Paul Auster. Yaşayan en ünlü Amerikalı yazarlardan.. Romanlarını müthiş bir kurgulamayla yazıyor.. Türlü çeşitli insan tiplerini yaşlısı genci, öğrencisi ünlüsü, sanatkârı işinsanlarıyla bir araya getiriyor, ayrı gayrı hayatlarını bir hikâye tadında anlatıp dağıtıyor, sonra o insanları bazı rastlantılarla yeniden bir araya getiriyor…
Auster için tutun ki romanlarındaki karakterler elinin altındaki mozaik taşlarıdır. Önce o taşları renk ve boylarına bakmadan karıştırıyor, sonra içiçe, yan yana getirerek muhteşem bir mozaik tablo yaratıyor …
Elimdeki romanı 2010 yılında yayımlanmış. İlk baskısı: Adı “Sunset Park.” Yazarın içinde doğup yaşadığı coğrafyasının bir parçası…
Auster 1947 yılında ABD’nin New Jersey eyaletinde Newark’ta doğdu. Columbia Üniversitesinde Fransız, İngiliz ve İtalyan edebiyatı okudu. Dört yıl Fransa’da yaşadı. Fransız şiirini inceledi bir de ontoloji hazırladı. Sonra peş peşine roman ve hikâyeler yazmaya başladı. Bunlardan biri de “Sunset Park…”
Romanın arka kapağında kitap hakkında yazılanları kendi anlatımımla ve özet olarak aktarıyorum:
“Sanset Park Beooklen’dedir ve yazar orada yetişti. Nitekim roman Florida’dadaki olaylarlarla başlamakta fakat sona gelindiğinde Brooklen’de noktalanmaktadır. Romanın kahramanı “Miles’in kendinden küçük bir üvey erkek kardeşi vardır. Bir gün yolda yürürlerken ağız dalaşına girerler, Miles üvey kardeşini iter, tam o sırada yanlarından bir kamyon geçmektedir. Üvey kardeş kamyonun altında kalır ve ölür…
Miles asla kaldıramayacağı bir suçluluk duygusunun vicdan sızısına düşer, üniversite çağındadır evi terk eder ve tek başına Florida’ya gider…
Kitap kızlı erkekli üniversite öğrencilerinin birbirleriyle arkadaşlıklarını, grup oluşturup ayni evi paylaşmalarını, kader birlikteliğinde buluşmalarıyla aşk ve kaygılarını anlatır..
Miles çok ünlü bir tiyatro ve sinema aktrisi olan fakat ellili yaşlara dayanan ennesi ile oğlunu öldürdüğüne inandığı üvey babasına yedi yıl sonra döner…
KİTABIN ÖZELLİĞİ: Amerikan edebiyatını analiz edecek bilgi ve çapa sahip değilim. Sadece beş on Amerikan yazarının okuduğum kitapları kadar fikrim vardır onların da bazıları çok keyif verici bilimkurgu ve macera kitaplarıdır…
Fakat Paul Auster gibi müthiş donanımlı yazarlar kitaplarında Amerika’nın kusurları ve zafiyetleriyle çarpıklıkları yanı sıra dünyaya da açılırlar ve hayret edeceğiniz kadar bazı ülkelerle liderleri, siyasetleri ile demokrasileri konusunda eleştirisel görüşlerini ortaya koyarlar…
Auster de bunlardan biridir işte. Zaten bu “Pazar Sohbetimi” bizimle hiç ilgisi olmayan bir Amerikan yazarına bırakmamın nedeni de budur çünkü Türkiye’ye çok ilgisiz olmasını beklediğimiz bir romanda, hayret edilecek kadar Türkiye eleştirisi vardır. Hem de 2010 yılında yayımlanmış bir kitapta!
BAZI BÖLÜMLER: Önce Salman Rushdi’nin “Şeytan Ayetleri” yüzünden başına gelenleri ve bazı ülkelerin yazarlara neleri reva gördüklerini anlatan bölümü Kısaca aktarıyorum:
“…Salman Rushdie aleyhine fetva verildiğinde, Alice on yaşındaydı. (Romanda üniversite öğrencisi genç kız) Daha o yaşta okumaya merak salmıştı. Günün birinde yazar olma hayalleri kuruyordu. Kitaplar aleminde yaşayan bir kızdı… Bir gün İngiltere’de yaşayan bir adamın yayımladığı kitabın dünyanın öteki ucundaki ülkelerde pek çok kişiyi öfkelendirdiği, ve bir ülkenin başındaki “sakallının” İngiltere’deki o adamın yazdıkları için öldürülmesinin caiz görüldüğü haberi geldi! Alice’nin aklı bunu almıyordu. “Kitaplar tehlikeli değildir” diyordu kendi kendine. “Kitaplar onları okuyanlara sadece keyif ve mutluluk verir. İnsanların kendilerini yaşama ve birbirlerine daha bağlı hissetmelerini sağlar. Dünyanın öteki ucundaki bir ülkenin başındaki “sakallı” eğer İngilizin kitabına karşıysa yapacağı tek şey kitabı okumayı bırakıp bir yere kaldırmalı sonra unutmalıydı. Bir insanı bir Roman yazdı diye hayali bir dünyada geçen hayali bir hikâye yazdı diye öldürmekle tehdit etmek, Alice’nin o güne kadar duyduğu en aptalca şeydi… Alice Salman Rushdi’nin hikâyesini, kitapçıların bombalanmasını, Ruşhdi’nin Japonya çevirmeninin kalbinden bıçaklanmasını, Norveç’teki yayıncısının sırtından kurşunlanması gibi olayları duyarak büyüdü…
(Biliniyor. Salman Rüshdi” Şeytan ayetlerinde Kuranı eleştirdiği için bazı müslüman ülkeler tarafından öldürülmesi caizdir fetvası çıkartılan bir yazardı ve bu “Uluslar Arası Yazarlar Birliği” hak ve hukukuna aykırı bir tutumdu…)
“PEN:” Paul Auster bu “Uluslar Arası Yazarlar Birliği”ni Salman Rüshdi’den sonrası anlatımlarında kitabına katarken şunları yazıyor:
Amerika’daki üniversite öğrencilerinin tez çalışmalarında PEN araştırmalarının mihengi oluyor. Öğrenciler çalışmalarının yaklaşık yarısını bazı ülkeleri eleştiren pek çok yazar ve gazetecinin hayatını ve güvenliğini tehdit eden Türk Ceza Yasasının 301. Maddesi gibi uluslararası sorunlara odaklanıyor! Ayrıca dünyanın çeşitli yerlerinde hapse atılmış yazarların kötü muamele gördükleri veya ihmal edildikleri için sağlık sorunları yaşayan Birmanyalı, Çinli, Kübalı yazarların serbest bırakılmaları için girişimlerde bulunuyorlar…
BUNUN İÇİN YAZDIM. Yukarıdaki onca anlatımı işte adı “hapse atılan yazarlar ve gazeteciler” ülkeleriyle birlikte geçen “Türkiye” nedeniyle yazdım! O ünlü 301. Madde nedeniyle yazdım. Bugün de hapse atılan gazeteci ve yazar, öğretmen, akademisyenler için yazdım… (Eski 301. madde “Türklüğü aşağılamaktı.” Sonra değiştirilerek, “Türk milleti ve Türk devletini aşağılamak, karalamak, aleyhine yazmak oldu ve bunlar suç sayıldı!)
Olay şu: Amerika’da yayınlanan bir roman demeyin bendeki ilk baskısı 2010 yılında 20 bin yayımlanmış Türkçe’ye 2011’de tercüme edilmiş. Bu ve benzeri kitaplar nesilden nesile binlerce, milyonlarca insan tarafından oklunurlar.. Türkiye ve Türk imajını da çakarak! Ve maalesef o imaj bir Amerikan romanında bile yerlerde sürünüyor! Üzülürsünüz!