzerine Darbe hükümetinin 1972 yılında Türkiye’deki haşhaş üretimine yasak koyması ABD’nin tüm öfkeyi üzerine çekmesine neden olacak ve 1950’lerin aşk hikayesi, yükselen nefretin bulutları altında kalacaktı. O dönemde çıkan birçok plak, sanat ve edebi eser direk olarak Amerika’yı hedef almaya başlayacaktı. Bu tavır sadece TİP için geçerli değildi. Bu olaydan sonra artık CHP bile daha eleştirel olan söylemlere yönelmişti. Bu dönemde yazılan ve çok popüler olan “Amerikan köpeği” adlı türkünün nakaratı ise şöyleydi (Altan 2003):

Haşhaşı da ekeceğiz, seni yurttan sökeceğiz/ Halk bayrağını dikeceğiz, ulan Amerikan köpeği…..

Anti Amerikan duygu selinin doruğa ulaşması ise 1974 Kıbrıs harekatından sonra Türkiye’ye uygulanan ambargodan sonra yaşanacaktı. Yine Mahsuni’den bir türkü durumu teyit ediyor:

Ambargo mambargo dinleme gardaş
Gelin Amerika kovulsun gitsin
Üsleri müsleri çıksın burdan
Kendi toprağına savulsun gitsin
Bu herifler senden alır haşhaşı
Morfin eder sana açar savaşı
Boşuna vurmadan gardaş gardaşı
Bir bayram davulu çalınsın gitsin
Elin gavurunu boşa çağırma
Evdeki dövüşü ele duyurma
Seni senden, beni benden ayırma
Böyle bir memleket öğünsün gitsin
Bu topraklar bizimdir bizim olacak
Amerika bela buldu bulacak
Mahzuni bağımsız şehit kalacak
Yeter ki Türkiye’m dev olsun gitsin. 

O dönemde hamaset yüklü onlarca plak şiir ve slogan çıkmıştı. Bu plaklar daha çok Mehmetçiğin kahramanlıklarından ve süngüsünden söz ediyordu. Solcu aşıklar bile kendilerini bu hamaset seline kaptırmışlardı.  Fakat kısa bir süre sonra hedeflerini tekrardan ABD’ye çevireceklerdi. ABD’nin Türkiye’ye karşı aldıkları ambargo kararı tüm kesimleri öfkelendirmişti. Amerika bir defa daha yerden yere vuruluyordu. 1970’lerin ortalarında yükselen talebe olaylarıyla Amerika’nın imajı her geçen gün biraz daha yıpranacaktı. Fakat daha önce de söz ettiğim gibi Ordu bu tip anti-Amerikan tavırlardan da rahatsızdı. Ve beklenilen olay olacaktı. Artan şiddet olaylarını özür gösteren Ordu, 12 Eylül 1980’de anarşik, kaotik ve en önemlisi anti NATO’cu bulduğu bütün bu hareketlere son vermek için bir askeri darbe düzenleyecek ve 1983 yılında kurulan ANAP’a yol açarak 1960 darbesinin yarıda bıraktığı “küçük Amerika” olma serüvenine geri dönecekti.

Kaynakça:

Ulus Baker, Spinoza ve Aşkın Diyalektiği: (https://www.korotonomedya.net/kor/index.php?id=21,141,0,0,1,0).

Mehmet Ö. Alkan, “Türkiye’de Amerikan İmajının değişimi (1945-1980), Toplumsal Tarih Dergisi, 11, Ekim 2003.

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar