Rahmetlik Denktaş ne istediğini iyi biliyordu. Bu nedenle Makarios’la başlayan müzakerelere Kiprianu, Vasiliu, Klerides’le devam ederken, her zaman “federasyon” alternatifini öteleyecek bir siyasi taktiği vardı.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devletini bunun için kurduydu. Biliyordu ki eğer Kuzey’de siyasi kimlik sahibi olamazsak “azınlık esamesindeki cemaat oluştan” asla kurtulamayacaktık!
Dolayısıyla masada eşit koşullarda “çözüm pazarlığı yapabilmek için önce “iki devlet çağrışımı” yapacak “mütekabiliyeti” sağlamamız gerekecekti!
(Nitekim KKTC’i ilan ve ikame eden Denktaş devletin “başı” olarak “başkanlık sistemini” değil, TC’de ve Güney’de geçerli olan rejimi yeğleyerek “parlamenter sistemi” tercih ettiydi..)
Fakat ilkesi gereği de “müzakerelerde hep “iki ayrı devlete dayalı çözümü o dönemlerde anladığımca konfederasyonu savunduydu!”
FAKAT sonrasında görevi devralan Talat ve Eroğlu ile şimdilerde Akıncı; müzakere masasına Denktaş’ın değil, içinden çıktıkları siyasi partilerle kendi misyonlarına ait “çözüm alternatiflerini” taşıyıp savundular..
“Birleşik Kıbrıs’ta federal çözüm bunlardan biridir..” Ki ne Denktaş ne de Eroğlu döneminde iltifat bulmayan görüştü bu!
NİTEKİM bize çok zaman kaybettirdi. Annan planına kadar ağırlığını koymasına karşın bu kez de Rum tarafınca aforoz edildi!”
Çünkü savunulan sistem eşyanın tabiatına zıt, iki toplumun yapısal gerçeğinden çok uzaktı..
Çünkü bir zamanlar dünyayı saran “halkların kardeşliği” yada “sol fraksiyonlar” türünden çözüm arayışları, Türk halkının adadaki çıkarlarını değil, “sol görüşleri okşayan hislere hitap ediyordu!”
Ki o dönemlerde de Kıbrıs siyasi sorunu yanı sıra yine bir İsrail-Filistin sorunu vardı! Bugün de Ortadoğu’daki kanlı olaylarla çıkarlar bağlamında, Doğu Akdeniz’i saran hidrokarbon yatakları sorunlarının da olduğu gibi.
YANİ Kıbrıs’ta “devletlerin” varoluş gerçeklerini “toplumlararası kardeşlik” laflarıyla süsleyip allayıp pullayıp çözüm haline getiremezsiniz!
Bu hayaldir. Ya gerçek nedir? Adada iki ayrı devletin olduğu! Sonuçta olması gereken de “iki devlete dayalı ikili anlaşmalardır…” Tek şartla ama. Önce Güney Rum Yönetimi Kuzey’deki Türk devletini tanımalıdır..
**********
CEZALANDIRILMALARI GEREKEN BELEDİYELER!
Sık sık geriye dönüp geçen zamana baktıktan sonra hayıflanıyorum yada hayıflanıyorsunuz. “Meğer ne fırsatlar kaçırmış ne hatalar yapmışız” diyerek..
Öyle de “an”ı yaşarken, geçmişe dönük o hayıflanmalarımızla hatalarımızı çok mu dikkate alıyoruz?
Ki bu yıl “bereket” yağdı dediğimize nazire o bereketli yağmurlar bile “işte siz ancak bu kadarsınız” diyerek nanik çekti bize!
Ne şu kadar üniversiteyle dört beş yıldızlı oteller ne marketlerle göklere yükselen binalar!..
Hiçbir şey hiçbir yatırım ve varlık zenginliğimiz “yağmurun üzerimizden bir terminatör gibi geçip giderken arkasında bıraktığı enkazı silip unutturacak kadar teselli vermedi!”
ANLADIK ki bir memleket eğer kalkınmasını altyapısıyla birlikte gerçekleştirmezse “altından gümüşten” saraylar yapsa on paralık değeri yoktur!
Bu nedenle “belediyelere” bir daha baktık! KKTC koşullarındaki işlevleriyle gerçekten yasalarının doğru olup olmadıklarına..
Çünkü sebep oldukları altyapı kusurlarından kaynaklı, devlete ve yurttaşlara verdikleri zararlar, sorgusuz sualsizdirler!
O kadar ki yurttaşların ve kanunların en kabadayısından sorgusuyla suali her dört yılda bir kez “başarısız olan belediye başkan ve yönetim kurullarını seçim sandıklarına gömerek cezalandırmaktır hepsi o kadar!
YA devlete, yurttaşlara, “başkanı” bulundukları kente, yöreye, “başarısızlıkları” nedeniyle verdikleri zararların kefaretini kim öder?
Biliyoruz ki “TC’den gelen hibe paraları bile kullanmayıp iade eden hükümetler diyeceğiz de zaten belediyeler yarattıkları “eserleri” değiller mi?
Kİ yıllardır zırlanıyoruz: Seçim öncesi bir tekinin bile yapılması mümkün olmayan vaatlerle seçmenleri aldatma hatta enayi yerine koyma pahasına kaparozlanan oylar haramdır!
Fakat asıl “büyük sorumlular” hatta “belediyeleri” kendi partisel çıkarları için kullanarak “bizzat zarara sokmalarına karşın; tek fiskelik “dokunulmaları” bile olmayan o belediye başkanlarının içinden çıktıkları “siyasi partiler” değiller midir! İster iktidarda isterse muhalefette olsunlar!
Nitekim şu yağmurlar sonrası yollara bakın! Asvaltları akıp gitmiş, yer yer çukurlar ve göletler oluşmuş…
Oysa bu yolların yapımları asvalt dökümleri, kaldırımları için okkalarca para harcanmış.. Bir yağmurda göçüp gitsinler diye mi?
KISACA: Belediyeleri “yapmadıklarının” hesabını verecekleri yasal müeyyidelere bağlamak belki mümkün olmayacak ama her halde “devleti zarara uğrattıkları için cezalandırılmaları” gerekirken, ömür boyu emeklilik paralarını cebellu ederek paşalar gibi carta çekmelerinin de önünü tıkamak gerekmektedir! İnsanların canını yakanların canlarını sıkmak, devleti zarara uğratanları zarara sokmak her halde çok büyük bir ceza olmamalı! **********
KISACA TAKILDIĞIM: (BÜTÇEDE KISITLAMA MI?)
Yıllardır kaç hükümet kurulmuşsa “tasarruftan” söz etti! Bu şimdiki de öyle. Diyor ki bütçede yüzde 10 kısıtlamalara gideceğiz…
Derken yoksa “kısıtlamalar” maaşlar ve doğrudan gelir desteği harcamalarından mı alınacak” sorusu geldikte de “yok dendi onlara dokunulmayacak!”
Hayırdır! Yoksa karar verdiniz “verilmediği için alamadığınız vergileri mi alacaksınız denetimlerinizle! Birceyez dağda bir garagatsuna ölmüş olmalı!”