O, benim babamdı… - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 26, 2024
Köşe Yazarları

O, benim babamdı…

Köş, MoreketMehmet Moreket

Bugün öğretmenler günü. Sadece kuru bilgi değil, sevgiyi, saygıyı, değerleri, kültürü aktaran, “insan” yetiştiren olmalı öğretmen. Bunu yapabilen öğretmenleri kutlarım…

 

Babam Derviş Moreket de öğretmendi. Hayatını gezdiği onlarca köyde, yüzlerce öğrencisini geleceğe en iyi şekilde hazırlamaya adadı. Eylül 1971’de göçüp gittiğinde, bize her zaman gururla taşıyacağımız tertemiz bir soyadından başka bir şey bırakmadı. Ama bıraktığı o ‘miras’ o kadar büyüktü ki, 4 kardeş ve 6 torun 40 yıldır bitiremedik.


17 Aralık 2011’de, bu köşede babamı yazmıştım. Bugün bir kez daha aynı yazıyı paylaşmak istedim. Bugünü ve elli yıl öncesini düşünüp, nereden nereye geldiğimizi hatırlayalım istedim…

“49 yıllık öğretmenlikten sonra emekliye ayrılırken, sütten yeni kesilmiş çocuğun duyduğu acıyı duydum” diyen rahmetli Orhan Seyfi Arı’nın, yarım asır sürdürdüğü mesleğinden emekli olduktan sonra yazdığı ve ölümünden bir hafta önce tamamladığı Gençlere Öğütler isimli kitabındaki , ‘Derviş Moreket’ten paha biçilemez sözler’ başlığı dikkatimi çekti. Bahsettiği kişi benim babamdı… Bu köşeyi kişiselleştirmekten hiç hoşlanmam. Ama bugün eğitimin geldiği noktayı gördükten sonra, bundan 50 yıl önce, bir öğretmenin yaşadıklarını herkes de bilsin istedim… Orhan Seyfi Arı Öğretmen Koleji son sınıfta yaşadığı bir olayı şöyle aktarmış kitabında:

15 günlük yılbaşı tatilim için küçük köyüm Lapityu’ya gittim. Köyün öğretmeni lise arkadaşlarımızdan Derviş Moreket’ti. Lisede iken benden üç sınıf yukarıda, hepimizin sevdiği bir ağabeyimizdi…
Onu Kıbrıs’ta büyük küçük herkes tanıyor, pek seviyordu. Daima gülen yüzü, şen ve şatır bir tavrı vardı. O Kıbrıs’ın nadir yetiştirdiği futbol yıldızlarındandı. Hem Türk Lisesi’nin hem de Kıbrıs Türk Spor Kulübü’nün en güzide oyuncularındandı. Kıbrıs’ın biricik Moreket’i idi o…
Yıllar geçti, Moreket öğretmen oldu ve şimdi köyümde bulunuyordu. Köyümde geçireceğim bu tatil günlerinde en çok onunla beraber olacaktım. Haftalarca yağışlı geçen ağır bir kıştı o sene. Bir gün evimizde pişen biraz çorbayla biraz yemeği Moreket’le beraber yiyelim dedim. Hazırlanıp ona gittim. Evlerimiz yakındı.
Ben, Moreket beraberce bir yemek yiyelim, demi hazır olanlardan bir şeyler getirdim dedim. O, zahmet ettin Orhan, ben de yemeğe hazırlanıyordum dedi. Masayı odanın ortasına çekti, üzerini birkaç gazete ile örttü ve benim getirdiklerimle beraber bir miktar zeytini de masanın üzerine koyarak ‘ Haydi gel Orhan’ dedi. Ben ‘Bu soğuk günlerde yemek pişirmek herhalde zor oluyor’ dedim. O, ‘Yok Orhan islimim on günden beridir bozuktur. Tamir ister. Bu kötü havalarda köyden çıkıp kasabaya inemiyor kimse, öylece duruyor. Odunlar da adam akıllı ıslandı, bir türlü yakamadım dedi. Ne yiyecektin Moreket bugün dedim. O, ‘Allah’a şükür birkaç şişe pekmezim, biraz zeytin, biraz hellimim var. Muhtar Mehmet Efendi ve senin peder ara sıra hatırımı sorarlar, sağ olsunlar’ dedi. Sofraya oturduk. Daha başlamadan, yatağa yağmur damlamaya başladı. Kalktık yatağın yerini değiştirdik ve tekrar masaya oturduk. Moreket hem yiyor, hem konuşuyor hem de gözünü karyoladan ayırmıyordu. Ve şöyle devam etti: Akşam hiç uyamadım. Bizim tavan delik deşik. Karyolayı neye çektimse olmadı. Yorgan adamakıllı ıslandı. Hesapta burası iyiydi. İşte burası da akıtıyor. Anlaşılan havalar açmadan rahat edemeyeceğiz dedi.
Okul hatıralarımızdan, okul arkadaşlarımızdan konuşa konuşa yemeği bitirdik. Ben onun ev durumuna çok üzülmüştüm. Moreket çok iyi yetişmiş bir şehir çocuğuydu. Dağ başındaki bu ıssız yer ona göre değildi. Moreket dedim sana başka bir okul bulunamaz mı? O, ‘Yok Orhan vatanın her yeri bizim için birdir. Sen gitmezsen, ben gitmezsem kim gidecek? Bu küçük fakir köyün çocukları ne olacak’ diye cevap verdi. Mahcup oldum, sustum.
Öğretmenlik mesleğine hazırlandığım sıralarda bu kıymetli meslektaşımdan duyduğum paha biçilemez sözler, yıllar sonra beni bir yanılgıdan kurtardı, bana teselli oldu. 1953 yılında Baf kasabasında, yeni açılan Akıncılar Ortaokulu’na naklim istenmişti. Bütün zorlamalara rağmen olumlu cevap veremedim. Çünkü Baf’ı çok seviyordum. Sonradan büyük zorlamalar sonucu Akıncılar’a gittim.
1953 Baf depreminden dolayı çoluk çocuk hep dışarıda olduğumuz için durum perişandı. Ailemi çadır altında bırakıp Akıncılar’da işe başladım. Yaşamaya alışkın olduğum yerlerden çok farklı bir yerdi burası. Bir an ben, suyu, elektriği olmayan, yolları berbat, ağaçtan, çiçekten yoksun bu köyden ailemle nasıl yaşarım diye düşünürken ideal öğretmen Moreket’in 13 yıl önce bana söylediklerini hatırladım. Böylece oraya gitmemek için yaptığım isyandan mahcup oldum ve büyük bir şevkle çalışmaya koyuldum. O zaman okuması yazması çok az olan Akıncılar köyünün temiz Anadolu köylüsünden farkız olduğunu gördüm.
Akıncılar köylüsü, medeni diye bilinen yerlerdeki pek çok insanın sahip olmadığı güzel hasletlere sahipti. Bu yüzden de çalışmaya güç buldum. Akıncılar köyünde de mesleğimin en tatlı anılarını yaşadım. Çok çalıştığıma ve faydalı olduğuma inanıyorum. Köyden ayrıldıktan 30 yıl sonra dahi ben ayrıldıktan sonra doğanların bile beni tanımaları ve benden bahsetmeleri bunun bir kanıtı olsa gerek. Savaş zamanında vatanı korumak elbette ki şarttır. Fakat barış zamanında vatanı korumanın tek silahı okumaktır. Böylelikle Moreket gibi daha sözü edilmeyen kaç mücahidimiz var kim bilir. Kıbrıs toplumu elli yıl içerisinde sıfırdan bu mutlu yıllara ulaşmışsa elbet bu isimsiz mücahitler sayesinde olmuştur. Yaşayanlara hürmetler, göçenlere rahmet olsun”.

 

YERİN KULAĞI VAR

VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN:

Emirname tartışmalarına dahil olan örgütlerden birisi de Müteahhitler Birliği. Başkan Gürcafer, emirnameye destek verenleri eleştirerek, “Akıl işi değil. Kıbrıs Türkü varlığını nasıl sürdürecek” açıklamasını yaptı. Gürcafer’e göre bu adadaki varlığımızı sürdürmenin tek yolu, sahillerimizi parsellemek, buralara çok katlı binalar yapmaktan geçiyormuş. Ne kadar çok katlı bina yaparsak varlığımız da o kadar çok sürecek demek ki. İnanın bu sözler komik bile değil…

 

HALK NEREDEYDİ:

Katılımcı demokrasi diye bir olgu var. Zamanında rahmetli Raif Denktaş’ın savunduğu. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve halkın özellikle bölgesel sorunlarda söz sahibi olması anlamına geliyor. Şu emirname meselesine bakıyorum da, kavgayı sermaye ile hükümet arasında görüyorum. Peki halk nerede? En azından partilerin bölge örgütleri üyelerini bilgilendirmiş olsalardı, o toplantıya halkın kendisi de katılır, geleceğine sahip çıkardı. Halkta büyük bir umursuzluk, partilerde örgütsüzlük var…

 

“SON ADIM”:

Cumhurbaşkanlığı Danışmanı Meltem Samani, Kıbrıs sorununda “ciddi ilerlemeler sağlandığı” söylenebileceği gibi, Crans Montana’dan itibaren yaşanan hayal kırıklığı nedeniyle “yine hiçbir şey olmadı” da denilebildiğini ifade etti. Samani, federal çözüm modelinde, tüm tarafların kabul edebileceği formülün detaylarına kadar ortaya çıkmış olduğunu ve geriye son adımı atabilmenin kaldığını da söyledi.  Meğer Kıbrıs sorunu çözülmüş de bizim haberimiz yokmuş. Keşke Anastasiadis de Samani kadar iyi niyetli olabilse…

 

NELER OLUYOR:

Türkiye Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu geçtiğimiz aylarda Rum lider Anastasiadis’le görüşmüş ve bu görüşmenin, Cumhurbaşkanı Akıncı’nın bilgisi dışında gerçekleştiği iddiaları tartışmalara neden olmuştu. Önceki gün bir adım daha atıldı. Çavuşoğlu bu kez de AKEL Genel Sekreteri Kiprianu’yu Ankara’da ağırlayıp görüşmüş. Bir buçuk saatlik görüşmeyle ilgili taraflardan herhangi bir açıklama yapılmaması, Kıbrıs Türk tarafının yine  devre dışı bırakılması, Türkiye’nin, Rum tarafını muhatap alıp görüşmesi kafalarda soru işaretlerine neden oldu. Yakında bunun da kokusu çıkar…

 

KİMİ KİME ŞİKAYET:

Turizm ve Çevre Bakanlığı Bütçesi dün Komite’deydi. UBP milletvekili Faiz Sucuoğlu da bir konuşma yapmış ve “5 yıldızlı otelde doyuma ulaştık. Hatta 5 yıldızlı otellerden boğulduk” demiş. Ayrıca, turizm gelirinin yerli halka yansımadığını söylemiş. Aynı fikirdeyim. Ancak bu bahsettiği sorunların yaratıcısı kim acaba?…

 

TERCİH SİZİN:

“İlle de ben yerli patates yiyeceğim” diyorsanız kilosuna 12.95 lira ödeyeceksiniz. Yok eğer “bu fiyata patates mi olur” derseniz, o zaman TÜK’ün Türkiye’den ithal ettiği ama tadı ve görünüşü bizimkiyle alakalı olmayan patatesi, kilosu 3.80 liradan alıp tüketeceksiniz. Hani derler ya, demokrasilerde çare tükenmez diye. Hükümet de çareyi böyle bulmuş, tercih sizin…

 

ZİRVEDEKİLER

DPÖ: TC Elçiliği’nin Ekonomik Durum Raporu’nun ardından, Devlet Planlama Örgütü de “Ekonomik ve Sosyal Görünüm” kitabı yayınladı. Aslında bunlar önemli envanterler. Ekonomiyle ilgilenenler, siyasiler ve biz gazeteciler için bulunmaz kaynaklar. Ellerinde 2018’in ilk yarısına ait veriler de var. Keşke onlar da kitaba girebilseydi. Yine de bu çalışmanın, DPÖ’nün geçmiş yıllıklarına bakarak, çok daha kapsamlı olduğu görülüyor. Emeği geçenleri kutlamak lazım…

 

 DİPTEKİLER

Sorumlusu Kim?: Adam 8 Kasımda ön izinle çalışmak için KKTC’ye geliyor. Adaya gelişinden 16 gün sonra aynı gün 3 araba ve kendi kaldığı evi kundaklıyor. Polise verdiği ifadede psikolojik sorunları yanında ailevi sorunları olduğunu söylüyor. Peki ama böyle psikolojik sorunları olan birisi elini kolunu sallayarak, sağlık raporu sorulmadan bu ülkeye nasıl girebiliyor, birileri bunun cevabını vermeli…

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar