KKTC’nin çapı kadar varlığımız ve yalnızlığımızla sürdürdüğümüz yaşamlarımıza huzur ve sükûn arıyoruz ama nafile!
Çünkü artık dünyanın halleri de iyi değil! Tutun ki Mağripten Maşrıka diyeceğimizce Uzak Doğu’dan Yakın Doğuya, Kuzey Kutbundan Güney Kutbuna kadar “Yuvarlığın” her tarafı karmakarışık. Savaşlar, açlıklar, göçler, doğasal felâketler sarmallarında bir dünya..
Ve bu “dünyada” rahmetlik dedemden beridir daha 1. Dünya Savaşı bile yaşanmamışken tutun ki 1872 yılından bugünlere, Kıbrıs denilen lanetli adada “var olma savaşımı veriyoruz..
Doğrusu kolay olmuyor! Çünkü “Levantin” kökenli komşumuz da benzer dertten muzdariptir, tek farkla:
Onların derdi tümden adaya egemen olmak! Dolayısıyla bir şekilde Türk halkını ya göçe zorlamak yada tabaları haline getirip etkisizleştirmek..
SAKIN ola “hayır yoktur öyle bir şey” demeyin tam tamına durumumuz budur ve içimizdeki bazı insanlar da Güney Rumunun bu politikasına bilerek yada bilmeyerek veya kişisel çıkarları uğruna çanak tutmaktadırlar.
Ki bu gelişmelerin hiç yabancısı değiliz.. Her devrede bu adada Rum’la didişerek, savaşarak, gün geldi iki bölgeye ayrılarak ve iki devlet statüsü oluşturarak geldik bugünlere..
Ancak didişme kapışma, hatta, ihtimal ki yeniden savaşma olasılıkları hiç bitmedi hâlâ Demokles’in kılıcı gibi başımızın üzerinde durmaktalar!
Üstelik her iki halk da kendini dünyanın odağı sanma gafletinde debelenmekte! Nitekim dışımızda olup bitenler tırnak kadar bizi ilgilendirmiyor!
Mesela Şimdilerde tek derdimiz paylaşamadığımız Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yatakları bir, müzakereleri yeniden nasıl başlatalım iki..
Ha, bir diğer olay da artık araçlarımızla Güney’de ve Kuzey’de kendi sigortalarımızla seyahat edebilme özgürlüğüne kavuşma istemimiz. Yani siyasi statü yönünden birbirimizi az biraz daha tanımamız..
Doğrusu ya zaten epey oldu ne Rum tarafı bizimle ne biz Güney’le aradaki bazı küçük olaylar dışında uğraşıp didişmiyoruz. Tutun ki araya 1974 savaşı girmiş de olsa birbirimizi öncesi yıllardaki kadar yadırgamıyoruz..
Nitekim Mağusa’da Perşembe günleri kurulan “Açık Pazar”a küme küme Rumlar da gelmekte.. Bu nedenle satıcılar Rumca öğrenmeye bile başladılar Rumca çağırıp pazarlık yapıyorlar!
Ben bu gelişmelere abartmadan “işte barış” derim..
Fakat ayni barışçı yaklaşımı 1974’den beridir aramızdaki TC kökenlilere ve Türkiye’ye yazık ki gösteremiyoruz. (Yarın bu sorunu bilmem kaçıncı kez olacak ama bir daha anlatacağım.)
**********
SORUNLAR YUMAĞI BÜYÜDÜ..
Sadece yeni hükümetin değil. Gelip giden Hükümetlerin de korkulu rüyaları olan ve KKTC’nin iki yakasının bir yere gelmesini engelleyen “bütçe yetersizliğinin” Yani parasızlığın Tatar Hükümetini de sarmaya başladığını düşünüyorum.
Ancak tam bu sırada Sn. Başbakan’ın yanına yardımcısı Özersay’ı da alarak “Erdoğan’ın davetlisi” olarak Beştepe’ye gitmesini de “ışığın gözükmesine” yoruyorum.
Çünkü sadece son Hayat Pahalılığı ödeneğinden yüzde 2 kesinti yapılması bile Hükümetin “parasal darlık” içinde olduğunun ispatıyken bu ziyaret önemli olmalı..
Kaldı ki Sn. Tatar söylüyor. “Her ay diyor 70 bin kişiye maaş veriyoruz!”
Ve çok iyi biliyoruz. Eğer Ankara’dan pompalanan parasal yardım olmasa KKTC gelirleriyle kendini idame ettiremez, hazine batar!
İYİ bir ekonomist olmasına karşın KKTC’i sadece “ekonomik becerilerle” çekip çevirmenin mümkün olmadığını bilmeli ki Sn Başbakan’ın diline pelesenk “Türkiye” adı düşmüyor!
Nitekim bu nedenle olmalı Erdoğan’la ilişkilerini sıcak tutmaya çalışan Başbakan, zaman zaman, “Türkiye bana ve UBP’e güveniyor” söylemini tekrarlıyor.
“KARŞILIKLI güven duygularını” öteden beri önemserim.. Ne var ki Barış Harekâtından bu yanadır TC’den “aceleci ve sorumsuzca nüfus kaydırılması nedeniyle bu “güven duyguları” çok yara aldı!
Dolayısıyla Ankara’ya nüfusumuz kadar nüfusunu aramızda barındırdığımızı, Başbakan’ın “her ay dağıtıyoruz” dediği o 70 bin çekten küçümsenmeyecek oranda TC kökenli yurttaşların da yararlandığını.. Sürekli TC’den KKTC’ye insan ve yatırım akışı olduğunu.. Ancak sonucunda elde edilen parasal gelirlerden hazineye kaçta kaçının aktığının bilinmediğini.. Buna karşılık memlekette kazanılıp sermaye birikimi olacak meblağın hâlâ TC’e aktığını…
Doğrusu ya Ankara’ya ne kadar etkili anlatabildiğinin şüphesindeyim! Oysa 350 bin nüfuslu bir devletiz. Sadece Lüks otellerin Casinolarından sağlanacak vergilerle kuyruğu doğrultmak mümkün.. Yeter ki “denetim mekanizması” çalışsın..
Nitekim On yediyi aşkın Üniversite sahibiyiz ama Afrikalardan, Uzak Doğu’dan, yakınımızdaki üçüncü ülkelerden gelen öğrenciler bile (hayret ki hayret) bize para bırakacaklarına inşaatlarda, lokantalarda, yada diğer işyerlerinde çalışarak paramızı söğüşlüyorlar! (Olayın bir kısmı espri de olsa meali gerçektir ama!)
Kısaca Tatar Hükümetinin ömrünün ne kadar olacağını, Mali ve Ekonomik Protokolü uygulayabilecek mi bilemiyoruz!
Fakat KKTC’nin artık yeniden yapılandırılmasının gerektiğini biliyoruz.
Sonuçta sorunlar çözülmediği için yeni sorunlar doğuruyorlar.
Sonuç? İşte hendek işte deve! “Atlayamam geçemem yok! Geçilmeli..