Devletimizin gayrimeşruluğu - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 26, 2024
Köşe Yazarları

Devletimizin gayrimeşruluğu

Bekir Azgın

Bu makale Yorgos Kumullis (George Koumoullis) tarafından kaleme alınmış ve 12 Haziran günkü Politis gazetesinde yayınlanmıştır.

***


Son zamanlardaki iki önemli olay bize devletimizin gayrimeşruluğunun eksilmeden sürdüğünü, ayrıca,  ciddi analistlerin Kıbrıs toplumunun giderek ahlâksızlaştığı ve beyin lobları arasında iletişimi sağlayan sinirlerin koparılmış olduğu yönündeki eleştirilerini karşılamanın daha da zorlaştığını hatırlatıyor.

*

Şoke eden ilk olay, ‘Omega’ TV kanalının “Ehmes” (Tepeler ve Zirveler) adlı programında, Sampson grubuna mensup iki kişinin 1964 yılının Mayıs ayı içinde yurttaşımız olan düzinelerce Kıbrıslı sivil Türk’ü öldürdüklerini itiraf etmiş olmalarıydı.  EOKA B üyesi olan birisi, 68 Kıbrıslı Türkü kendi elleriyle infaz ettiğini, hem de gülerek, itiraf etti. Bu 68 insanın bir tek “suçları” vardı, o da dinleriydi: Helen Ortodoks ebeveynlere doğacak yerde, Müslüman bir aileye doğacak kadar şanssızdılar.

*

Hukukun üstünlüğünün derinlemesine kök saldığı demokratik bir ülkede, bu türden itiraflar, hükümetten, aşırı sağ dışındaki partilerden, kiliseden ve özellikle de kiliseden, çeşitli örgütlerden ve elbette toplumun kendisinden yükselen güçlü tepkilere yol açardı. Ne var ki bu konuda tüm Kıbrıslı Helenlerin ağızları, sımsıkı kapalı kaldı.

*

Bu ilgisizliğimizin elbette açıklamaları vardır. İleri sürülen ilk sav şudur: Savaş ortamında buna benzer olaylar kaçınılmazdır. 1964 yılında savaş ortamında bulunduğumuzu var saysak bile, Cenevre Sözleşmesi’nde mahkûmların veya sivillerin öldürülmesinin bir suç olduğu açıkça belirtilmiştir.

*

Bir başka iddia da şudur: 1974 Temmuz’unda yaşanan trajik olaylardan sonra Kıbrıs’a döndüğünde Makarios‘un sorumlulara “zeytin dalı” uzattığı andan itibaren bu iki katil yargılanamaz. Ancak bu gerekçe iki nedenden ötürü geçersizdir: Birincisi, sözü edilen af, EOKA B’nin işlediği suçlarla ilgiliydi, 1963-64 yıllarında işlenen suçlarla ilgili değildi. İkincisi ve en önemlisi, cezai suçlardan sorumlu zanlılara veya sanıklara uzatılan zeytin dalı, anayasaya aykırı bir eylemdi. Devlet kurumlarımız düzgün çalışıyor olsaydı, Yüksek Mahkeme’nin  o anda verilen suçları bağışlama ​​kararının anayasaya aykırı olduğunu Makarios’a belirtmesi gerekirdi. Sadece mahkûm edilmiş kişilerin suçları bağışlanır. Başka bir ifadeyle, Makarios’un bu eylemi, anayasa uzmanlarının dediği gibi “ultra vires” idi, yani Cumhurbaşkanı, Anayasa’nın kendisine verdiği yetkinin kapsamı dışına çıkmıştı.

*

Muhakkak ki 1974 yılında gerek Türkler gerekse Kıbrıslı Türkler buna benzer nitelikte vahşet işledikleri gerekçesiyle ki buna kimsenin itirazı yoktur, 1964-74 yıllarında Kıbrıslı Helenlerin işledikleri tüm suçların otomatik olarak bağışlandığı yönünde yaygın bir görüş mevcuttur. Ne var ki bu argümanın ahlâki, yasal ve politik açıdan iler tutar yanı yoktur. Yarın iki toplum “göze göz, dişe diş” politikasını benimserlerse sonuç ne olacak? Kesinlikle özgürlük ve barış değil. Tam aksine, yeni bir barbarlık, yeni bir insanlıktan çıkma, yeni bir yamyamlık ile karşılaşacağız ve zayıf olan taraf ortadan kalkmış olacak. Ayrıca unutmamalıyız ki biz meşru devleti temsil ediyoruz ve bu nedenle sözde KKTC’nin aksine, uluslararası sözleşmelere karşı sorumluyuz.

*

Zaman aşımının suçları ortadan kaldırdığı da yanlış bir kanaattir. Muhakkak ki adaletin zaman aşımı yoktur. Şu sıralarda Almanya’da 100 yaşındaki eski bir toplama kampı gardiyanı olan S. Josef, 1939-1945 yılları arasında kamptaki mahkûmların öldürülmesinden sorumlu olması gerekçesiyle yargılanmaktadır. Bir yandan, 1964 yılında işlenen suçları unutmak, öte yandan 1964 yılından çok önceleri, 1915 ve 1922 yıllarında yer alan Ermeni ve Pontus soykırımlarını inkâr ettikleri için Türkleri şiddetle eleştirmek farisiliktir. (Farisiler, İsa’yı çarmıha geren Yahudilik mezhebine mensup kişilerdir. -BA)

*

Dikkat çekici diğer bir konu da, Başpiskopos’un “Politis” gazetesinde son günlerde yayımlanan röportajıydı. Normal bir devlette, piskoposlarla sadece dini konularda ve çok seyrek olmak üzere söyleşiler yapılır. Bunun da nedeni, demokrasinin kökleştiği ülkelerde devlet işleriyle din işlerinin birbirinden ayrılmış olmasıdır. Kıbrıs’ta medya mensupları neredeyse her gün Kilisenin liderine her konuda görüşünü belirtmesi için sorular yöneltirler. Her şeyi bilen, en akıllı insanmış gibi. Güya tarafsız olduğunu söylese bile, tercih ettiği politikacılar için açık imalarda bulunan ve siyasi parti işlerine karışmaya düşkün olan II. Hrisostomos‘un arzularını lâyıkıyla yerine getirmiş oluyorlar. İngiltere’nin TIMES veya Fransa’nın Le Monde gazetelerinin, kendi ülkelerinin Başpiskoposlarına siyasal parti tercihlerini, ayrıca Johnson‘un veya Macron‘un çocuklarının hangi adaya oy verecekleri konusunda soru sormalarını, din önderlerinin de bu sorulara memnuniyetle cevap verip yorum yapmalarını tahayyül edemiyorum. (Sözü edilen söyleşide Hrisostomos, Hristodulidis’in Makariyos’tan sonra en popüler politikacı olduğunu ve kulağına ulaşan söylentilere göre Anastasiyadis’in kızlarının gelen seçimlerde onu destekleyeceklerini dile getirmişti. Yazar herhalde bunları ima etmektedir. –BA)

*

Ne yazık ki, Kilise ile Devlet işlerinin kesin ayrımını gerçekleştirmenin yolu uzundur. Büyük İngiliz filozofu John Locke‘un 333 yıl önce (1689’da) “Hoşgörü Üstüne Bir Mektup” adlı kitabında, bizim devletin bir türlü anlamadığı bu ayrılmanın önemini açıklamasına bakıyorum ve içim eriyor. Locke bu kitabında, bir piskoposun kilisenin sınırları içinde kalmak zorunda olduğunu söylüyor ve siyasi meselelere kesinlikle karışamayacağını çünkü kilisenin kendisinin devletten ve siyasi meselelerden tamamen ayrıdır ve farklıdır. İkisinin sınırları kesin bellidir ve değiştirilemez. Bu iki ana parçayı birbirine karıştıran, gökle yeri birbirine karıştırmış olur.

*

  1. yüzyıldaki Kıbrıs’ın imajı iç karartıcıdır. Bir yanda hükümetin üst düzey yöneticileri ve Başpiskopos gibi yıldızlar, bir çığ gibi büyüyen, bitmek bilmeyen yolsuzluklardaki skandal şampiyonları, diğer yanda normal bir devlete dönüştürülmesi için reformlar yapılmasını bekleyen deli bozuk, iki yüzlü, acımasız, anlayışsız bir devlet.

 

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar