Bir süredir “ulusal mücadeleye başladığımız dönemlerle bugün sahibi olduğumuz Kuzey Kıbrıs’taki durumumuzu düşünüyorum..”
Çünkü ne zamandan beridir canlarımızı sıkarken hayatlarımızı karartan sorunları defedip “nereden nereye geldik” dedikten sonra umuda bayrak açmak istiyorum!
Çünkü toplumların “ah vahlarla” makûs talihlerini değiştirebileceklerine inanmıyorum. Kadere teslim olmak acizlikle miskinlik, düşmanınıza yem olmaktır diyorum.. Ki Kıbrıs Türk halkı en kara günlerinde bile teslim olmadı bunlara!
SADEDE geleyim ve çok klasikleşmiş şu lafı tekrarlayım: “Bugünlere kolay gelmedik. Yoklukla, fukaralıkla, ezilmişlikle geldik.. Var oluşumuzu tehdit eden İngiliz ve Rum düşmanlarımızın türlü çeşitli baskılarını, canımızı çıkaran esaret zincirlerini kırarak yenerek, geldik…
Cemaattık toplum olduk. Toplumduk devlet olduk..
Kime karşın? Papazlarının, siyasilerinin iki asırdır “Enosis” peşinde koştuğu Rum’a karşın! Rum’a yataklık yapan İngiliz’e karşın! İçimizdeki gafillere karşın..
PEKİ ama bu uzun soluklu mücadele sonucunda şu anda devlet olarak bulunduğumuz siyasi konumumuza nazire, bu adada bundan sonra neyi niçin istediğimizi biliyor muyuz?
Ki TMT olarak ne istediğimizi iyi biliyorduk.. 1953’lerde Rum’a direnirken niçin direndiğimizi de çok iyi biliyorduk.. 1974’de Türkiye’nin savaş uçaklarını semalarımızda gördüğümüzde artık talihimizin döndüğünü, karanlıklardan aydınlıklara çıkacağımızı da bildiydik..
AH talih! Kimini güldürür canını alır, kimini ağlatır canına can katar!
Devlet olduk ama kendi lobileri içinde bile “kardeşçe yaşamayı” beceremeyen doktrin tutsağı kafaların “halkların kardeşliğine” dayalı çığlıkları arasında dedik ki “bu kadarı da çok değil mi bize?” “Kıbrıs’ı Rum’la birleştirip çözümü sağladıktan sonra tek devlet olsak olmaz mı?”
DEMEK ki bir asırdır ölüne öldürüne yarattığımız “devlet” Rum’la birleşik Kıbrıs’ta kurulacak sonu belirsiz federasyondan başka anlamıyla işlevi olmayan bir siyaset madrabazlığıymış! Ki hâlâ dünyada benzeri yok!
Kİ son örneğini Yugoslavya’nın dağılması sonucu 1991’den beridir devam eden Yunanistan’ın Makedonya sorunuyla izliyoruz. Milyonlarca etnik Yunan kendini Makedon olarak niteliyor.. Yunanistan ise komşusu durumundaki Makedonya Cumhuriyetinin en büyük etnik grubuna “Makedon” denmesine karşı çıkıyor.. Ve sorun uluslar arası krize dönüşüyor! Sadece etnik kökenden kaynaklı “adlandırma” sorunundan dolayı!
Bizim sorunumuzsa bu adada “devlet” olarak var olup olmama sorunu.. Ki şimdi de Guterres çerçevesine karşı başlayan yeni mücadelesiyle! **********
“DENETİM SORUNU” VE “BAŞKANLIK SİSTEMİNE” GEÇME ZORUNLUĞU..
Yıllar önce siyasi duayenlerimizden Salih Coşar’la sohbet ederdik. Kendilerinin bu toplumun sistemine kattığı pek çok “ilkleri” vardı hâlâ tekrarlarım çünkü son dönemlerde nedense toplum dinamiklerini harekete geçirirken işlevine katkıda bulunacak böylesi “dirayet” sahibi ” politikacılar yetişmiyor.
Nitekim geçen gün ölüm yıldönümü nedeniyle törenle anılan İsmet Kotak da ayni ekolün politikacılarındandı.
Bu politikacılarımız bugünkü gibi bir “devlet” olgusunda değil; adına “Kıbrıs Türk Yönetimi” denen siyasi yapılanmada görev ve sorumluluk yüklendilerdi..
Mesela şimdilerde Başbakan Erhürman’ın “seferberlik” çağrısını, bu politikacılarımız yıllar önce çağrıya bile gerek kalmadan “Kıbrıs Türk Yönetimlerine bağlı siyasi kuruluşların, ekonomilerin ideali, felsefesi, ruhu” yaptılardı.. Yapmasalar, bugünün devletini hazırlayan o günlerin yönetimlerini inşa ermeselerdi, 1974 sonrasını siyasi ve sosyoekonomik yapılanmalarla “devlet” haline getirebilir miydik?
Ne var ki bugün; dünün seferberlik ruhunun zıddına ve tersine akan sularında “yaptıklarımızı yıkmaya” uğraşıyoruz!
Nitekim Erhürman’ın “seferberlik çağrısının” iltifat bulmaması bir yana; tam aksine devlet, hayvancısından Tel Sen’e, öteki birlik ve kesimlerden sendikalara kadar da eylemler ve tehditlerle sallanıyor yıkılsın diye!
*****
…“DENETİM” sorununa gelmek istiyorum. Uzunca süre önce “bu ülkede kimsenin vergi vermediği gerçeklerde yine yakınmalar ayyuka çıkıyor, “vergi verilmez alınır” deniyordu ve doğruydu! Bunun için de “denetim ve denetçilere ihtiyaç vardı.
Nitekim o dönemlerde Coşar basit bir matematik düşünce kurguluyor ve “eğer yeterince vergi sağlamak istersen yeterli sayıda “denetçi” istihdam edeceksin” diyordu. Yani “kaz gelecekse tavuğu esirgemeyeceksin!”
ŞİMDİ geldik diğer soruna: “Fakat bizde istidamlar işe, liyakate göre değil; ‘kişilerin iktidardaki partilerine’ göredir!..”
…Mesela gazeteci refiklerimiz de köşelerinde ısrarla yazıyorlar. “Daha çok polis istihdam edilirse verilecek maaş, trafikteki denetimler artacağından devletin hazinesine kat katı gelir olarak geri dönecektir.
MECLİS Başkanlığı dönemlerinde Sibel Siber bu sorunları sürekli gündeminde tutar “denetimsizlikten popülizmden yakınırdı!” Geçtiğimiz günlerde de “devletin işleyişinden yakındı “örtülü ödenekleri” sorguladı!
KISACA diyoruz, Hükümetlerin iyi niyetli olmaları yetmiyor! Ben Halkın Partisi’nin seçim öncesi idealist vaatlerini gülerek okurken şunu da yazardım. “Yarın iktidar olduğunuzda bugün yerdiğin popülizmin de bozuk düzenlerin de “nereden buldun” sorgulamalarının da altında kalmaktan kurtulamayacaksın.. Gitgide öyle olmuyor mu?
Çünkü KKTC artık sil baştan yeniden yapılanmayı gerektiriyor. Başkanlık sistemine bu nedenle geçmekte yarar vardır. Çünkü bundan sonrası seçimlerde koalisyonlardan kurtulmak yine mümkün olmayacaktır. Oysa KKTC için koalisyon hükümetleri hem lükstür hem israf!