Kılıçlar çekildiyse kaçınılmaz düelloyu ancak bir mucize önler. Oysa öyle bir mucize de yoktur. Aksine, “haydi artık başlasın” diye merakla bekleyen seyircileriyle Doğu Akdeniz tek kelimeyle ifade edeyim, “Güney Rum Yönetiminin sorumsuzluk ve şımarıklığı sonucunda” gösteriye hazır tam bir “arena” oldu! Ki Türk’ü Rum’u, Yunanı Amerikalısı, Rus’u Yahudi’si, Arabı çorabı ile bir cadı kazanı!
Üstelik kimsenin bir adım geri çekilmeye de niyeti yok!
DOĞRUSU hiç şakası olmayan sonu belirsiz bir badireye doğru hızla kayıyoruz.
Tabi Türkiye’den söz ediyorum.
Çünkü Irak’la Suriye’deki sınır ötesi askeri ve politik harekât ve kazanımlarıyla kendini Ortadoğu’nun “mihver ülkesi” olarak kanıtlayan Türkiye, “Libya ile gerçekleştirdiği son ittifakıyla da Doğu Akdeniz’de “kendi dışında oluşturulmak istenen tüm askeri ve ekonomik dengeleri bozarken bir yandan da “kendi ulusal dengesini” kuruverdi!
ŞUNU itiraf etmek gerekir: “Cumhuriyetin kuruluşundan beridir Türkiye hiç bu kadar güçlü olmadıydı. Ne askeri ne de “politik manevralar” yönünden. Hatta Ekonomik gelişimiyle..
Tabi ki yıllardır Ortadoğu’nun” enerjisini sömürürken, geri kalmış, çağdaşlık ve demokrasiden nasibini alamamış Arap ülkeleriyle oynayan, onları siyasetleri doğrultusunda kullanan “sömürgeciler” için Türkiye’nin bu uyanışıyla atılımı “hayra alamet” değildir!
Tabi ki “büyük bir farkındalık yaratarak aradan sıyrılırken, “bölgede ben de varım” diyen Türkiye’nin bu yeni politikasını hiç beğenmeyeceklerdi!
Şite şimdilerde Türkiye bunun da mücadelesini yapıyor rüştünü değil, büyüklüğünü ispat ederken; ister beğenin ister beğenmeyin “diyor..
KKTC’ye dönüyorum: “Bir gün Ortadoğu’da hidrokarbon yatakları nedeniyle bugünlerin yaşanacağını çok yazdımdı. “Yarın” için “beteri olacaktır” dediğimce..
Çünkü artık Türkiye bir “biat ülkesi” değildir. Ne Kıbrıs’taki Türk halkının haklarından ne kendi hakkından asla vazgeçmeyeceğini sürekli beyanatlarıyla deklare etmektedir..
BU süreçte “KKTC suskun kalmamalıdır. Sonuna kadar Türkiye’nin yanında olduğunun bağlılık mesajlarını STÖ’leriyle birlikte ve yüksek sesle ifade etmelidir ki işitilsin!
ÇÜNKÜ Güney’in hâlâ en büyük umudu Kuzey’den “işittiği” seslerin “sahipleridir!” Ve bu “sesler” ayni zamanda son umududur!
Rum’un piyonu olmadan bu umudunu gurgurasında bırakmak, Türkiye’ye vefa ve insanlık borcumuz olmalıdır. Ki unutmayın: Güney Rum’u Yunanistan’la böylesi duygusal ve kadersel bağlarla bağlıdır.. *****
HEPİMİZ SUÇLUYUZ!
Hristiyanların dini ritüellerindendir. Zaman zaman Papazlarının önünde diz çöküp “günahlarının bağışlanması” için dua etmelerini niyaz ederler..
İnanç işte! Yoksa “işlenen günah bir alınyazısı gibi yapışır insana.. Ölümüne kadar hatırlanır ki vicdan sızılarında!
…Son günlerin “Ciklos Mevkii olayını,” sellerin sürüklediği dört genç insanın etrafında kopartılan suçlamalarla polemik haline getirilmiş savunmaları, 750 sayfalık ilgili raporu ve bu konuda kopartılan kıyametleri izlerken, “suçlu ayağa kalk” diye haykırmak geçiyor içimden..
ÇÜNKÜ biz toplumca, gelip giden Yönetimlerimizle, dikkatsizliklerimiz ve denetimsizliklerimizle tümden suçlu ve günahkârız!
Ki aslında “yok birbirimizden farkımız” da “varmış” gibi davranıyoruz! Yoksa Ciklos denilen o mevki o yol yıllar önce de vardı tutun ki yıllar sonra yine olacaktır..
OLAY nedir ama? Çok kısaca dört gencin canına mal olmadan önce üzerinden kim bilir kaç “yönetimin” dolayısıyla ilgili “Bakanlıkların” gelip geçmesine karşın henüz “felaket vuku bulmadığı için alınamayan tedbirler, aldırmazlıklar, baştan savmalar yada gözden kaçırmalar..”
SONUÇ: Bir Türkiye firması tarafından genişletilmiş yolda vakta ki insanlar öldüler, acılar yürekleri dağladılar, ocaklarına ateşler düştüler…
İşte o zaman, öncesinde kimselerin almak gereğini duymadığı tedbirler geldi hatırlara! Ve Mecliste bir tartıştılar, savaşırcasına!
OYSA “bir gün bu ülkede seller yaratan yağmurlar da yağacaktı, hiç mi yağmadı?
Hatta İnsanları arabalarında bile önüne katıp sürükleyecekti!.. Önüne gelen ne varsa silip süpürecekti de!. Hiç mi gerçekleşmediydi böylesi felaketler?
FAKAT “olasılıkları” bile düşünemeyen gelip giden Yönetim takımlarının “basiretsizlikleridir” asıl sorun!
Hâlâ ülkede “önceliklerin” saptanıp plan programların bunlar üzerinde yapılmamasıdır sorun!
Kİ yıllarca yazıldı: Nüfus artarken arabalar da artmakta.. Ülkenin altyapısı bu artan nüfusa ve araç gereçlere uygun hale getirilmeli.. Doğa buna göre dizayn edilmeli.
Kaldı ki altyapıyla ilgili ne yapıldıysa zaten hep Türkiye yaptı, Ciklos’un genişletilmesini de!”
Bize kalan bu “altyapıyı” trafiğe, sellere, afetlere karşı gözden geçirip tedbirler almaktı. İşte “rapor” o zaman gerekliydi! Ki Kaç hükümet geçti üzerinden bu düşüncelerin. Kaç plan program!
Şimdi diyorlar ki “Atakan” versin hesabını? Yada TC firması mı?
…BELKİ Günah çıkartacak bir dini adetimiz yoktur! Fakat “insaf vicdan” da mı yoktur? Çünkü dört genç insanın ölümünden toplumca hepimiz suçluyuz! Çünkü dersini sürekli kaytarıp çalışmayan tembel çocuklar gibi “ödevlerimizi” yapmadık! Hâlâ da yapmıyoruz!