BUNALTAN HAVA, BULANIK DURUMLAR VE ZAVALLI KAREN FOGG - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Salı, Nisan 23, 2024
Köşe Yazarları

BUNALTAN HAVA, BULANIK DURUMLAR VE ZAVALLI KAREN FOGG

Nazar ErişkinNazar Erişkin

Seçim dönemlerini pek sevmem. Meslek gereği, takip etmek gereken daha fazla açıklama olduğundan ya da seçim sürecine, seçim gecesine yönelik hazırlığı bol, yoğun ve stresli bir süreci beraberinde getirmesinden ziyade; adayların/partilerin güttükleri politika ya da propaganda metodları; kullandıkları dil, kendilerini destekleyen kitle ile olan ilişkilerine tanıklık etmenin zaman zaman içimi bulandırması nedeniyledir bu sevmeme hali…

Geçtiğimiz hafta Metin Münür’ün yazdığı ve adeta 4’lü koalisyonun bozulup UBP – HP hükümetinin kurulması öncesi pazarlıkları; güdülen öncelikleri ortalığa saçtığı yazısı da, yeni bir iç bulantısına neden oldu bende. Ülke siyaseti açısından “normal” kabul ettiğimiz pek çok konudaki edilgenliğimizi bir kez daha yüzümüze vurması bir tarafa; Cumhurbaşkanlığı makamı için yarışacak adaylardan birinin, o makama gelmek uğruna uzun vadede izlediği gizli gündemi, diğerinin ise uygun ya da yeterli olmadığı bilinmesine karşın, parti içi hesaplaşmalar nedeniyle o makama aday olması için adeta itildiği şeklindeki iddialar hayli can sıkıcıydı. Yazı, hükümetin küçük ortağını kahramanlaştırıp, büyük ortağını ise dibe gömme amacı taşıyor görüntüsü vermesine karşın; uluslararası anlamda toplum lideri sıfatıyla bizi temsil edecek olan bir makama talip iki ismin, hükümetin iki ortağının bu tarz gündemlerle seçim yarışına dahil olduklarına dair iddialar, son dönemde giderek daha çok sorguladığım ülke siyaseti ile arama mesafe koyma isteğini perçinledi.


Aynı yazıda hakkında oldukça sert söylemlerin yer aldığı UBP Genel Başkanı, Başbakan Ersin Tatar’ın bu iddialara ve eleştirilere nasıl bir yanıt vereceğini merak ediyordum. Uzun yıllardır milletvekili, bakan ve başbakan olarak, onlarca programda ağırladığım, maskesiz bir insan olarak tanıdığım Tatar’ın cevabı; seçim çalışmaları çerçevesinde bulunduğu salonda, son derece sert bir üslupla yaptığı konuşmayla geldi. Benim kulağımın algıladığı, belki öyle olmasını umduğumdan, sonradan Rauf Denktaş – Mehmet Ali Birand diyaloğunu hatırlatarak yapılan paylaşımlardan farklıydı. Ancak kullandığı seksist dilden mi başlasam, mikrofon olmasına karşın hayli yüksek sesle bağırarak konuşmasından mı bahsetsem, salondakilerin tüm bu üslubu onaylar ve destekler haldeki tezahüratlarıyla mı bitirsem, ne yapsam ne etsem de bu halin bende yarattığı hissi anlatsam bilemiyorum. Seçim sürecinin henüz başındayken ve resmi propoganda süreci başlamamışken bu kadar gerilebilen sinirlerin, bugün hükümet ortağı olan iki partiyi sürecin sonunda ne hale getirebileceğini ise düşünemiyorum. Sanırım bununla ilgili hesap, Cumhurbaşkanlığı Seçimi sonrası kesilecek ve adı da erken seçim olacaktır fakat hep söylediğim gibi bu durum sokaktaki vatandaşın çözülmesini beklediği temel sorunlara çözüm olmak konusunda ne vaat ediyor, üzerinde durmamız gereken asıl konu da bu gibi görünüyor.

Federasyon temelli bir çözüm modelini savunan adayların sayısı ise 5 Şubat itibariyle resmi olarak ikiye çıkmış olacak. Yeniden göreve talip olmak yönünde karar aldığı bilinen Mustafa Akıncı’nın adaylığını ne zaman duyuracağı, uzun süredir konuşuluyordu. Bugün, yarın derken şimdi elimizde net bir tarih var. Bu cenahtaki rekabetin, kullanılacak dilin ya da eleştiri seviyesinin diğer cenahtan farklı seyredeceğini öngörmekle birlikte, adayları destekleyen kitlelerin yıpratıcı söylemlerinin; seçimin 2. turu da olduğu gerçeği hatırlanarak biraz daha yumuşatılması gerektiğini düşünenlerdenim. Özellikle Türkiye ile ilişkiler noktasında yoğunlaşan ve bu 5 yıllık dönemde o ilişkilerin gerginleştiğine yönelik olarak yapılan eleştirilerin oturduğu zeminin, yukarıda bahsettiğim, Kıbrıslı Türkleri edilgen bir konumda hisettiren hadiselerle bıçak sırtı gittiğini görmek gerekir. Bilgi, birikim ve entellektüel yaklaşım konusunda rüştünü ispat etmiş bu iki adayı destekleyen kitlelerin, gerilimden kaçmak pahasına, varolma konusundaki endişeleri aktarmaktan geri durulamayacak bir sürecin içinde olunduğunun ayırdında olması gerekir. Geçtiğimiz hafta değindiğim, bundan sonraki süreçte hidrokarbon başta olmak üzere, böledeki güç dengeleri ve egemenlik savaşlarında gerilimin artabileceğine yönelik haklı öngörü, 2020 Cumhurbaşkanlığı Seçimi’ni, Kıbrıslı Türkler’in hak ve çıkarları noktasında kuşkusuz daha önemli bir hale getiriyor.

Böylesi bir ortamda, uzun zamandır ne karar vereceği merakla beklenen Serdar Denktaş’ın aday olmayacağı yönünde yaptığı açıklamanın satır araları son derece mühim. Kararını verirken süreci yakıncan izlediğini ve kimi söylemlerden büyük üzüntü duyduğunu belirten Denktaş, siyasi yaşamında aldığı kararlar, attığı imzalar ve takındığı tutumlar konusunda verdiği örneklerle, seçim döneminde kimi destekleyeceğinin, bu kriterler etrafında şekilleneceğine dair ipucu veriyor.

Halkın büyük çoğunluğunun da paylaştığını söylediği vizyonuyla örtüşen adayı destekleyeceğini belirten Denktaş’ın “bu destek, siyasi vizyonumuzu paylaşmak dışında koşulsuz bir destektir” ve “KKTC Cumhurbaşkanlığı makamı başka hiçbir ilişkinin sonucunda ortaya çıkabilecek desteklerle veya sözlerle kazanılacak bir makam değildir” sözleri Denktaş’ın seçim konusunda takınacağı tavrın en temel parametrelerini oluşturacak gibi duruyor. Bu durum ise bizi yazının başına, pazarlıklar ve farklı kaygılar ile kurulan ortaklıklara, sınır ötesinden güç alma çabalarına falan götürüyor, hayırlısı diyelim…

Sınır ötesi demişken, bu tartışmalar sırasında bağımsız aday Kudret Özersay, İngiltere’de bulunuyor. Özersay’ın bugüne kadar “işbirliği” söylemi üzerine oluşturduğu Cumhurbaşkanlığı vizyonu konusunda, Brexit sürecindeki İngiltere’nin bu durumunu avantaja çevirme çabasını ortaya koyduğunu ve bu anlamda temaslarda bulunduğunu biliyoruz. Bu süreçte anketlerin gösterdiği sonucu Özersay lehine etkileyecek gelişmelerin yaşanıp yaşanamayacağını ise zaman gösterecek.

41 CAN

Elazığ’daki deprem, doğa olayları karşısında ne denli aciz olduğumuzu bir kez daha hatırlattı. Uzmanların uyarıları, yapılmayanlar, saraylara ve ihtişama ayrılan paranın, deprem konusunda yürütülecek çalışmalara ayrılmaması ise yitip giden 41 canın sorumlusunun doğa değil yine insan ve yine ihmaller olduğunu gösteriyor. Günlük hayatın koşturması içindeki çok önemli gündemlerimizin, hırslarımızın egolarımızın bize hissettirdiğinin aksine, evrende birer zerrecik olduğumuzu daha sık hatırlamamız dieğiyle…

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar