Serdar Denktaş doğru söyledi, ne kızarsınız? - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 19, 2024
Köşe Yazarları

Serdar Denktaş doğru söyledi, ne kızarsınız?

Köş, MoreketMehmet Moreket

Serdar Denktaş “Yıllarca İsviçre gibi düşünüp, Amerika gibi harcayıp, KKTC’de yaşadığımızı unuttuk” sözlerinin Meclis’te bulunan milletvekillerine yönelik olduğunu söyledi.

Denktaş bu açıklamayı, sosyal medyada kendisine gelen eleştiriler nedeniyle yaptığını da ekledi.


Döndüm eleştirilere baktım.

Bir kısmı, gerçekten geçim sıkıntısı çeken, memur olmayan insanlardan geliyor.

Bir tanesi “Biz değil, memurlarınız” demiş ki, en doğru tanımdı bence.

Diğer bir kısmı da tümüyle siyasi gailelerle yapıldığı belli olan yorumlar. Sövme, sayma, hakaretin bin türlüsü.

Galiba bizim temel sorunlarımızın başında ne olduğumuzu bilmememiz geliyor. Kuş muyuz, deve miyiz, gerçekte ne kadarız farkında bile değiliz….

Serdar Denktaş’ın sözleri yalan değil, eksiği var ama doğru.

Olmayan paralarla, üretmeden, neticede sürekli borçlanarak ve kim ne derse desin lüks tüketimle yaşayan bir toplumuz.

Sürekli bir dış kaynak akışı olmadıkça bu düzen devam edemezdi. Yıllar yılı o katkı sürdü, kimse “yahu ben neyim, ne üretiyorum da bu tüketimi yapıyorum, bu devran sonsuza kadar böyle döner mi” demedi…

Öyle bir güvenceydi ki o kaynak akışı, hiç durmayacak, hep sürecek diye alıştırdık kendimizi.

Tabii özellikle de memur kesimi.

İşe 60-70 bin sterlinlik araçlarla giden basit memurlar, aç kalma pahasına alınan villalar, yine aç kalma pahasına özel okullarda okutulan ve lükse alıştırılan çocuklar.

Bizim nesil yokluğun her türlüsünü yaşadı.

Sıfır kilometre arabayı, bir 50’lerde İngiliz zamanı babam almıştı, sonra evlendikten 30 yıl sonra alabildik biz. Şimdi öyle mi…

Çocuklarımız bizim çektiklerimizi çekmesin diye, sürdürülebilir olmayan bir sisteme kurban ettik onları, şimdi acı çekiyorlar.

Geçtiğimiz hafta Sevgili Nazım Beratlı’nın Kıbrıs Postasında bu konuda bir yazısı vardı.

Şu cümle, Serdar Denktaş’ın ne demek istediğini öyle güzel anlatıyordu ki; “Adam Evkaf’ta memur, bana soruyor: ‘Benim Porsche sürmeye hakkım yok?’ Yoktur tabii… Git Messi gibi Barselona’da top oyna, ondan sonra istersen roket al… Ya da Zuckerberg gibi bir program yaz, istersen uzaya git ondan sonra”.

Maliye Bakanı olarak Serdar Denktaş’ın bu sözlerine gelen tepkilerden sonra, “bunu halka değil milletvekillerine söyledim” alınganlığı yapması doğru değil. Halka söylendiğinde de yanlış değil çünkü.

Fakaaaaat…. Bu halkın bu duruma gelmesinin asıl sebebinden bahsediyorsa, o tamam.

Bugüne kadar gelen, giden tüm yönetenler tüketim toplumunu güçlendirmekten başkasını yapmadılar.  Tam tersine, buldular, buluşturdular, verdiler. Kim nereden kazandı, nasıl kazandı, vergisi nerede buna da çok bakılmadı. Batan bankaların zararını bile Türkiye’ye ödettik, aynen yola devam ettik.

Çakma, gecekondu, tümüyle dışa bağımlı bir sistemimiz oldu… Bundan ne biz, ne yönetenler gocunmadık.

Şimdi zurnanın son deliğine gelince, akıllar başa geldi yavaş yavaş.

Yarını düşünmeye başladık.

Nasıl küçüleceğimizi, nasıl hayatta kalabileceğimizi, en asgari şartlarda kazanı nasıl kaynatacağımızı hesaplamaya başladık.

Tabii kırk yılın alışkanlıklarını bir günde silip atmak mümkün değil.

Onun için de sancılı oluyor.

Uzun yıllar siyasetin içinde, yönetim kadrolarında bulunan biri olarak Serdar Denktaş’ın söyledikleri de bir itiraf olarak ciddiye alınmalıdır.

Belki zihniyet devrimi için de bir başlangıç olur…

YERİN KULAĞI VAR

SES VER ANKARA:

Türkiye ile imzalanacak olan protokol tam bir muammaya döndü. İmzalar geçiktikçe dedikodular aldı başını gidiyor, herkes kendince yorumlarda bulunuyor. Taraflar ise bu konuda çok ketum, ser verip sır vermiyorlar. Hükümet protokolun bu ay içinde imzalanacağını söylüyor ama, ortada öyle bir hava yok. Bu karışıklığa ‘dur’ diyecek olan tek adres Ankara’dır. Çıksınlar ve niye imzalanmadığını veya sorunların ne olduğunu açıklasınlar ki, herkes rahatlasın…

BIRAKIN BU İŞLERİ ARTIK:

Bu günlerde ister iktidar, ister muhalefet olsun Ankara’ya gitmeye korkar oldular adeta. İktidar vekili iseniz hemen,“para dilenmeye gitti” damgasını yersiniz. Yok eğer ziyaret  muhalefet tarafından yapılıyorsa, “hükümeti şikayete gitti, kendilerinin iktidara gelmesi için destek istedi” suçlamasıyla karşılaşırsınız. Bu işler yıllardır hep böyle oldu ama, bırakın artık bu işleri de önümüze bakalım…

YA VERGİ MUAFİYETLERİ:

Ekonomi Bakanı Özdil Nami’nin ekonomiyi canlandırmaya yönelik tedbir ve tasarruflar konusunda Havadis’e yaptığı açıklamalarda, kumarhanelere elektrik teşviğinin kaldırılmasından başka, teşviklere, desteklere yönelik bir düzenleme yoktu. Onun kalkacağı, zaten 4 zamanlı tarifeye geçiş sırasında açıklanmıştı. Biz aslında, hükümet programlarında söyledikleri gibi, artık doyuma ulaşmış sektörlerde vergi muafiyetlerini de kaldırmalarını beklerdik. Böylesine dibe vurmuşken, neden hala bunlara el atılmadığı, benim kafamda bu hükümet için bir soru işareti olarak kalacak. Bu yapılmadığı sürece de halka yükletilen en küçük bir vergi yükünün de savunulur tarafı olmayacak…

GDO YASASI VAR, UYGULAMA YOK:

Tarım Bakanı Erkut Şahali, genetiği değiştirilmiş (GDO’lu) tohuma izin vermediklerini söyledi. Bu güzel. Ancak hayvansal yemlerde ve gıda ürünlerinde bunun önüne geçilemediğini de ekledi. Geçilebilir aslında. ABD’de, 2016’dan itibaren GDO’lu tüm ürünlerin ambalajlarına kare şeklindeki QR kodu yerleştirme zorunluluğu getirildi. Artık bir çok üründe bulunan QR kodunu, akıllı telefonunuzla  okutuyorsunuz, ambalajın içindeki size sıralıyor. Türkiye’de özellikle yem ithalatında bu yöntem 2011’den beri var. Ülkemizde de GDO’lu ürünlerin hem ithalatı hem de üretimi yasak. O zaman ithalatçıların da tüm gıda ürünleri için uyarıcı kodlar kullanmaları zorunlu hale getirilecek, başka yolu yok…

KEŞKE BAŞARABİLSEK:

Maliye Bakanı Serdar Denktaş, gelecek yıldan itibaren turizm teşviklerinin kendi gelirlerimizle karşılanması için gerekli çalışmaların başlatıldığını söyledi. Bu gidişle sadece turizm teşvikleri değil, herşeyi kendi gelerilerimizle karşılamaya alışmalıyız. Çünkü gidişat, önümüzdeki yıllarda buna mecbur kalacağımızı gösteriyor. Keşke ülke olarak bu seferberliği içimize sindirerek başlatabilsek, kendi yağımızla kendi ciğerimizi kavurmayı başarabilsek…

AB SORUNU BÜYÜTÜR MÜ:

Alman Hristiyan Demokrat Birlik Partisi Sözcüsü Jürgen Hardt, İstanbul Güvenlik Konferansı’nda “Doğu Akdeniz‘de bir kriz bekleniyor. Almanya’nın Kıbrıs Rum Kesimi‘nin tek taraflı olarak yaptığı girişimler konusunda görüşü nedir” sorusuna karşılık, “Çözüm Ankara, Brüksel ve diğer aktörlerle mutabakat halinde çözülmesi gereken bir sorun. Umut ediyorum ki AB, bu sorunun çözümüne katkıda bulunabilir ve bu sorunu daha da büyütmez”. Yuvarlak bir laf ama, birincisi sorunun varlığını, ikincisi, AB’nin sorunu daha da büyütme olasılığını kabul ediyor. İlginç…

ZİRVEDEKİLER

Başaran Düzgün: “Bu memlekette yaşanan  para kıtlığı değildir. Bu memleketin ihtiyacı olan kayıt altına alınacak bir ekonomide akıl dışı teşviklerden kurulup kamu maliyesini sadece maaşlar değil tüm giderleri karşılayacak şekilde ayağa kaldırmaktır. Bunun için de gerekli potansiyel vardır. Dar gelirlinin boğazına sarılmadan”…

 DİPTEKİLER

Aytaç Çaluda: Belki de nazire yapmak, hükümeti eleştirmek için bu sözleri kullandı ama, bir milletvekili olarak keşke söylemesydi. UBP milletvekili Aytaç Çaluda’dan bahsediyorum. Çaluda önceki günkü Meclis konuşmasında İçişleri Bakanı’na 1 Mayıs’ta gece külüplerinin de kapalı olup olmayacağı sorusu yönelterek hiç de hoş olmayan bir davranış sergiledi… İşçi hakları, emeğin gücü bu derece hafife alınamaz, hem de ülke yönetimine aday olan biri tarafından.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar