Hüzün Ana ve Çocukları… - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 26, 2024
Köşe YazarlarıSanat

Hüzün Ana ve Çocukları…

Hüzün Ana ve Çocukları oyunu
Çağıl Günalp
Çağıl Günalp

Akdeniz’in bu çorak adasının, 8 bin yıllık tarihsel ve kültürel topoğrafyasını, tek bir solukta anlatmak ne denli mümkündü? Bir adalı şairin, yıllarca kendi ülkesindeki kimlik yarılmalarına, bölünmüşlüğe, çürümüşlüğe, savaşların yaşattığı yıkıma rağmen içinde biriktirdiği yurtseverliği ve kök salmışlığı yansıttığı şiirlerinden bir tragedya yaratıp hem o şairin ölümsüzlüğünü hatırlatmak hem de resmi tarihin ve/ya egemen sınıfın dayattığı/benimsettiği dogmalar yıkılabilir miydi?

İçinde yaşadığımız sözüm ona bilgi çağında, sistematik biçimde pompalanan unutma eylemine karşı varoluşun en temel harcı olan düşüncenin ve yeni bir dilin peşinde koşulmasının önemi, 1 saat 15 dakikalık bir oyunla anlatılabilir miydi? Anlatılsa dahi izleyici tarafından kavranabilir miydi?!..


Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun 22 Mart günü prömiyerini yaptığı Hüzün Ana ve Çocukları’nı izleyinceye kadar bu ülkeden çıkan sanatın yeteri kadar bu ülkenin gerçekliğine eklemlenmiş üçüncü göz olarak yol gösterici, etik bir pusula olabileceğine pek inanmıyordum…

 

Yıllar yılı çoğunlukla sanatın yakıtının yoksunluk, çaresizlik ve bir tamamlanma/bütün olma arayışı olduğunu bize unutturan, yerel olanı fetişleştiren kasabalı zihniyetin baskın olduğu bir ortamda, Hüzün Ana ve Çocukları, toplumsal yoksunluğumuza, çaresizliğimize sebep veren tüm unsurlara; korkaklığımıza, çürümüşlüğümüze, edilgenliğimize ve bencilliğimize güçlü bir ışık tuttu… Rahat vicdanlara, işlenilen ve/ya göz yumulan günahların bilincinde olmasına yönelik bir çağrıda bulundu, kırık aynaya bakıldığına gördüğümüzün ve görebileceğimizin “biz” olacağını, yüzleşmenin bir yarayı kaşımak değil sağaltmak için gerekli olduğunu belleğimizin en ücra yerinden çıkarıp yüzümüze vurdu…

 

Kıbrıslı Türk şair Fikret Demirağ’ın şiirlerinden usta tiyatro sanatçısı Yaşar Ersoy’un oyunlaştırıp sahnelediği Hüzün Ana ve Çocukları’nda, gerek Yaşar Ersoy’un kılı kırk yarar şekilde yıllar yılı süren işçiliğiyle hazırladığı oyun metni, sahnede özellikle Melihat Melis Beşe, Döndü Özata, Özgür Oktay Refikoğlu’nun seyircinin tüm algısını ele geçiren muhteşem oyunculuğu, gerekse Yaşar Ersoy ve Erol Refikoğlu’nun sahnedeki 50 yıllık tecrübesi; “Yüreği şiirsiz bir zamana karşı/Şiir değneğine tutunanın şarkısı” oldu…

 

Oyun, aynı gündemin değişik varyasyonları içinde yoğrulan, içerisinde olduğu tek boyutluluğu yegane gerçeklik sanan biz adalılara, tiyatronun karanlık bir tünelde yürürken çatlaktan sızan ışık olduğunu yeniden hatırlatarak, puslu bir pencereden bakılan belirsiz bir geleceğe nasıl başkaldırılabileceğini sergileyen, duygusal pornografikten uzak, düşünsel pırıltılarla bezenmiş bir yolculuk olarak bizi epik bir serüvene çıkardı…

 

Bu yolculuk, bir nevi eve, yurda dönüş yolculuğuydu… Toplumsal bir Odysseia.

Hüzün Ana ve Çocukları oyunu

Hüzün Ana ve Çocukları, ‘Antik söylenceler, kalıntılar, acılar ve batıklar adası!’ Kıbrıs’ın 8 bin yıllık geçmişindeki en yıkıcı olayları dahi estetize ettiği biçimsel zenginliği kadar, teokratik gücün nasıl politik bir alana nasıl dönüştüğünü sergilerken kullandığı ritüeller, istismarı, savaşı, özgürlüğü, anlatırken izleyicinin kalp ritmini kah yükselten kah düşüren sahne kurgusu ve dinamik oyunculuklarıyla tartışmasız Kıbrıs Türk tiyatro tarihinde bir kilometre taşı olacaktır…

 

İzleyiciyi hem maddi hem de uhrevi dünya arasında sektiren, hem sanatın, hem sanatçının, yaşamın kıyısında değil tam merkezinde kök salmasının güçlü bir kanıtı olan Hüzün Ana ve Çocukları, felsefi boyutuyla da ele alınmalı ve hatırlanmalıdır…

Oyunun başında ve sonunda kullanılan kırık ayna, gerek Plato’nun Mağara alegorisi gerekse Sartre’ın varoluşçu felsefisi ışığında okunabilir. Ayna olmayan yerde kişinin ancak kendisini bir başkasının gözündeki yansımasından görebileceğini Kapalı Oturum isimli tiyatro oyununda son derece varoluşçu bir üslupla irdeleyen Sartre, kişinin kendini yaratan tek varlık olduğunu, muhakeme, yargılama, karar alma, seçme iradesinden bireyin asla mahrum olmadığının altını çizer. İşte tam da burada, oyunda kullanılan kırık ayna, Sartre’ın Kapalı Oturum’daki “aynasının” önemini akla getirir ve bireysel/toplumsal yozlaşma-yüzleşme arasındaki bağı estetize ederek yüzümüze çarpar…

 

Kıbrıs’ın en büyük sorunlarından biri olan; önceden kurgulanan, dar alanda sıkışmış ve hareket alanı belirlenmiş bir alanda, bireysel ve toplumsal anlamda kaotik bir biçimde, illüzyona dayalı şekilde başröl ve figüran olma arasında sekmeler yaşamamız ve bu yaşadığımızın bize verdiği anlık esrimelerin nasıl tutsağı olduğumuzdur yüzümüze çarpılan…

Yüzümüze çarpılan, dillendirilmemiş anlaşmalarla hareket eden, bir başkasının gözünde şekillenen adalı hallerimiz, kimlik bölünmeleri ve kimliksizlik arasında yıllardır yaşadığımız histerik yolculuk ve bu çaresiz yolculuğa karşılık anlık sinir seğirmeleri ve anlık ‘zaferler’ bulduğumuzu sanışımızdır… Gözümüzün önünden geçen o kırık aynada gördüğümüz, aslında her birimizin ısınan suyun içerisinde bir kurbağa oluşudur…

 

Oscar Wilde tiyatroyu tüm sanat biçimlerinin arasında en yücesi olarak kabul etti hep. Onun için tiyatro, insanoğlunun, neyin insani olduğu duygusunu bir başka kişi ile en dolaysız olarak paylaşabileceği yoldu. Franz Kafka ise sanatın, insanın gözünün gerçekle kamaşması olduğuna inandı…

 

Hüzün Ana ve Çocukları, bize tam da bu coğrafyadan çıkabilen sanatın, bu coğrafyaya, adalılara -eklemlendirilmiş bir üçüncü göz olabileceğini, çelişkileri, yoksunluğu, yok oluşu, etik yozlaşmayı ve savaşların yıkımını ele alırken aynı zamanda tüm bunların ortadan kalkması için öneren, ülke insanın yaşananlar karşısındaki “dilsiz tanıklığına” isyan eden, köprüleri sadece kavramsal ve teorik olarak değil yaşamsal olarak da kuran, 8 bin yıl gerçekliğini “hazin tozlardan” arındırıp en yalın ve insani duygularla izleyiciye aktaran bir başyapıt olarak hatırlanacaktır.

 

Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun geleceğinin ne denli aydınlık olduğunu tutkusu ve oyunculuğuyla bize gösteren Melihat Melis Beşe’ye, olgunluk dönemlerinin verimiyle bizi derinden etkileyen Özgür Oktay ve Döndü Özata’ya, deneyimleriyle gelecek nesillere bir rehber olan Erol Refikoğlu ve Yaşar Ersoy’a, oyunun dekor, kostüm tasarımını yapan Özlem Deniz Yetkili, özgün müziğini yapan İnal Bilsel’e, ışık tasarımını hazırlayan Fırat Eseri’ye, yönetmen yardımcılığını üstlenen Umut Ersoy’a, Ana Tanrıça Heykeli’ni yapan Erol Refikoğlu ve Sevcan Çerkez’e, ışık uygulamasında görev alan Salih Kanatlı, efekt uygulamasında görev alan Mehmet Eseri, dekor uygulamasında görev alan Özhan Dinler, kostüm uygulamasını hazırlayan Mehmet Doksöz, sahne amirliğini yapan Mehmet Demir, oyunun afiş, broşür ve fotoğraflarını hazırlayan Umut Ersoy’a tek tek yürekten teşekkürler, bizlere sundukları bu güzellik için…

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar