1955-1959 Psikolojik ve Propaganda Savaşları - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 26, 2024
Poli

1955-1959 Psikolojik ve Propaganda Savaşları

Nisan 1955’ten sonra başlayan olayların iki toplumu nasıl etkilediğini incelemeye çalışmak gerçekten çok zordur. O dönemin gazetelerine baktığımızda bile aynı olay için farklı farklı anlatılara rastlarız. Sömürge yönetiminin ürettiği raporlar önemli olmasına rağmen, sonuç itibariyle genellikle kendi çıkarlarını koruyacak şekilde düzenlenmiştir. O dönemdeki şiddet olaylarına baktığımızda, gerçekleştirilen şiddet kadar sembolik şiddetin de, toplumların algılarını ve günlük hayatını etkilediğini görürüz. Ayrıca şiddet yaşamadan yaşanılan şiddet beklentisinin de bazen toplumun tümdentavrını dönüştürdüğünü söyleyebiliriz. Toplumlararası şiddet kadar toplum içi şiddetin de tavan yaptığı bir dönemdi 1955-1959. Öte yandan gazetelerin, Atina ve Ankara radyolarının, o dönemde yaptıkları yayınlarla bazen şiddet olaylarını abarttıklarını bazen ise “kendi kendini gerçekleştiren kehanet” gibi toplumu şiddete yönelttiğini görürüz. Paranoyanın egemenliği ele geçirdiği bir sürece girilmişti. Bugünkü kısa yazımda EOKA’nın uyguladığı şiddet şekillerine bakacak ve bütün bu şiddet uygulamalarının Kıbrıs Türk toplumunu nasıl etkilediğini irdelemeye çalışacağız. Yazı ayrıca dönemin propaganda faaliyetlerine de şöyle bir göz atacaktır.

Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımına göre “şiddet, sahip olunan gücün, fiziksel ya da ruhsal bir yaralanmaya ve kayba neden olacak biçimde bir başka insana, kendine, bir gruba ya da bir topluma doğrudan ya da dolaylı yolla uygulanmasıdır. Şiddetin tanımındaki en önemli boyutlardan biri, içinde bir kasıt, yani bir zarar verme amacı taşımasıdır. Yani şiddet; amaçlı, kasıtlı olarak, gücün bedensel ve/veya ruhsal zarar verecek ya da verme riski yaratacak biçimde kullanımıdır.”Tabii şiddetin farklı farklı şekilleri vardır.YvesMicaudşiddetin “bir karşılıklıilişkiler ortamında taraflardan birinin veya birkaçının doğrudan veya dolaylı, toplu veya dağınık olarak, diğerlerinin veya birkaçının bedensel bütünlüğüne veya törel (ahlaki, moral,manevi) bütünlüğüne veya mallarına veya simgesel ve kültürel değerlerine, oranıneolursa olsun zarar verecek şekilde davranması” olduğunu söyler (Micaud 1991: 11)


yunan1

Bu bağlamda EOKA ve karşıtları sadece fiziki şiddeti değil aynı zamanda psikolojik ve sembolik şiddeti de kullanmak için elinden geleni yapmışlardı. Psikolojik şiddet bazı hallerde fiziksel şiddetten çok daha tehlikelidir.“Sistematik kızgınlık, öfke ve nefret göstermek, yetersizlik hissettirmek, suçluluk hissettirmek, belirsizlik yaratmak, aşağılamak, alay etmek, sürekli eleştirmek, başkalarının yanında küçük düşürmek, sevdiği şeylerden mahrum bırakmak, zayıf noktalarını ve korkularını aleyhine kullanarak tehdit etmek ve korkutmak, onun sevdiği bir şeye ya da onun için değerli olan bir şeye zarar vermek psikolojik şiddetin en yaygın örneklerindendir.”

 

EOKA, bir taraftan harekete geçtiği günden itibaren, Kıbrıslı Türklerle bir davalarının olmadığını söylemiş diğer taraftan, kullandığı propaganda taktikleriyle onları korkutmaya, aşağılamaya ve sindirmeye çalışmıştı. EOKA bildirilerine baktığımızda Türklerle ilgili hep küstahça bir dil kullanıldığını görürüz. Örneğin incelediğim bildirilerde Türkler, “vandal,” “barbar,” “ayak takımı,” “Moğol” olarak geçer hep. Mesela eğer bir polis EOKA’cıyı yakalamışsa ve Türk ise, hemen Türk olduğu bildiriye eklenir ve “Alçak Türkler” v.s gibi sunulurdu. En önemlisi o dönemde öldürülen her Kıbrıslı Türk polis, ada Türklerini sokağa döküyor ve öfke içerisinde yakınlarındaki Rum mallarına zarar veriyorlardı. Grivas, anılarında dağdaki sıkı takipten kurtulmak ve İngilizlerin dikkatlerini dağıtmak ve Lefkoşa’daki olaylara yönlendirmek için bazen kasti bir şekilde Türk polislerini hedef olarak seçildiğini itiraf edecekti (French 2015).

eoka1

Kıbrıs’taki şiddet olayları, EOKA’nın devlet dairelerinde patlayan bombalarıyla başlamıştı. Fakat 1 Nisan 1955 günü İngiliz askeri hedefleri ve kamu binalarına konulan bombalar, sadece hükümeti değil Kıbrıslı Türkleri de çok korkutmuştu. Örneğin Türk mahallelerinin göbeğinde yer alan Posta Dairesi gibi devlet dairelerinde patlayan bombalar, herkesin kafasında “acaba bundan sonraki bomba nerede patlayacak?” gibi soru işaretleri bırakmıştı. Devamlı kendi yaşam alanlarının yanında  gerçekleştirilen saldırılar, çoğu zaman hedef kendileri olmasa bile onları çok korkutuyordu.

EOKA kendi toplumu üzerinde tam tahakküm kurabilmek için birçok Rum’u da infaz etmekten kaçınmamıştı hatta faaliyette oldukları 4 yıl içerisinde en fazla öldürülen kişileri Rumlar oluşturuyordu. “Hain,” “işbirlikçi,” “komünist” ilan edilen bu kişiler genellikle emsal olsun diye herkesin önünde infaz ediliyordu. Ailesinin önünde, kilisede, çarşıda gerçekleştirilen bu cinayetler halkı çok korkutmakta ve EOKA’nın emrine sokmaktaydı. Toplam 209 kişi bu şekilde öldürülmüştü. EOKA’nın verdiği zayiata bakıldığı zaman 21 polis haricinde 53 sivil Kıbrıslı Türk’ü de öldürdüğünü görürüz. Sivil Türklerin çoğu 1958 yılında yoğunlaşan toplumlararası çatışmalarda öldürülmesine rağmen, 1956 yılından beri devam eden Türk polis cinayetleri Kıbrıs Türk’ünün genelini çok korkutmuştu. Kahvede otururken gelen bir veya iki kişi aniden hedefteki adamı öldürüyor ve kimse bir şey yapamıyordu. Bundan dolayı kahveler yavaş yavaş ayrılmış, mekanlar etnik olarak homojenleşmeye başlamıştı. EOKA 1955 yılından itibaren ikide bir dükkanların kapatılması emri veriyor ve uymayanı vuruyordu. Karışık alışveriş yerlerinde dükkanları bulunan Türkler de eğer emre uymazlarsa tehdit ediliyorlar veya bir akşam dükkanları yerle bir ediliyordu. Örneğin Uzun Yol olarak bilinen Ledra caddesi ve en yoğun alışveriş bölgesi Ermu’da Türk tüccar kalmamıştı bir süre sonra. Tabii bu arada kurulan Volkan, 9 Eylül ve TMT gibi örgütler EOKA’yı kopya ederek toplumu kontrolleri altında tutmaya çalışıyorlardı. Rumlarla alışveriş yasaklanmıştı. Öte yandan EOKA ise İngiliz malı her şeyi yasaklatmıştı. Buna tepki olsun diye adada yaşayan bazı İngilizler de Rum dükkanlarını ambargo altına almaya karar vermişlerdi.

ingiliz-anti-eoka-bidirisi

Türklerin İngiliz işbirlikçisi ilan edilmelerinden sonra, iki toplumun arası iyice gerilmişti. Yüzlerce Rum’a çalışan Türk işçi işinden ayrılmak zorunda kalmıştı. Bunların çoğu daha sonra auxilari Polis olarak yazılacaklar ve tekrardan EOKA’nın hedefi haline geleceklerdi. Kıbrıs Türkü bir taraftan İngiliz yönetiminin kurallarına uymaya çalışıyor, diğer taraftan EOKA baskısını hissediyordu. Bunlara ek olarak kendini koruma adına çıkmış yer altı örgütleri de işin tuzu biberi olmuştu.

Bu arada propaganda savaşı da devam ediyordu. İngilizler her gün uçaklarla şehirlerin ve köylerin üzerine bildiriler atıyorlar ve herkesi EOKA’dan soğutmaya çalışıyorlardı. Veya onlara yardım edenleri korkutmaya çalışıyorlardı. Farklı farklı algı operasyonları yapılmaya çalışılıyordu. Diğer taraftan EOKA’nın ve siyasi kolu PEKA’nın tehdit dolu bildirileri her taraftaydı. Buna ek olarak Volkan bildirileri de kendini göstermeye çalışıyordu. Halk ne yapacağını iyice şaşırtmıştı. Devlet dükkanı aç diyordu, EOKA kapat, Volkan ise aç.

Bildiriler haricinde radyolar da propaganda amaçlı kullanılıyordu. Kıbrıs radyosu İngiliz yönetiminde hareket ederek Grivas ve EOKA’yı şeytanlaştırıyordu. Üç dilde de aynı mesajları veriyordu. Atina radyosu ise adeta EOKA’nın yayın organı gibi çalışıyordu. Sabah akşam anti İngiliz ve Türk propagandası yapıyorlardı. “Kahraman Yunan ulusu,” “yaşasın özgürlük savaşçıları,” “kahrolsun işbirlikçi Türkler” falan gibi yayınlar her gün her saatte duymak mümkündü. Diğer taraftan Ankara radyosu da Kıbrıslı Türklerin kaygılarını ve korkularını gidermek için, Türkiye’deki meydan mitinglerini canlı yayımlıyor ve yoğun bir “taksim” propagandasının mekanizması olarak çalışıyordu.

cypruseokaterrorist02

Bütün bu yayınlarda her şey abartılıyordu. Olmayan katliamlar, yapılmamış işkenceler birer gerçeklik gibi sunuluyordu. Veya diğer tarafın yaşanan cinayetler hep göz ardı ediliyordu. Gerçek adeta üç taraftan susturulmuştu.

Kıbrıslı Türkler işte böyle bir yanılsamanın içerisinde akıllarınca onlar da kendi propaganda makinelerini kurmuşlar ve hep bir ağızdan “yok oluyoruz” diye bağırıyorlardı. Bunu yaparak Türkiye kamuoyunu harekete geçirtmek istiyorlardı. Ve sonunda bunu da başaracaklardı. Kıbrıs bu dönemde Yunanistan’ın nasıl günlük hayatının vaz geçilmezi olduysa, aynen Türkiye’de de olmuştu. On binler meydanlarda toplanıp bağırmaktan usanmıyordu. En küçük şiddet hareketi büyütülüp sanki katliam gibi sunulmaya başlanmıştı. Bu arada Türkiye hükümeti kendi etkinliğini daha fazla hissettiriyordu. Böylece 1959 Londra/Zürih anlaşmalarının yolu bu tip atmosfer üzerinden döşeniyordu.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar