Ancak koşulsuz sevilenler kendileri gibi olurlar - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 26, 2024
Köşe YazarlarıSürmanşet

Ancak koşulsuz sevilenler kendileri gibi olurlar

Ece UsluUzm. Dr. Ece Uslu

Çocuk sahibi olmak demek sonsuza dek yüreğinizin, bedeninizin dışında olmasını kabul etmek demektir.Türk toplumunun yapısı gereği çocukları için büyük fedakarlıklarda bulunan bir toplum olduğunu hiçbirimiz yadsıyamayız. Ancak büyük fedakarlıklar beraberinde büyük hataları da doğurabiliyor çoğu zaman. Öncelikle her şeyde olduğu gibi çocuk yetiştirmede de denge çok önemli bir kavram. Çocuklar belirli bir disiplin ve hoşgörü dengesi altında sevgi ile büyütülmeliler.

Disiplin, yapıcı ve etkili yöntemlerle olumlu davranış kazandırmak anlamına gelir. Çocuklar akıllarına gelen her şeyi özgürce yapmak ve içlerinden geldiği gibi davranmak isterler. Ancak toplumun kurallarına uyum sağlaması için çocukların bazı davranışları sınırlandırılmalıdır. Çocuk hangi davranışı ne zaman yapıp, ne zaman yapmaması gerektiğini bilmeli ve davranışlarını kontrol edebilmelidir. Disiplinde hedeflenen amaç, çocuğun kendi kendini kontrol etmesini sağlamak, yani çocukta iç denetim mekanizması geliştirmektir.


Hoşgörü ise çocuk ile anne baba arasındaki olumlu diyaloğun devamı için, dozu iyi ayarlanması gereken bir ilaç gibidir. Çocuğun yaptığı hatalar, aşırı hoşgörüyle yaklaşıp görmezden gelinmemelidir. Sevgi ve hoşgörü adı altında, yapılan hataları görmezden gelme ve aşırı hoşgörü çocukları duyarsız ve kontrolsüz hale getirecektir. Bu tip bir tutumla yetişen çocuklarda sınır kavramı gelişmeyecek; onlara göre her şey yapılabilir ve elde edilebilir varsayılacaktır. Yani çocuk, kendi iç kontrolünü oluşturamayan, tepkilerinin sonuçlarını düşünemez biri halinde yetişecektir. Aşırı hoşgörü, sürekli olarak her şeyi kendilerinde hak gören çocuklar yetişmesine ve toplum içerisinde uyum sorunu yaşamalarına neden olacaktır.

Bir diğer önemli nokta çocuk yetiştirirken çocuğumuzun potansiyelini, yeteneklerini ve ihtiyaçlarını görmezden gelip kendi hayallerimiz, yapamadıklarımız veya bize iyi geleceğini düşündüğümüz şartlara sahip olacak şekilde onları yetiştirmeye çalışmamızdır. Bu çocuklarımızın ayrı birer birey olduklarını ve bizden farklı yetenekleri, hayalleri, ihtiyaçları olabileceğini unuttuğumuz yani bir nevi onları yeterince gözlemlemediğimiz ve yeterince duymadığımız anlamına gelmektedir.

Kolej sınavı, üniversite sınavı derken artık okul öncesi dönemden itibaren çocukların birer yarış atına dönüştürüldüğünü görmekteyim. COVİD-19 günlerinde bile kolej sınavlarının nasıl olacağının düşünülmesini şaşkınlıkla izlemekteyim. Çünkü hiçbir şeyin sağlığımızdan kıymetli olduğuna inanmıyorum. Elbette geleceğimizi düşünmek zorundayız.

Elbette kimse bunu kötülük için yapmıyor. Herkes çocuğunun en iyi şartlarda yetişsin istiyor. Ancak geldiğimiz noktada başarının çocuğun değerinin önüne geçtiğini görmekteyim. Bir ebeveyn bir başka aileden farklı bişey yapınca çocuğunu eksik bırakmış olmaktan korkuyor ve telaşla sorgulamadan eyleme yöneliyor. Ama hayat sadece ders çalışmak ve okumaktan ibaret değil. Kolej/üniversite sınavı için eve kapatılan çocuklar ve hatta sırf bu nedenle kendilerini ‘fedakarlık’ kisvesi altında eve kapatan aileler görüyorum. Bunun çocuğunuzun üzerinde ne büyük bir sorumluluk ne büyük bir baskı yarattığının farkında mısınız? Burada fark etmeden verdiğiniz mesaj çok açık: ‘Biz senin için hayatımızı durdurduk sen de yemeden içmeden çalışmalı, başarılı olmalısın. Yoksa çok üzülürüz.’ İyi de bu sizin tercihiniz. Bunun yükünü çocuğunuza yükleyemezsiniz. Çocuğun başarılı olmak kadar, sosyalleşmeye, koşulsuz sevilmeye ve değer görmeye de ihtiyacı var. Siz ona sadece ders çalışması gereken bir makine gibi davranırsanız onun başarılı olan kısmı hariç gerisini yok sayıyor, kabul etmiyorsunuz demektir. Ve kimseye koşullu sevilmek iyi gelmez. Kimse sadece belli kriterleri yerine getirdiği takdirde sevilmeyi istemez. Olduğu haliyle sevilip kabul görmek ister. Aksi davranışlar reddedilmiş ve değersiz hissetmeyi doğurur.

Bu durum sadece sınav, okul, başarı konularında da geçerli değil. Çocukları kaç yaşına gelirlerse gelsinler onaylamadıkları bir şey yapınca ‘Sen beni öldürecek misin’, ‘Baban duymasın kalbine iner’ gibi cümleler sarf eden ailelerin sayısı da az değildir toplumumuzda. Bu tamamı ile karşı taraf üzerinde vicdanı baskı kurmak demektir. Eğer çocuğunuzun yaptığı bir eylemden dolayı tansiyonunuz çıkıyorsa, hastalanıyorsanız bu sizin stresle baş etmekte güçlük yaşadığınızı gösterir ve bu sizin sorumluluğunuzdadır. Lütfen sorumluluğu alın ve stresle baş etmek için yardım isteyin. Çünkü hayatta sizi strese sokabilecek çok fazla şey var.

Çocuğunuz sizin beklentilerinizi gerçekleştirmek için değil, kendi hayallerini keşfedip onları gerçekleştirmek için yaşamalı. Büyüdükçe, yaşayıp öğrendikçe kendi doğruları olmalı. Kendi ihtiyaçlarını kendinden başka kimsenin daha iyi bilemeyeceğini bilip ona göre kararlar almalı. Sizin istekleriniz ile kendi hayalleri arasında sıkışıp mutsuz olmamalı. Sırf onu dünyaya getirdiniz diye vicdani baskılarıla ona bu haksızlığı yapmaya hakkınız yok. Çünkü bir kişiye yapılan iyiliğin anımsatılması onu suçlamakla eşdeğerdir. Kendi gerçekleştiremedikleriniz, kendi hırslarınız doğrultusunda onu kendi hayallerinize, kendi doğrularınıza esir etmeniz mutsuz bir çocuk yetiştirmenin temelidir.

Yaşadıklarımdan, okuduklarımdan, öğrendiklerimden biliyorum ki bir kişinin doğrusu diğerinde eğreti durabiliyor. Ve sevgi gerektiğinde bir adım geride durabilmeyi gerektiriyor, çocuğunuzun eğreti bir hayatı olsun istemiyorsanız eğer… Onun annesi, babası, canı ciğeri dahi olsanız… Sevgi çocuğumun mutluluğu ile mutlu olabilmektir… Unutmayın herkes için her şey olmaya çalışan kişinin asla olamayacağı şey kendisidir ve Kendinin Efendisi Olmayan Hiç Kimse Özgür Değildir…

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar