Sadece kendi içine değil dış dünyaya da kapalı dolayısıyla siyasi yönden tanınmamış bir “Devletin” başına “peygamber aleyhisselamı” da getirseniz ne yazar!
Olsa olsa “KKTC”yi yazar! Çünkü sadece kendi tekilinin siyasi yalnızlığında değil; “Devlet” olabilmenin tüm gereksinmeleriyle kültürel harsının da eksi kutbundadır!
VE anlıyoruz ki ne dalgalanan bayraklarıdır ne topraklarına akıttıkları kanlarıdır Devletleri Devlet yapan.. Öyle olsaydı Afrika’nın “Baluba kabilesi” de Devlet sayılacaktı!
…Bu “umutsuzluk” kokulu girişi yaptıktan sonra geleyim Devletimize! Ki 1974’den beridir kendimize “Devlet” armasını yapıştırmamıza karşın öncesindeki Türk Yönetimleri kadar bile dirayetli ve ferasetli olamadık. Üstelik pek çok somut ve soyut sorunlarla sıkboğaz olmak da “Devletsel hasletimiz” haline geldi!…Nitekim: ***
UZUN süredir “Devlet” kelimesi ile yatıp kalkıyorum. Çünkü gitgide daha huzursuz daha umutsuz sadece canlarımızın sıkıldığı bir toplum olduk!. Hayatımızdan, çevremizden, ekonomimizden, sağlık ve afiyetimizden, eğitimimizden… Memnun değiliz!.DOLAYISI İLE bizi yöneten yöneticilerimizden gelip giden hükümetlerimizden de memnun değiliz!. VE olması gereken insan kardeşliğine nanik çekerek artık birbirimizi de sevmiyoruz!
***
UZUNCA BİR SÜRE önce bu düşünceler yine kafama takılmıştı.. “Olanca bozuk düzenimize karşın bu toplumun neden bir sosyolojisinin olmadığına takılmıştım!
NEDEN “siyasi çözümsüzlük” dolayısıyla “tanınmamışlık” gibi bir toplumsal yalnızlığın karanlıklarında Devlet olmak iddiasını sürdürürken en tepeden başlayıp tabana kadar inen toplumsal hiyarerşide KKTC yurttaşları olarak sadece birbirimizi eleştiriyoruz?
NEDEN “merhaba” dediklerimizin ardından bile riyakârlığın paçavrası olması gereken “dedikodularla” insanları çamura batırıp çıkarırken memlekette “temiz” diyebileceğimiz yurttaşlara rastlamak artık çok da mümkün olmamakta!
NEDİR YAŞADIĞIMIZ bu toplumsal erozyon? Eğer bir rüya değilse neden tüm bozuk düzenlerin sorumlu ve yetkilisi olan türlü çeşitli zafiyetlerimizi masaya yatırtarak neşterlemiyoruz? …Dediğim yerde ve sonunda, evet oldu! ***
ARTIK kendimizi “neden böyleyiz” diye daha çok sorguluyoruz.. Fakat henüz çözüm bekleyen sorunlarımızın çok başındayız! Yıktıklarımızı restore etmek için kat edeceğimiz çok uzun yolumuz vardır…
EVET “toplumsal özeleştirilerimizden…” “Neydik ne olduk” sorgulamalarına başladığımızdan… Sosyoekonomik ve toplumsal yapısallığımızı bozarken, huzurumuzu kaçırmaya başlayan demografik değişimlerden söz ediyorum… Nitekim:
***
UZUN SÜREDİR yukarıda yazdıklarımı parça körçe de olsa “köşemden” ayazlatırım ama beni bugünkü “yorumuma” sevk eden geçen hafta sonu tatiline denk gelen ve sözünü ettiğim toplumsal sorunlarımızı bir günlük gazetemizde Ahmet Uçar refikimizle yaptığı röportajında bircik bircik ortaya koyan sosyolog Hakan Gündüz’ün anlatımları oldu..
BİR GAZETE röportajı da olsa sonuçta işin erbabı bir uzmanın teşhisleri.. TOPLUMSAL yapımızın o müthiş fakat alabildiğine olumsuzluklar içeren yönlerini kategorileştirip anlatırken “gelip giden hükümetlerimizin” yetersizliklerini dolayısıyla dökülen Kurumlarımızı bir kez daha hatırlatıyor ve çok kısaca hem iyi yönetilmediğimizi hem de memlekette dirlik düzenlik sağlayamadıklarını ortaya koyuyordu.. HATTA olaylar karşısında “polis teşkilatımızın bile yetersiz kaldığını” söylüyordu!
DIŞTAN gelen üniversite öğrencileriyle bazı 3. ülke insanlarının demografik yapımızı bozduğunu söylüyor ve şu korkunç gerçeğin altını çiziyordu: “Devlet diyordu yasa dışılığa çanak tutuyor!”
“ÇÜNKÜ bu ülkede bir de kontrolsüz nüfus değişimi vardır” diyordu!
HAKAN GÜNDÜZ haklıdır: Ki bu ülkede kanunsuzluklar yanı sıra “mafiavari” cinayetler de işlendi yeraltına inmiş illegal olaylar da cereyan etti hâlâ etmektedir.
***
AÇIK YAZALIM: Esrarın, fuhuşun, kumarın olduğu yerde akıl mantık diyor ki “Devlet olmaz!”
BİZDE ise “Devletin” adı vardır kendini hissettiremiyor! Tutun ki cim karnında nokta gibi kalıyor! “Turizm kulpu takılmış” savunmalarda üstelik ne kadar olumsuz ve illegal olaylara kapı açacak sektörel fakat “şaibeli işler” varsa “desteklemelerin” kapsamlarına sokularak “teşvikler” bile yapmaktadır!” Devlet yani!***
SONUÇTA şöyle diyeceğiz. Dirayetli yönetimlere ihtiyacımız vardır. Laf ola değil gerçek denetimlere ihtiyacımız olduğu gibi!
Kİ bu ülkede namus erbabı insanlara kilosu 30 liradan domates satışı yaptıracak kadar “dirayet ve iktidar sahibi(!)” insanlar da vardır ki KKTC’ye verdikleri zararların tırnağı kadarını bile Güney’deki Rum bile yapmayı başaramadı!
BİR fincan kahvenin harcıalem mekânlarda kırk elli liraya satıldığı gerçeklerde artık inanıyorum ki “içimizdeki birileri” sistemli bir şekilde bu toplumu yok etmeye çalışmaktadırlar! Çok yazık! ***
VE KISACA TAKILDIĞIM: Yunanistan yine yapacağını yaptı. Midilli ve Sisam adalarına zırhlı araçlar sevk etti. Oysa Lozan Anlaşmasına göre adalar silahlandırılamaz.. Ama Yunanistan Dedeağaç’taki Amerikan askeri üslerinin güvencesini de arkasına alarak Ege’de Türkiye’ye yönelik bir adım daha attı! Doğrusu hangi ve kaçıncı adımında ayağını kaybedeceğini çok merak ediyorum da bu sürekli savaşı çağıran sürünmelerin sonu gelmeyecek gibi görünüyor ki artık Yunanistan’la çatışmak bir mukadderat haline geldi..
BANA sorarsanız kendi bünyemizde de tedbirler almaya başlamalıyız. Çünkü tüm bu olanların anası da babası da Kıbrıs sorunudur! Ve çözülmeden ne Ege’de sular durulur ne de Türkiye Yunanistan barışı sağlanır.
DOMATES patatesle oynayan, sinekten bile yağ çıkarmaya çalışan fırsatçılar için yazıyorum.. Kıbrıs’ı saracak olası bir savaşta en büyük kaybı işte sizler bu fırsatçı ve Allahsız güruh verecek!