Erdoğan’dan sonra Türkiye Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar da Zeytindalı Harekâtıyla ilgili konuşurken, Türkiye’nin sadece sınır ötesinde değil Ege denizinde de muktedir olduğunu söylemek gereğini duyuyor! Mesaj ise açık seçik doğrudan “Yunanistan”ı hedef alıyor.
ÇÜNKÜ son zamanlarda Yunanistan, Ege sularında seyreden Türk Ticaret Gemilerini durdurarak enten püften nedenlerle normal olmayan denetimlere tabi tutuyor.. Bu konuda yapılan yorumlardan öğreniyoruz ki bütün amaçları Türk gemilerini “blacklist” (kara listeye) aldırmak…
Hatırlanacaktır Erdoğan’ın Yunanistan’a resmi ziyareti sonrasında Türk-Yunan ilişkileri daha iyiye değil, daha kötüye gitmeye başladı! Atina’da Yunan Cumhurbaşkanı ile görüşmesinde “Lozan Anlaşması” gündeme gelmiş “iki başkan arasında sert tartışma” yaşanmıştı.
Hemen sonrasında “Kardak Kayalıkları” olayı Yunanistan tarafından yeniden dürtülerek zaten gergin olan iki ülke ilişkileri beterince gerilmişti..
FAKAT son dönemlerin asıl sorunu Rum tarafının yedi parselinden birinde daha “hidrokarbon yatağına” ulaşması! Ne var ki bu yatağın Türkiye’nin hemen münhasır ekonomik bölgesi içinde yer aldığı söyleniyor..
(Tabi şunu anlamak da kolay olmuyor. Türkiye Rum’un Doğu Akdeniz’de sondaj çalışmalarını sürdürmesine ses çıkarmazken, vakta ki hidrokarbon yataklarına ulaşması söz konusu olmakta, sesini yükselterek “bu gazda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin de hakkı vardır” diye uyarılarda bulunmaktadır.. Bu tutumun, “bırak gazı çıkarsın biz de payımızı çeke söke alırız” stratejisi kapsamında mı olageldiğini tabi ki bilemiyoruz ama bir gün Doğu Akdeniz’de istenmeyen çatışmaların olabileceği kuşkusunu taşımaya devam ediyoruz…)
KISACA Türk-Yunan ve Kıbrıs’ta çözüme yönelik onca ikili ilişkilere karşın normalleşme yerine “anormalleşmeye” doğru gidiliyor. Adadaki müzakereler de husumet ve düşmanca tavırları izale etmeye yetmiyor, ol alem geldiği gibi gidiyor!
HEYECANLI HÜKÜMET: (GÖREVE SIKI BAŞLANILDI!)
Tahmin ettiğim gibi “genç Bakanlar” görevlerine heyecanla başladılar.. Sosyal medyayı iyi kullanıyorlar, “halkla” bire bir ilişkiler kuracak yeni diyalog yolları açıyorlar..
(Mesela genç Bakan Erkut Şahali gece yarılarına kadar çalışmış, “gecenin bir yarısı şoförsüz korumasız kendi özel arabasıyla yollara düşmüş..” Uykusuzluk nedeniyle de söz konusu kazayı yapmış.. Allah acımış ucuz atlatmış..)
Öte yandan Çalışma Bakanı Zeki Çeler de görevine hızlı başladı.. Son zamanlarda gitgide artan inşaatlardaki ölümlü kazaların hemen üzerine giderken, Pazar günlerine de çalışma yasağı getirdi…
Dahası (belki ilk günlerin heyecanı yahut işgüzarlığı denecek ama Bakanlar Bakanlıklarında değil, sahada çalışıyorlar, halkla birlikte halkın içinde olmaya çalışıyorlar..)
Aslında yeni hükümet göreve başlarken artık anketlerden yoldaki yurttaşa, STÖ’den medyaya kadar “KKTC’nin iyi yönetilmediğine, bu nedenle sorunların gitgide çözülemez hale geldiğine, istikrarsızlığın huzursuzluk yarattığına…” Yönelik şikâyetler tavan yaptıydı..
Dörtlü Koaalisyon Hükümeti bu şikâyetler furyası bombardımanı altında başladı görevine. Ki seçim kampanyaları sırasında bizatihi kendileri de memleketteki kaostan yakınıyor, seçilmeleri halinde sorunları nasıl yüklenip çözeceklerinin vaatlerini yapıyorlardı. Tutun ki görevlerine büyük bir heyecan ve şevkle başlamalarında bu öncesi motivasyonların büyük etkisi vardır..
Gerçek şu ki KKTC’nin her yönden büyük değişimlere (hadi reform diyelim,) reformlara ihtiyacı vardır. Mesela yeni hükümetin Bakanları “bismillah” deyip makamlarına daha ısınmadan karşılarında “kurtarılmayı bekleyen iflas etmiş belediyeleri buldular..
Öyle kısa sürede çözülecek gibi değil ama mesela “hayvan popülasyonu ve et kombinası sorunlarıyla ilgili “pahalı et” sorununu buldular!”
Trafik, çevre kirliliği sorunu zaten berdevam… Akşamları yolların aydınlatma sorunu gibi halkın günlük hayatını yakından ilgilendiren olumsuz sorunları buldular…
Uyuşturucu, üniversitelerde gitgide çoğalan illegal olaylar sorunları mesela…
Bu yıl süresince hep böyle yüksek seyredecek denilen “döviz sorunu!”
Şu anda hastanelerde ilaç kalmamış. Sağlık sorunu!..
Tüm bu sorunlar belki de hükümeti teknefes yapacak bir çalışma temposunu gerektirecek… Öte yandan:
Geçen hafta Meclis’te okunan hükümet programına bu düşüncelerle baktık..
Aynen önceki koalisyon hükümetlerinin programları gibi.. Ne var ki bu “yenisi” daha çok güncelleştirilmiş. Somuta indirgenmiş. Kalabalık laflar yerine daha bir basite irca edilmiş.. Öncekiler gibi icraatlar takvimlendirilerek “filan tarihe kadar gerçekleştirilecek” falan denmemiş, icraatların uçları açık bırakılmış.. Galiba böylesi de daha iyi olmuş çünkü her yıl erken seçim yapılan memlekette hangi programı takvime bağlayabilirsiniz ki?
Kısaca diğerlerinin kupürlerini nasıl kesip çekmecemize koymuşsak “dörtlününkünü” de aynen kesip masamızın çekmecesine attık.. Şimdi
KISACA TAKLDIĞIM: (BÜYÜK SORUN DÖVİZ VURGUNU!)
“Pekala” denecek: “Dörtlü koalisyon hükümetini bekleyen en büyük sorun nedir?
Büyük olasılıkla “hükümet programını da aksatıp icraatları olumsuz etkileyecek; bununla da kalmayıp toplumun hemen her kesimini fakat en çok da yaratacağı pahalılık nedeniyle sabit ücretli dar gelirlileri vuracak olan döviz sorunudur.
TC’li maliyecilere yahut ekonomistlere göre bu yıl dövizde bir düşüş beklenmiyormuş. TL hep bu değerlerde seyredecek, enflasyonda da pek bir değişim olmayacakmış..
Bu konulara yabancıyım ama bu haberlerin aydınlık değil karanlık günlerin habercisi olduğunu iyi biliyorum. Hükümet başarılı da olsa tüm başarılarını yerle yeksan edecek bu “döviz vurgununu” izale edecek tedbir alamazsa 2018 yılı çok sıkıntılı geçecek!