RUM KAFASIYLA ÇÖZÜM OLMAZ! - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 26, 2024
Köşe Yazarları

RUM KAFASIYLA ÇÖZÜM OLMAZ!

Eşref ÇetinelEşref Çetinel

Her halde dünyada bugüne kadar bir siyasi sorunu çözmek için bu kadar uzun süren müzakereler  gerçekleşmedi.

Bırakın Denktaş ile Kleridis arasında sürgit olanlarını.. Tutun ki 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin oluşturulması sancılarıyla başlayan Türk-Rum dolayısıyla devre devre Türkiye, Yunanistan, İngiltere ve artı BM’ler sekreteryasının da taraf olduğu “çözüme” ilişkin müzakereler, hiç hız kesmeden bugüne kadar geliverdi..


Şimdi ipin bir ucunda Sn. Tatar, diğer ucunda Anastasiadis var. Ve tabi BM’ler sekreteri ve ilgili görevlileri…

Barış Hrekâtını baz olarak alacaksak 47 yıldır da sorunu çözmek için BM’ler gözetiminde uğraşılıyor fakat bir arpa boyu yol kat edilemiyor! Aksine BM’ler ve Rum-Yunan tarafı için işler gitgide sarpa sararken Türk tarafı için şimdilerdeki kanaatle artık ortada çözülmesi gereken bir sorun kalmadı.. Bugünkü iki bölgeli iki toplumlu siyasi bölünme kalıcı bir çözümün kaburgasıdır, geriye kalan tarafların bu “kalıcılığı” kabul edeceklerine dair “çözüm metninin altına imzalarını atmalarıdır…

***

NEDEN SÜREKLİ TEKRRLIYORUM? artık bilinmeyen didiklenmeyen tarafı kalmadığı için bayatlamış olan Kıbrıs siyasi sorununun bu 47 yıllık çözüm serüvenini neden yine “köşemden” tekrarlıyorum?

Çünkü 1974’de doğanlar yada az öncesi az sonrası hayata gözlerini açanlar bu çözümsüzlüğe anlam veremiyorlar! Hele soruna “insan kardeşliği” vizyonundan bakılıyorsa hiç anlamıyorlar! Hatta diyorlar ki “neden ada bölünmüş kalsın?” “Neden küçücük adada iki etnik halk bir federal sistemde çözüm sağlayamasın?”

NEYSE ki bizim tarafta soruna bakış olarak daha çok egemen olan bu görüşün tırnağı kadarı bile Rum tarafında yoktur ki şimdilerde henüz “gemiyi karaya oturtmadık!”

Ne var ki gerçek şu ki artık siyasi sorun oyle geldi böyle gitmez! ***

46 YIL SONRA İLK BÜYÜK DEĞİŞİM: Öyle geldi böyle gider sürecinin önüne 46 yıl sonra ilk barikatı çeken Sn. Cumhurbaşkanı Tatar oldu.. Ve ne yptı?

Yüzünü sadece Rum tarafına değil, BM’lere de dönerek, “kabul eder veya etmezsiniz. Bu adada 46 yıldır iki ayrı bölge iki etnik halk ve iki ayrı devlet vardır. Çözüm istiyorsanız önce bu gerçeği kabul edeceksiniz” diyerek hem “müzakere masasında 46 yıldır çiğnene çiğnene tadı kaçıp vıcıklaşmış “federasyon” tezini gündemden attı hem de yerine “iki devlete dayalı” olan çözüm alternatifini koydu… ***

BUNDAN SONRA NE OLMALI? Kıbrıs Türk halkı olarak karar vermek zorundayız. Ki Türkı hlkı olarak hâlâ elimizde BM’lerin “etnik halkların kendi kaderlerini tayin etmek hakkı” olan (self determinasyon hakkı) vardır..

Nitekim Sn. Tatar’ın “iki devlete dayalı çözüm” önerisi bu “hakkın” kullanılmakta olduğunun ispatıdır.

Bir diğer ispatı da “Anastasiadis”in küplere binmesidir. (Yoksa lehine bir durum söz konusu olsaydı gıkını bile çıkarmazdı!) Oysa Sn. Tatar’ın önerilerinin katiyen kabul edilemez olduğunu, masada ancak federasyonun görüşülebileceğini söylemektedir..

RUM tarafının bu “federasyon aşkının” nedenini tabi ki çok iyi biliyoruz. Çoğunluk tezini kullanarak sağlayacağı siyasi avantajlarla tüm adanın egemeni olacağı kapıyı her zaman açık tutmak açıkgözlüğü. (Ki bu kadar açık seçik tüm adayı yutma politikasının neresi açıkgözlük olur ki orası da ayrı mesele!) ***

SON SÖZ YİNE BİZİMDİR: 5 artı 1 katılımlı müzakerelerin gündemi elbette, “hele bir masaya oturalım düşünürüz” keyfiliğinde olamaz. Ki yıllarca denendi bir faydası olmadı..

Karar şu olabilir: Rum tarafı önce KKTC’i tanımalı, sonra tanınmış iki egemen devlet olarak “federasyonu” tartışmak için masaya oturulmalıdır. Yoksa Rum tarafı 1960’lardan kalma Kıbrıs Cumhuriyeti ahkâmlarında  tüm adanın sahibi oluğunu iddia ederken KKTC’i “korsan devlet” ilan ederek, üstelik Türkiye’nin işgalindedir diyerek bu adada çözüm olması mümkün değildir! Kaldı ki artık Doğu Akdeniz’e de sahiplik koymaya çalışıyor ki  çözüm ne kelime! Türkiye ile tam bir çatışma hazırlığında!

Hani deriz ya: Filistinlilerle Yahudiler anlaşmamak için anlaştılar. Öylesi bir kronik siyasi sorun yaratılması istenmiyorsa Rum tarafı “KKTC”i tanımalıdır..


KISACA TAKILDIĞIM: (KEÇİ CAN DERDİNDE KASAP ET DERDİNDE OLMAMALI!)

Hayır! Asla böyle bir ikileme düşmememiz gerekir.. Virüs’ün toplumu sadece bulaşı ile  değil; yarattığı sosyoekonomik vurgunuyla da darmadağın etmesine özellikle de psikolojik yönden yıkmasına izin vermemek gerekir..

En küçük toplumsal zafiyetimiz pandemi karşısındaki yenilgimiz olacaktır. Ki bize yabancı olmadığı ve pek çok yurttaşımızın ölümüne neden olduğu için biliyoruz: İngiltere öylesi bir sosyoekonomik tutum yüzünden en çok ölümlere davetiye çıkartan  ülke oldu..

Pandemi karşısında büyük bir korku yaşasak ve alınan tedbirlere canımız sıkılsa da itiraf edelim bugüne kadar başta Pilli ve Sağlık Üst Kurulu olmak üzere tedbirler konusunda başarılı oldular..

ANCAK KAÇINILMAZ GERÇEKTİR:                      Ki Başbakan Saner açık seçik itiraf etti. “Sağlık Üst Kurulu sadece pandeminin yayılmasını önlemek için tedbirler alır. Ama hükümet bu tedbirleri uygularken memleketin ekonomisini de dikkate alır.” Fakat hangi oranda ve ne kadar?

Mesela dün de Köşemizin konusu olduydu: Üniversite öğrencileri KKTC’ye gelebilecekler.. Bu kararı almak ötesi ekonomiyle ilgili kararları almaktan çok daha zordu. Dolayısıyla şunu da anladık: “Hükümet ayni zamanda iktidarının sağlığını da düşünmek zorundadır.. Sonuçta seçim günü geldiğinde başarısıyla başarısızlığı oranında oy alacaktır da ondan!

TABİ ki hükümet, “beni seçmenin oyu değil, memleketin sağlık ve afiyeti ilgilendirir, dolayısıyla canlar sıksam da doğru olan kararları alır uygulamaya sokarım” diyemez…

Nitekim şimdilerde CTP kanadı hükümeti bizim “başarılıdır” dediğimiz aldığı tedbirleriyle değil, önerdiği halde tüm partilerden oluşacak bir üst kriz komitresi oluşturulmasına yanaşmamakla eleştirmektedir..

Peki CTP neden hükümet üstü böyle “ulusal nitelikli” bir kurul oluştumak istemektedir? Tabi ki sahada olmak için. “Mücadelede biz de varız” imajını çakmak için.. “Biz böyle kriz dönemlerinde varız” dedirtmek için…

Bu her siyasi partinin böylesi “zuhuratlar” dönemlerinde kendini (sonuçta “hizmet ve katkısıyla) halkın ve seçmeninin beğenisine sunma fırsatıdır, yadırganacak fiskelik tarafı da yoktur..

Yeter ki “birlik ve beraberliğin çok gerekli olduğu  gerçeğine karşın yine o kısır döngülü “iktidar muhalefet tartışmalarına düşülmesin..”

OYSA ne oldu? Başbakan Saner Erhürman”ın bu önerisine, toplumsal barışla birlikteliğin çok gerekli olduğu böylesi virüslü bir dönemde, “gölge etme başka ihsan istemeyiz” diyerek cevap verdi! Hem de memleketin görüp göreceği en büyük felaket döneminde! Bravo mu diyelim?

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar