Türkçeyi iyi bilmeyen bir yabancı için “gelecek” kelimesi “bir şahsın “geleceği, ziyareti” anlamında da algılanır, Arapça “mazi”nin karşılığı olarak kullanılan “gelecek” anlamında da!
Tabi bu kafa karışıklığı bizim için önemli değildir çünkü bizde kelimeler “at kafadan gitsin, yuttur, aldat, vaatte bulun” gibi fiiller için kullanılır
NİTEKİM O nasıl bir sarhoşluksa ki hâlâ ayılamadık 1974 Barış Harekâtı sonrasından bugünlere dek zannediyoruz ki beş on kişiyle bir siyasi parti kurup, her yıl erken seçim yapıp, ardından zar zor kurulan koalisyon hükümetleriyle, asla uygulanmayan, uygulansa da yüzlere gözlere bulaşan “plan programlarla” memleket yönetilir!
“Basireti” olmayan (yani usu gitmiş safrası kalmış o kelimedir ki) geleceğe bakarken bir adım ötesini görememenin körlüğünde, tutun ki bugünlerin KKTC’sini yarattık!
Yani ne? Artık ve istense de yapılanların yıkılıp yeniden yapılamayacağı! Çarpıklıkların düzeltilemeyeceği! Kayıpların giderilemeyeceği! Ne kadar çabalanırsa sorunların üstesinden gelinemeyeceği! “Geri dönüşümün” hayal olduğu! Bir KKTC kadavrası!
MESELA hadi isteyin de istediğiniz için o özlemle andığımız geçmişin dantele gibi işlenmiş cicim Girne’sini yeniden yaratın!
Hadi isteyin de o bulvar dediğiniz çift şeritli yolları trafik kazaları felâketinden kurtarın.
Hadi isteyin de gitgide beterince azan çevre kirliliğinin önüne geçecek tedbirler alın.
Hadi isteyin de imar iskân için harcanan toprakları yeniden tarıma kazandırın.
Hatta hadi isteyin de tüm sektörlerde kamu görevlerinde büyük eksiklikleri nedeniyle büyük zararlara uğradığımız “denetim mekanizmasını” çalıştırın!..
GELECEĞİ hiç düşünmedik! Şu kadar yıldır hep günü birlik yaşadık ama her hükümet kurulurken plan programlar yaptık!
Türkiye ile imzaladığımız fakat hiç birini gerçekleştirmediğimiz “Mali ve Ekonomik Protokoller de cabası!
FAKAT: Eğer çözüm olmaz, eğer çözümle birlikte dışımızdaki güçlerin yardımlarıyla en azından kalanları kurtarmaz, rant ekonomisinden demografik yapımızın bozulmasına kadar; kendimizi yeniden yıkıp yaratacak, restore edecek bir yenileşmeye toplumca baş koymazsak yazın bir yere kuzey’i “yaşanamaz” hale getireceğiz..
HA! Diyeceksiniz ki bu ne şiddet ne celal! Nedir bu karamsarlık, ne oldu ki?
Anlamadım: Daha ne olmasını görmek isterdiniz ki göresiniz!
*****
GUTERRES’İN 7. MADDESİ NE OLMALI? Yukarıda başladıktı devam edelim. Çünkü 45 yıldır “1974 Barış Harekâtıyla zaten çözüm olduydu” diyoruz ama bir yandan da “olmadığının” gerçeğinde müzakere masalarında ömür törpülüyoruz!
Şimdi gene başladık: Bu kez Berlin’e taşınacağız.
Düşünün sorun bizim sorunumuz, Türkiye’nin Yunanistan’ın sorunu ama nedense “tartışmasıyla çözüme yönelik anlaşma olasılıklarını” gidip Berlin’de görüşeceğiz. Zaten sonuncusunu da Cenevre’de yaptıktı çok da şenlikli olduydu!
Bu kez durum vaziyetler eskiye oranla farklı. Çünkü Crans Montana’daki maçın rövanşı olacak! Üstelik “Guterres’in 6 maddelik önerileriyle!”
O önerilerin üçlü müzakerelerde yeniden masada olacağını söylemek kehanet olmayacak. Çünkü Türk ve Rum liderlerinin çoktandır artık çözüme ilişkin birbirlerine “yeni” diye söyleyip önerecekleri sermayeleri kalmadı, hepsini de harcayıp tükettiler!
TUTUN ki Guterres önerileri tabi ki “müzakere sürecini” kurtaracak ama çözümü değil!
Ancak “Beşli Müzakereler” sonucunda belli olacak ki Türkiye Yunanistan ilişkileri düzelmezse zaten “çözüm” hayal olmaya devam edecek!
ÇÜNKÜ: Düşünün, çözüm arayışlarını iki toplum arasında “iyi niyet ve iyi komşululuk ilişkileriyle sulayıp yeşertmek gerekirken, görüyoruz ki hem Doğu Akdeniz’de sorun üstüne sorun yaratılıyor hem Ege’de hem de Bölge konjenktürü içinde… Yetmiyor ama!
ŞİMDİ de “Hellim” için tartışıyoruz. Menşe adı ve patentinin Rum ile paylaşılması olayı!”
Kaç yıldır AB bu konuda “karar veremiyor!” İki toplum kendi aralarında bir araya gelerek Kıbrıs’ın “alameti farikalarından” biri olan hellim konusunda bile anlaşamadılar!”
ARTIK birileri bunu Guterrse’e hatırlatsın da Berlindeki şu müzakere safhasında “önerilerine 7. Madde olarak” hellim sorununu da eklesin!
*****
KISACA TAKILDIĞIM: (GENE GIDA SORUNU!)
Başta kanser olmak üzere türlü çeşitli hastalıklarla boğuşan toplum durumuna geldik..
Oysa bu durum, ne adanın coğrafi konumu ne iklimi ne de insanlarının çalışma koşullarıyla bağdaşmıyor. Kıbrıs insanı siyasi sorunlarına karşılık şen şakrak eğlenmesini seven insanlardır..
Buna karşılık eğer hastalıklardan kurtulamıyorlarsa (kanser gibi) yiyip içtikleri ciddiyetle denetlenmelidir.. Mesela iddia ediyorum. Pek çok AB menşeli ithal gıda maddeleri “kullanım süreleri” geçmek üzereyken çok ucuza satın alınmakta, burada süreleri geçse de “taze” niyetine tüketiciye satılmaktadır..
Çok basit bir örnek: Ayni marka gıda maddeleri mesela peynir ürünlerinde, Rum ve Türk taraflarında “tat, ambalaj” gibi farklılıklar gösterir!
…Kısaca bu ülkede öteden beridir “marketlerden” alışveriş yapan tüketiciler istismar edilmektedirler. Denetim diyoruz da başka bir şey demiyoruz!