Charles Dickens’in gözüyle Amerika - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 26, 2024
Köşe Yazarları

Charles Dickens’in gözüyle Amerika

Bekir AzgınBekir Azgın

Charles Dickens, Victoria döneminin değerlerini eleştiren ve sanayileşme sürecinin insanlara yaşattığı sorunları ve zorlukları en çarpıcı şekilde dile getiren bir yazardı. Çile çeken insanların sözcüsüydü.

Okula başladıktan bir süre sonra babası borçlarını ödeyemediği için hapse düştü. Okulu bırakmak zorunda kaldı ve bir boya fabrikasında işe başladı. Oradaki gözlem ve deneyimlerini çeşitli kitaplarında, özellikle de Oliver Twist, David Coperfield ve Antikacı Dükkânı romanlarında bol bol yansıtmıştı.


“Amerika Notları” olarak çevirebileceğimiz “American Notes” adlı kitabının Türkçe’ye çevrilip çevrilmediğini bilmiyorum. En azından ben görmedim.  Dickens bu kitabında Amerika gezisinde gördüklerini ve yaşadıklarını anlatır. 1842 yılında beş ay süreyle Kuzey Amerika’nın kuzey kentlerini ve Kanada’yı gezdi.

Beni en çok ilgilendiren konu, Dickens gibi yetenekli bir yazar Amerika’da neleri merak etmiştir ve nereleri görmeye gitmiştir. Merakınızı gidermek için hemen yazayım. En çok ziyaret ettiği yerler, hapishanelerle tımarhanelerdi. Kendisiyle birlikte olan karısının bu gibi yerlerin ilgisini çekmiş olabileceğini hiç sanmıyorum.

Dickens, Amerika’ya gittiğinde 30 yaşında bir delikanlıydı. Ama ünü yaşından büyüktü. Amerika’yı ziyaret etmeden önce Pickwick Papers (Bay Pikvik’in Maceraları), Oliver Twist, The Old Quriosity Shop (Antikacı Dükkânı) gibi romanları basılmış bir yazardı. Romanlar daha gazete veya degilerde tefrika edilirken Amerikalılar hemen onları alıp kendileri de yayımlardı. Nasıl olmasa telif hakkı kanunu yoktu ve Dickens’a bir kuruş ödemiyorlardı. Bu nedenle olsa gerek, Amerika gezisi boyunca yaptığı her konuşmada uluslararası telif hakkı yasasının geçirilmesi gerektiğini vurguladı.

Boston’da ayakları yere basar basmaz etrafını kalabalıklar sarmaya başladı. Okurları bu ünlü yazarı görmeye, hatta onunla tanışmaya can atıyorlardı. İlk zamanlarda bu ilgi, yazarın hoşuna gitmişti ama bu ilgi uzayıp gidince sıkılmaya başladı. Dickens çalışkan bir insandı. Yazı yazmak yerine Amerikalılarla laklakı etmek beğeneceği bir durum değildi.

Yazar Boston’daki hapishane ile tımarhaneyi çok beğendi. Buradaki hapishanenin yargılanmayı bekleyen insanlar için dünyanın en iyisi olduğunu yazdı. Halbuki Newyork ve öteki kentlerin hapishanelerini hiç beğenmedi. Yargılanmayı bekleyenlerin ve idam cezasına çarptırılanların gün ışığı görmeyen havasız küçücük hücrelerde tutulduklarını söyler. İngiltere’de İdama mahkum edilen insanların bile günün belli saatlerinde avluya çıkarıldıklarını hatırlatır.

Dickens Boston’dayken Massachusetts yakınlarındaki Lowell kasbasını görmeye gitti. Bu kasabanın özelliği, şirketler tarafından kurulmuş olmasıydı. Şirketlerin inşa ettiği binalarda değirmenlerde, atölyelerde ve fabrikalarda çalışan insanlar otururdu. Bu kasabada oturan insanların çoğu genç kadınlardı. Bunların büyük bir çoğunluğu da fakir köylülerin kızlarıydı. Bu kızlara “Değirmenci Kızlar” denirdi. Değirmenci kızlar, iş yerlerinde çalışırlar, kasabanın evlerinde kirada otururlar ve kazandıkları paranın yarısını patronlarına geri verirlerdi. İki sene çalıştıktan sonra da kasabayı terk etmek zorundaydılar. Yerlerini başka bir grup Değirmenci kız alırdı. Dickens bu kasabayı “iyi ama uğursuz” bir yer olarak nitelendirir.

İyiydi çünkü işçilerin çalışma koşulları hiç de fena değildi. Kasabanın kütüphanesi vardı. Kendi gazeteleri yayınlanırdı. Kütüphane salonunda yüksek sesle gazete okuma seansları yapılırdı. Belli ki okuması yazması olmayanlar düşünülerek böyle bir sistem kurulmuştu. Uğursuzdu çünkü iki yıldan fazla çalışmak mümkün değildi. Üstelik kazanılan paranın yarısını iade etmek durumu vardı.

Dickens, başkent Washington’u hiç beğenmedi. Ovanın içinde geniş caddeler uzanıyordu. Ama sağı solu boştu. Henüz binalar inşa edilmemişti. Tanıştırıldığı cumhurbaşkanını yorgun ve bezgin buldu. “Adamın yorgun olmaması mümkün değil, herkesle savaş halinde” diye yorumda bulunur yazarımız. Şunu da ekler: “Amerika’daki demokrasi göstermeliktir çünkü seçimlerde sahtekârlık yapılır.”

Washington’da nereye gitmişse Kongre binasında, Beyaz Saray’da, bankalarda, içki salonlarında, lokantalarda ama her yerde tükrük kapları vardı. İnsanlar onların içine hem tükürür hem de sümkürürlerdi. Yazar şöyle diyor: “Amerikalı erkekler, sıkça balgam çıkarırlar ama çıkardıklarını saklamak ihtiyacını duymazlar.” Üstelik Amerikalıların iğrenç bir adetleri daha vardı. Tütün yapraklarını çiğneyip tükürüyorlardı. Bir İngiliz “Gentleman”i için bunlar tahammül edilecek şeyler değildi.

Kölelerin durumunu gözlemek için tütün ülkesi olan Virginia’ya gitti. Tütünün toplanma, preslenme, kurutulma ve paketlenme aşamalarını gördü. Burada çalışanların tümü de köleydi. “Yemek paydosunda, birkaç defa, yemekhanelerini görmek istediğimi söyledim ama fabrika sahibi duymazlıktan geldi. Ben de üstelemedim” diyor yazarımız.

Ertesi gün bir plantasyonu ziyaret etti. Plantasyon sahibi onu sevinçle karşıladı, onu gezdirdi. Kölelerin nerede yaşadıklarını gösterdi ama binaların içine sokulmadı. Dickens köleliğe şiddetle karşı olmasına rağmen Amerika’da yaptığı konuşmalarda bu konuya hiç değinmedi. Ama notlarında bu konudaki düşüncelerini detaylı bir şekilde tartıştı ve en sonunda şu sonuca vardı: “Kölelik eninde sonunda sona erecek ama bu süreç kanlı olacak”. Nitekim öyle oldu.

Amerika Notları, Amerikalıları çok kızdırmış olmasına rağmen 1867-68 yıllarında yaptığı ikinci gezisinde 76 konuşma yaptı. Buna karşılık 230,000 dolar kazandı ki bugünkü karşılığı 4 milyon dolardır. Üstelik bir dolar vergi ödemeden İngiltere’ye kaçtı. Böylece yılların intikamını almış oldu.

 

 

 

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar