KKTC’nin 15 kasım 1983’de ilan edilmesiyle başlayan tartışmalar 35. yılı kutlamalarında da devam etti. Tabi “kutlamalar” ifadesi ne kadar yerinde ayrı olay!
Nitekim 15 Kasım’dan beridir tartışmalar fakat ayrı gayrı görüşlerle devam ediyor! “Doğru alınmış karardı” diyenlerle “yanlıştı” diyenler bir kez daha karşı karşıya geliyor!
TABİ o tarihi günü ve sonrası gelişmeleri yaşayan bizzat olayın aktörleri durumundaki politikacılarımızın da kendilerine özgü siyasi görüşlerini bu vesile ile yeniden öğrenmek fırsatını buluyoruz..
Hemen ekleyim ama: Rahmetlik Denktaş’tan başkası bu “cesur kararı alamazdı!” Ne o gün ne bugün!
Ki “olay” Türk halkının, BM’lerce etnik toplumlara tanınan kendi kaderlerini tayin hakkı (self determinasyon) gerçeği üzerine oturtulduydu. İlk kez Kıbrıs Türk halkı Denktaş liderliğinde bazı siyasi partilerimizden alınan onayla “KKTC”i ilan ettiydi..
FAKAT! Her halde dünyada benzeri görülmedi! Bir “devletin” kuruluş günü ilan edilirken ayni gün “kırılmış” da olması!
Ki yukarıda “tartışma hiç bitmedi” dediğim tam da buydu!
Kısaca Rahmetlik Denktaş’ın kendi arkadaşları, yandaşlarıyla aldığı bu büyük siyasi kararı, belki bugünlere dek “KKTC” ile kalıcılığını sürdürdü ama ayni KKTC’i tümüyle Kıbrıs Türk halkına kabul ettiremedi!
Nitekim 15 Kasım 1983’den beridir Kıbrıs Cumhuriyetinden kopmamız anlamına gelen bu siyasi tasarrufu sindiremeyenler, daha o ilk gün “Denktaş’ın devleti” deyip bugünlere kadar sürecek tartışmanın da fitilini yaktılardı! Nitekim:
HİÇ yazmaya gerek yoktur. Bugün de müzakerelere KKTC’i yaşatmak için değil, ilga edip yerine federal sistemi koymak için çabalıyoruz da düşünün, bunu bile Güneydeki komşumuza kabul ettiremiyoruz!
Ha ne demiştim başında? O tarihi günle ilgili söylenip yazılanları okudum. “Herkeslerin kendi görüşleridir, elbet düşündüklerini söyleyip yazacaklar…” Diyemedim!
Çünkü ulusal davalar “herkeslerin kendi düşüncelerine göre şekillenmezler.”
Kaldı ki söz konusu olan “devlet hakkımız” nedeniyle “olmazsa olmaz” dediğimiz “siyasi eşitliğimiz” ve en az Rum toplumu kadar bu adadaki “mutlak sahipliğimizdir.”
Keşke devlete inançta masaya, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” olarak otursaydık. Oysa şimdilerde hem azınlık hem de siyasi eşitlik gibi asla görüşülmemesi gereken saçma sapan Rum zırvalarını tartışıp kabul ettirmek zorunda kalıyoruz!
**********
ÖZERSAY NE KADAR DOĞRU YAPTI?
Çok demokrat bir “koalisyon hükümetimiz” var. Bir bakanımız çıkıyor ve makam aracının giderlerinden nasıl yüzde 80 tasarruf yaptığını anlatıyor. İzaz ikram paralarını nasıl kıstığını, sadece şahsi telefonunu kullandığını, Bakanlığının bütçesine konulan 500 yüz bin TL.lik Hane Halkına Yardım kalemindeki parayı nasıl kuruşuna dokunmadan maliyeye iade ettiğini… Söylüyor, açıklıyor…
Ve demek istiyor ki diğer Bakan arkadaşlarının gözlerinin içine baka baka: İşte aramızdaki fark!
Ben “halk” siz “burjuva!” Ben “fedakâr, yüreği sızlayan bir vatansever, siz…
Önce şöyle düşündüm. “Keşke tüm öteki Bakanlıkların Bakanları da Özersay gibi “tasarrufa” bu kadar önem verselerdi. En azından fukara devletin hazinesine karınca kararınca kendi giderlerinden yapacakları kısıtlamalar nedeniyle karınca kararınca bir katkıları olurdu..”
NE var ki “Özersay” o Bakanlar kurulunda, kendi Bakanlarına karşı bile “tek” kaldı! Büyük olasılıkla Bakanlığının genel harcamalarında da “kişisel tasarrufuna” paralel öylesi bir tasarruf özeni gösterilmedi!
Kısaca Sn. Özersay (takdire şayan da olsa) bu tasarruf bilinciyle diğer üç siyasi partiye ve başkanlarıyla öteki bakanlara fark atmadı!..
…“KADRO hareketi” bu nedenle önemlidir” diyecektim. İnsanların ille de ayni kafa yapısında olmaları mümkün değildir zaten hükümetlerde oluşturulan “plan programlar” bu nedenle bağlayıcı olurlar..
Uzatmak abestir de şimdi desem ki “Sn. Başbakan, Bakanlar bir Kudret Özersay kadar bile olamadınız…” Zannedersem böyle bir kıyastan Özersay da rahatsız olacaktır..
*****
BAŞKANLIK sitemine bir daha dönmek istiyorum. Bu ülke koalisyon hükümetleriyle artık çarklarını çeviremez! Mesela Sn. Bakanlar devletin tek kuruşunu harcamadan tüm giderleri ceplerinden karşılasalar da “Kurumları” yeniden çalışır duruma getirebilirler mi? Son günlerde yine gündeme gelen TÜK’ü bataktan çekip kurtarabilirler mi?
Kaldı ki geçmişte en kabadayısından üçlü partilerle oluşan koalisyonlar, şimdi “dörtlü” oldular. Olmaz ki! Siyasetin, hükümet etmenin lafzına aykırıdır her şeyin bir sınırı kapasitesi vardır..
Bu nedenle önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimini “Başkanlık seçimine” dönüştürmek devlet yönetimi açısından galiba kaçınılmaz son çare olacaktır.. Yoksa böyle çoklu koalisyonlarla (ki bunun nedeni de o acube yeni seçim sistemidir) bu gemi yerinden bile kıpırdamaz!
**********
KISACA TAKILDIĞIM:
Kabul! Artık inandım ki toplumumuz “değişmek” üzerine kabuk değiştiriyor! Mesela: değiştikçe çevresini daha çok kirletiyor! Trafik kazaları, uyuşturucu kullanımı daha çok artıyor..
Taciz olayları çoğalıyor…
Peki adam sürekli kavga ettiği eşini öldürdükten sonra neden kendini de öldürüyor? Canı sıkılmışsa “intihar” edip neden “kurtuluşa” tek başına gitmek varken, eşini de birlikte götürüyor! Bu da mı yeni değişim?