Yazımı” yazmaya başlamadan önce hemen her gün, “oğlum Eşref” derim kendime:
“Uzun yazıyı kimse okumaz! Hele uzun cümleli yazıları hiç okumaz! Kaldı ki
Artık herkeslerin akılları kendilerine yetmekte. Üstelik ellerinin altında akıllı telefonları, sosyal medya gibi meraklarını zail edecek bilgileri varken “köşe yazılarına” neden itibar etsinler? Dolayısıyla oğlum Eşref kısa yaz ki zaten artık gazetelerdeki köşe yazılarının yakın gözlüğüyle bile okunamadığının durum vaziyetlerinde yazdıkların yemoşa gitmesin!”
…EVET ama eğer 1974’lerden hatta öncesinden kalma sorunlar halâ çözümsüzlüklerinin kadersel sürecinde insanları sıkboğaz eder, hayatın her evresinde aynen yaşanır ve asla değişmezlerken… “Yeniyi” nasıl yazabilir, nasıl kısa tutabilir, anlatamadığınız meramınıza karşılık nasıl “olan oldu” diyerek geleceğe bakabilirsiniz ki?
Sadece Kıbrıs siyasi sorunu değil, siyasi sorunla gelişen çarpık yapılaşmalar silsilesinde kambur üzerine kambur ulayan sosyoekonomik sorunlar da..
Ki Kıbrıs siyasi sorunu 1963’lerde başlarken, bu adada bir biz vardık bir de Rum tarafıyla “garantör ülkelerden Türkiye ile Yunanistan.” Ya şimdi?
HEM de artık çok daha ciddi ciddi çözüm aradığımız bir dönemde, şu içine düştüğümüz cehennem gibi bölgenin haline bakın!
Şu Rum tarafının Güney’i nasıl bir askeri garnizon haline getirdiğine fakat çok dikkatlice bakın!
Yunanistan’ın artık açıktan açığa Ege’deki adaları “silahlandırdığına, askeri yığınaklar yaptığına” bakın!
Doğu Akdeniz’de yedi düvelin gaz arama sevdasında fink attığına, tek kıvılcımın Suriye’ye eş çatışmaya neden olacağına bakın!
…VE işte gene “eski yazılanları” yaza yaza, gene farkına varmadan, uzattığımıza bakın! İşte olay budur!
Ki rahmetlik Denktaş “ölene kadar gençleri işaret ederek, “evet diyordu tekrar etmeye devam edeceğim…” Yani yine şehitleri anacak, yine katliamları hatırlatacak, yine Rum’un Türk halkına reva gördüğü olayları anlatacaktı..
Çünkü diyordu bunları öğrenmeden geleceğe yürümek mümkün değildir. Nereden nereye geldiğimizi bilmezsek geleceği kurtaramayız!
…BU nedenle uzatıyor, tekrar ediyoruz da siz asıl ayni makastan çıkmış modeller gibi gelip giden hükümetlerin hep ayni masalı tekrar ettiklerine bakın!”
Ki sonuncusu çok enteresan çıktı! Nedenini anlatayım:
*****
OL ALEM DEVAM EDERKEN!
Deve gibi her bir yanımız çarpık da olsa, bazı “düzgün yanlarımız” da yok değil.. Mesela rutin aralıklarla da olsa devletin nasıl harcıalem bir yapısallıkta olduğunu ayazlatsa da zaman zaman ayni Devlet kurumları kendi kendilerini töhmet altına sokmak pahasına, “ey ahali işte biz ancak bu kadarız” dedirtecek istatistikler yayınlarlar..
Mesela daha geçenlerde memlekette en çok Mersedes araba satıldığı açıklandıydı!
Ve ardından o “Mersedes” arabalara nanik çekerek şu istatistiki bilgiler verildiydi:
“KKTC’den ihracat 2017 yılında 105 milyon, 2018’de 100 milyon 800 bin geriledi! Geçtiğimiz yılın ilk 11 ayında gerileme 77 milyon 125 bin TL.e ulaştı!”
Devamla en çok ihracat edilen ürünün Hellim olduğu, narenciye ihracatının 2. sıraya düştüğü açıklandı. Diğer ihraç ürünleriyle hurda, rakı gibileri falan..
Kısaca süt ürünü hellim ile Narenciye sonuçta KKTC’nin ihracat ürünleri olarak zevahiri kurtardı ama zaten ötesi yok! Hepsi bu kadar!
DEVLETİN başını elleri arasına alarak bin defa ve çatlayana kadar düşünmesi gerekir.. Çünkü Barış Harekâtı öncesinde bile Kıbrıs Türk halkı “öğütülmüş haruptan tütüne, patatesten nara kadar dış ülkelere ihracat yapardı. Çünkü “karma ziraat” ekonomisi vardı..
Hatta bir devrelerde topraklarımızı çiçek bahçeleri haline getirdikti . Antalya’ya oradan da dünya pazarlarına karanfil ihracatı gerçekleştirildiydi. (Ta ki Antalya’daki üreticiler bizim üreticilere kazık atana kadar!)
Yine 1974’lerden sonra “tekstil ürünlerimizi” Amerika’lara kadar ihraç ettiğimizin tanığıyım da öte yandan elimize geçen 80 bin dönümlük narenciye bahçelerini koruyamadan 30 bine gerileterek “ihracatımızın canına okuyan da yine biz olduk!
Eee! Şimdi sürekli “köylerden koylülerden” dolayısıyla zirai faaliyetlerden söz etmek tekrar mı olmaktadır!” Ki bu “devlete Timurlenk’in fili gibi “kös” dinletseniz kılı titremez çünkü artık gaileleri kalmadı! Neden mi?
Daha göreve başlayalı bir yıl olmadı, Hükümetin Başbakanı da yardımcısı da partileri öyle münasip görmüşler diye “Cumhurbaşkanı” adayı oldular..
Dam başında saksağan vur beline kazmayı! Ve bana soruyorlar: (“Takıldığımca” işte aşağıda)
*****
KISACA TAKILDIĞIM: (YOKSA 10 YIL DAHA MI?)
Eş dost, tanıdıklar soruyorlar. “Yavu diyorlar. İçişleri Bakanı açıklama yaptı, 10 yılda 3 bin 500 sosyal konut yapacaklarmış. Hem de sıcak yuvalı ve çağdaş yaşamlı olacaklarmış!”
Ve ekliyorlar: “Yani bu hükümet on yıl daha (Allah muhafaza) iktidarda mı kalacak? Aman bir hayırlı haber ver bize!..”
NE deyim bilmem ki? Bu hükümet bir sabah kalkar “Maraş evkaf malıdır” der. Ertesi sabah da “Maraş’ın iskâna açacağını” haber verir!
Yetmez asgari ücreti tespit eder “işverenle işçiyi kapıştırır!” İmar Planı yapar İnşaat sektörünü çıldırtır! 9 aylık planı programı ortalarda salınır ama icraatı yok!
Ha şimdi bunlara “on yılda gerçekleşecek” dedikleri bir proje daha eklendiyse ne olmuş yani! Merak etmeyin yarın sabah unutulur!