KÖŞEMDEN
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oyumuzu hangi nedenle kullanacağız? Mesela:
DAHA dün “Başbakan” olan, henüz başarı ve başarısızlıklarının bile değerlendirilemediği kısacık zaman diliminin sürpriz politikacılarından Sn. Tatar’ı seçmek için mi? Pekala hangi beklentilerle umutlarda?
Yada Cumhurbaşkanlığına aday olabilmek için dört siyasi partiden oluşan koalisyon hükümetinin yıkılmasına neden olacak kadar seçilme şansının büyük olduğu iddiasının sahibi Özersay’ı mı oylayacağız? Niçin? İki ayrı Devlete dayalı çözümü sağlaması için mi? Yada Dörtlü Koalisyon Hükümeti döneminde “hiç olmazsa” denecek bir politikada, KKTC’nin çıkarları uğruna Ankara ile makul ilişkileri bile oluşturamayan Erhürman’ı mı çıkaracağız sandıktan? Niçin? Federasyona dayalı çözümü gerçekleştirmesi için mi?
YADA TC Kökenli yurttaşlarımızın siyasi partisi gibi görünmesine karşılık seçim dönemlerinde renkten renge bürünen, bir gecede seçim sonuçlarını değiştirecek kabiliyet ve cibilliyetteki YDP’inin lideri Sn. Arıklı’yı mı oylayacağız? Neden?
Seçilirse bu kez TC kökenli yurttaşlara çekeceği kıyaklar yanı sıra Türkiye’nin istediği çözümü savunması için mi?
VE “bağımsız adayım” diyen Sn. Akıncı’yı bir kez daha niçin seçelim? Devri cumhur Başkanlığında seçilirken söz verdiği halde sağlayamadığı çözüm için mi?
Crans Montana bozgunu için mi? Güven duymamasına karşın müzakereler sürecinde Anastasiadis’in zamana oynamasını, geçen süre içinde sosyoekonomik yönden beterince açmazlara düşmemizi önleyecek tedbirleri alamadığı için mi?
ÖTE yandan: Beş Cumhurbaşkanı adayımız vardır ve tutun ki Anayasada yazılı olmasa da öteden beri gelen teamülle Kıbrıs sorununa yönelik müzakerelerde bulunma yetki ve sorumlulukları nedeniyle bu adayları oylayacağız ama şu soruları asla soramayacağız: Şöyle ki:
“Seçilirseniz nasıl bir sosyoekonomik politika saptayacaksınız?”
“Türkiye ile yılan hikayesine dönmüş Mali ve Ekonomik Protokolleri uygulayacak mısınız?”
“TC’den enerji naklini gerçekleştirecek misiniz?”
“Köylünün, çiftçinin, hayvancının, balıkçının desteklenmeleri politikanızı açıklar mısınız?”
“Mağusa limanı, yollarımız ve trafik konusunda hangi tedbirleri alacak hangi yatırımları gerçekleştireceksiniz?”
Eğitim sağlık politikalarınız nasıl olacak?” Vesaire…
…BİR süre önce kulağıma çalındı.. Anayasada değişiklik için tasavvurlar varmış..
Sizce de bu değişikliklerin (yukarıda dsa vurguladığım yetkisizlikleri nedeniyle) evvel emirde Cumhurbaşkanlığı yetki ve sorumluluklarından başlaması gerekmez mi?
Hatta artık bu memlekette asıl büyük ve kaçınılmaz değişiklikle, Rum tarafı ile mütegallibiyet esasında “Başkanlık sistemine” geçilmesi gerekmiyor mu?
***** 1974’DEN BERİDİR SÜREN YANLIŞLAR!
İmar Planı da gösterdi ki bu memlekette “sistemler” tutmuyor! Hatta gündeme gelseler de parmağını bile uzatıp dokunamazsın yanarsın… Çünkü yakarlar!
Aslında bu ülkede sahibi olmadığımız topraklar üzerinde ahkâm kesmekte olduğumuzu söyleyip yazmaya başladığımızın (ve başladığımın) üzerinden 46 yıl geçti. Ve zaten 46 yıldır da Kuzey’in sahibi olan bir Türk devletiyiz.
Ki bu küçücük toprak parçasını hâlâ sektörel anlamda sistemleştirip parsellere ayıramadık! Ki her sektör bir diğerine tecavüz ederek ve bazıları kanımızı keneler gibi emerek hayatiyetlerini sürdürüyorlar!
…OLAY önce yağması ve talanı ile “Rum’un malı” diye başladı! Sonra da bu yağma “puanlarla” tapulandırıldı ki hepsi de tümden “illegaldi!”
(1974’ün hemen sonrasında sağduyulu yurttaşlar, vatanını seven insanlar, “yapmayın durdurun bu yağmayı” diye yalvar yakar oldulardı…
Aksine sayıları 30 bini bulmayan Güney’den gelen hak sahiplerinin haklarını çiğnenerek, Kuzey’deki Rumlara ait mülkler “partizanca tutumlarla popülist çıkarlarda “yağma Hasan’ın böreği” gibi dağıtıldı! Ve hiç düşünülmedi:
NE bir gün nihai çözüm için Rumlarla masaya oturulacağı ne de bir gün o nihai çözümde Rum’a mallarının iade edileceği! Ne de “takas” şekli!
O dönemlerde çok zaman kaybettik! Devleti kuramamamızın en büyük nedeniydi söz konusu “yağma!” Nitekim “puan” olayını icat ederek herkeslere mücahitlik yada göçmenlik veya Güney’de kalan malları “değerlendirmelerinde” karşılığı belirsiz resmi devlet belgeli “puanlar” dağıttılar!
VE o “kişilere mahsus” puanlar bir süre sonra ellerden ellere aktarılıp, alınıp satılarak işte bugün artık üstesinden gelinemeyen büyük bir “rant ekonomisine” dönüştü!
Milletvekilliği seçimleri propagandalarında “vatan millet” denirken, kulislerde bu rant ekonomisinin pazarlıkları yapıldı! Ve her defasında seçim sonuçlarını “ranta dayalı kumpaslar” belirledi!
VAKTA ki gemi karaya oturdu, ranta kurban giden topraklarda, ekilip biçilecek tarlalarda inşaatlar nedeniyle ayak basacak topraklar bile kalmamacasına yağmalandı…
İşte o zaman “gitti memleket” denilerek ayağa kalkındı “imar planları” yapıldı ama çok geç!
ÇÜNKÜ bu memleket aslında daha 1974’ün hemen ardından gittiydi! Şimdi görüp işittiğiniz rahmetlinin okunan salâsıdır!
Ki asıl kıyamet bir gün olası bir çözüm aşamasında Rum’la mahsuplaşma zorunda kalırsak kopacak! Ki Evkaf malları bile kurtaramayacak bizi!