Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 26, 2024
Köşe Yazarları

Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı

Bekir AzgınBekir Azgın

Çinli bir bilgeye sormuşlar: “Fırsat verilseydi toplumu düzene sokmak için neler yapardınız?” Bilge hiç düşünmeden şu cevabı vermiş: “İşe dili düzeltmekle başlardım.” Bir tarafın neler söylediği ile karşı tarafın neler anladığı örtüşmezse rahatlıkla maraza çıkabilir.

 


Dilde titizlik gösterilmesi şarttır. Özensiz kullanılan dil, yanlış anlaşılmalara sebep olur. Fazıl Ahmet Aykaç dildeki özensizliği vurgulamak maksadıyla şöyle der: “Sözlerde bugün kalmadı hiç ölçü ve tartı / Hem turna denir leyleğe hem karga hem martı”. Bilge atalarımız boşuna söylememişler Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı”.

 

“Teşrif etmek” eyleminin veya fiilinin birçok kerliferli yazar tarafından yanlış kullanıldığına şahit oldum. Hele bazı toplantılarda askeriyeyi taklit ederek “Falancayı kürsüye teşriflerini arz ederim” tipi saçma sapan cümleleri az duymadım. Birilerine saygı göstermek, belki de daha doğru söylemek gerekirse, birilerine yağ çekmek maksadıyla, altı kaval üstü şeşhane türü cümleler kurmak ihtiyacı duyulur.

 

Bu nedenle bir süre önce Kıbrıslı bir gazetecinin “teşrif etmek” fiilini doğru kullanmış olması çok hoşuma gitti. Nerede okuduğumu anımsamıyorum. Kıbrıs ve Türkiye’de yayımlanan dil hatalarını biriktirdiğim bir koleksiyonum var. Onların arasında şu cümle yer alıyor:

“Bugüne kadar Kıbrıslı Türkler ve Rumların güvenlik ihtiyaçları ile ilgili yapılmış olan çok değerli ve bu başlıktaki müzakerelere ışık tutan araştırmanın ayaklarına –kendi otellerine- kadar gelen sunumunu teşrif etmediler. (Esra Aygın, Hükümetin Cenevre Hali, 20 January (Ocak-BA) 2017.”

 

Teşrif etmek “şereflendirmek” demektir. Bir zat-ı muhterem, bir kente veya üniversiteye ya da kürsüye şereflendirmiyor. Buna karşılık bir kenti veya üniversiteyi ya da kürsüyü teşrif edebilir. Aslında kimse bu fiili kullanmak zorunda değildir. Ondan daha çok Türkçeleşmiş olan “şereflendirmek” fiili aynı işi görür.

 

Elbette benim bunları söylemiş olmamın fazla bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Bu nedenle hep birlikte bir otoriteye baş vuralım. Birçok dilin olduğu gibi Türkçe’nin de üstadı olan Şiar Yalçın “Doğru Türkçe” adlı kitabında konumuzla ilgili olarak şunları yazmıştı:

“’Paşa Hazretleri İstanbul’a teşrif ettiler’ demeyin, ‘İstanbul’u teşrif ettiler’ diyin. [Rahmetli ‘deyin’ yerine ‘diyin” yazım şeklini tecih ediyordu. – BA] (‘Teşrif’ şereflendirmek demektir; ‘Paşa İstanbul’a şereflendirdi’ der misiniz?) Bu yanlışlık, ‘teşrif etmek’ fiilinin büyük adamlar söz konusu olduğunda  ‘gelmek’ anlamında kullanılmasından kaynaklanır ve bir dereceye kadar ‘galat-ı meşhur’ sayılabilir, ama siz yine de doğrusunu söyleyin ya da demokrasilerde pek yeri olmayan bu kelimeyi hiç kullanmayın!!!” (s. 13)

 

“Kürsüye arz etmek” konusunda da şunları yazıyor: “Unutmayalım ki arz etmenin bugünkü Türkçemizdeki karşılığı sunmaktır. Peki, ‘Cumhurbaşkanını kürsüye sunarım’ veya ‘Cumhurbaşkanının kürsüye teşrifini sunarım’ der misiniz? Kimi kime veya neye sunuyorsunuz? Doğrusu Şöyle demektir: ‘Şimdi Cumhurbaşkanımız sayın … konuşacaklardır. Kendilerini kürsüye davet ediyorum.” (Şiar Yalçın, Yeniyüzyıl gazetesi, 19 Ağustos 1996.)

 

Esra Aygın’ın kullandığı “… araştırmanın sunumunu teşrif etmediler” ifadesi doğru olmasına rağmen oldukça uzun olan cümlede aksayan birkaç nokta yok değil. Her şeyden önce “kendi otelleri” yanlış anlaşılmaya müsait bir ifadedir. Otel veya oteller kendilerininmiş gibi. “Kaldıkları otele” veya “kaldıkları otellere” diye ifade edilseydi daha anlaşılır olmaz mıydı? (Yoksa otel gerçekten Kıbrıslılara mı aittir?)

 

İkinci zayıf nokta da “araştırmanın sunumu” tamlaması arasına birçok kelime girdi. “Sunumunu” kelimesine geldiğiniz zaman “Bu neyin sunumuydu?” diye geri gitmek ihtiyacını duyarsınız. Cümle, meselâ şöyle yazılabilirdi:

“Bugüne kadar Kıbrıslı Türklerin ve Rumların güvenlik ihtiyaçları ile ilgili yapılmış olan çok değerli, üstelik bu başlıktaki müzakerelere ışık tutan araştırmanın sunumu, ayaklarına kadar – kaldıkları otele/otellere kadar – gelmiş olmasına rağmen Kıbrıslı politikacılar/liderler/görüşmeciler sunumu/konferansı/paneli teşrif etmediler.

 

Ne var ki her yiğidin bir yoğurt yiyişi var. Önemli olan husus, yoğurdu yerken üstüne döküp etrafı bulaştırmamaktır. Takip edebildiğim kadarıyla Esra Aygın, bu meslekte kendisine sağlam bir yer edinmiştir.  

 

Söz başarıdan açılmışken iki lâf da “Kıbrıs Oda Orkestrası”ndan etmek yerinde olur. Bir grup Türk ve Rum müzisyen bir araya gelerek bu orkestrayı kurdular.

 

Cuma gecesi Cus Bayada, bu orkestranın konseri ile anıldı. Cus, klasik batı müziğini çok sevdiği için ailesi onu anmanın en anlamlı yönteminin dostlarına müzik dinletmekle olabileceğini kararlaştırdı ve bu gençlerle anlaşarak konseri planladılar.

 

15 dolayında gencin oluşturduğu orkestra, tehminlerimin üstünde güzel çaldı. Bu işin erbabı olduklarını gösterdiler. Özellikle de Johann Sebastian Bach’ın “Obua ve Keman için Konçerto”sunu çok beğendim. Tanınmış herhangi bir oda orkestrası kadar başarılıydılar. Tebrikler gençler! Değerinizin takdir edilip destekleneciğinizi ümit ederim.

 

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar