BIDEN GELDİ VE GİTTİ (ARKASINDA NE BIRAKTI?) - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 26, 2024
Köşe Yazarları

BIDEN GELDİ VE GİTTİ (ARKASINDA NE BIRAKTI?)

Neyse ki hayırlısı ile geldi güle güle gitti! Yoksa bir gün daha kalsaydı Biden laflarından oluşan deryalarda boğulup gidecektik. Allah acıdı! İnşallah ABD bu kadarla yetinir diyelim ve gerisinde ne bıraktığına bakalım:
Tüm muzırlığımıza karşın Biden’ın ziyaretinin memnuniyet verici olduğunu itiraf etmeliyiz.
Öncelikle Rum ve Türk halkları arasında dengeli bir politika sergiledi. Buna karşın “Kıbrıs’taki Türk ve Rum taraflarınca da büyük hüsnü kabul gördü.”
Hatırlamamızda yarar vardır: 1962’de ABD Başkan Yardımcısı Johnson, Kıbrıs’ı ziyaret ettiğinde Rumlar tarafından protestolar, taşlı saldırı teşebbüsleri ile karşılandıydı! Türk bölgelerinde ise mersin ve zeytin dalları ile karşılandıydı. Johnson’ın adını andık bir olayı hatırlatalım.
ÜNLÜ JOHNSON MEKTUBU: Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yıkmakla yetinmeyip üstüne üstlük bir de Türk halkına saldırıya geçen Rumlar 1964’te durdurulamayacak azgınlığa ulaştıklarında dönemin Başbakanı İsmet İnönü Garantör ülke hakkını kullanarak 2 Haziran 1964’te adaya çıkarma kararı alır.
Bunun üzerine anında devreye giren ABD Başkan Yardımcısı Johnson, İnönü’ye diplomatik kurallara uymayan, yer yer hakaret içeren zehir zemberek bir mektup yazar. Böyle bir müdahalenin adada çatışmaların yeniden başlamasına neden olacağını, Türkiye ile Yunanistan’ı karşı karşıya getireceğini, kaldı ki iki NATO üyesi ülkenin böylesi bir çatışma olasılığının asla kabul edilmeyeceğini, Rusya’nın da müdahale olasılığı ile büyük bir facia yaşanacağını vurgular, İnönü’ye sakın teşebbüs etme uyarısını yapar!
İnönü çaresizdir çünkü Amerika’ya her yönden bağımlıdır. Olağan açıklamasını yapar ve tarihe geçen şu ünlü sözünü söyler: “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de o dünyada yerini alır…”
Nitekim sonraları TC’de “go home yanky” sesleri çok daha yüksek perdeden çıkmaya başlar…
Bir noktanın altını daha çizeyim. Türkiye-Amerika ilişkileri hiçbir devrede “sıcak” olmadı! Mesela Türkiye ne o günlerin Yunanistan’ı yahut İsrail’i gibi Amerika’nın kucağına oturdu ne de emir eri oldu… Tutun ki Osmanlı’dan kalma o ağalık paşalık kasılmasında tüm zafiyet ve yokluklarına karşın Amerika’nın iyi bir müttefiki oldu ama iyi bir arkadaşı olamadı!
Bu “Amerika” geçtiğimiz gün Kıbrıs’taydı yukarıdakileri yeri geldiği için yazdık, Biden’la devam ediyoruz:
BIDEN BAŞARILI OLDU MU: Evet. Evvel emirde her halde Doğu Akdeniz’deki gazla ilgili temaslarında Anastasiadis’le hemfikir olmalı ki Türk tarafına keyifli geçti. (Olaya yakın olanların bana söylediklerine göre tabii.) Hem Rum tarafında hem Türk tarafında dengeli davrandı. Mesela:
Rum tarafında “Maraş sorununu iki tarafın kendi aralarında çözebileceğini” söyledi ama Türk tarafının Maraş konusunda hassas olduğunu bildiğinden Eroğlu ile görüşmesinde lafını bile etmedi!
Ve Biden bir büyük başarıya imza attı. İki lider arasında süregelen müzakerelerin bundan sonra on beş günde bir yapılacağı sözünü aldı…
Doğu Akdeniz’deki gazın paylaşımı konusunda her iki taraftan da olumlu yanıtlar aldı, aslında hele çözüm olsun bu paylaşımı da gerçekleştiririz sözü ile rahatladı.
KISACA: Biden tam bir “politikacı” olarak özellikle ne şişin ne de kebabın yanmasına fırsat vermeden geldi ve gitti…
Bundan sonra ne olacak? Biden başından beridir bu soruya “sorun sizindir. Anlaşırsanız sizin hayrınıza olur, bu adayı cennetmekân yaparsınız” söylemleri ile cevapladıydı. Belli ki Amerika Başbakan Yardımcısı bir yandan Türkiye ile Yunanistan’ı gocundurmadan öte yandan NATO’ya halel getirmeden ve de çok önemli olan doğal gaz olayında Anastasiadis’le mutabakata vararak görevini başarılı şekilde tamamladı… Eğer bundan sonrası müzakerelerde bu ve benzeri dengeler gözetilerek iyi niyetle hareket edilirse, çözüm neden olmasın diyoruz  

GİTGİDE KÖYLER BOŞALIRKEN TOPRAK DA ISSIZLAŞIYOR!
Bir süredir işin ehli olan insanlar karşısında haddimizi aşmış da olsak KKTC’nin sosyo-ekonomik açmazlarını ayazlatmaya çalışıyoruz. Çünkü şuna inanıyoruz:
Elan elimizde tuttuğumuz Kuzey toprakları, değil 280 binlik nüfusu, bir milyon insanı “geçindirecek” potansiyele sahiptir. Buna karşılık:
Gitgide köyler tenhalaşmaktadır! Mesela 1967’lerde Sazlıköy’deki ilkokulda 30 öğrenci vardı. Muratağa gibi bir avuç nüfusa sahip köyde 20 öğrenci. Kuruova’da yine o yıllarda 35 öğrenci.
Bugün sözünü ederek örneklemeğe çalıştığım o köylerde ne okullar vardır ne de öylesi öğrenci sayısı vardır. Zaten merkezi okullar” da bu nedenle sistemleştirildiydi.
Dolayısıyla artık köylerde toprakla uğraşan pek az insan kaldı… Bir süre önce Bakanlık “uğraşmak isteyen gençlere toprak tahsis edeceğiz” falan dediydi, sonrası haberleri gelmediydi!
Lafı kısa keselim: “Toprağa sahip çıkmak hamaset nutukları ile olmaz. Tırnaklarınızla toprağı kazarak olur!”
GELELİM TURİZME: Lafazanlık boyutlarında açıklamalar vardır. Nitekim şimdilerdeki son açıklama bir buçuk milyon turist! Eee olur! Açarsınız bir iki Kumarhaneli otel daha, oynamaya gelen insanların adını “turist” koyarsınız sayılar da katlanır turistler de!
Yahut Güney’den gelen günübirlik değil, saatibirlik turistleri sokarsınız istatistiklere, ki sokulmakta, turizm de kabarır, turist sayısı da!
Zaman zaman Mağusa Suriçi’ndeki dükkân sahiplerine sorarım: “Nasıl turist var varrr?” Gülerek cevap verirler: “Ooo çok çokkk!”
Gerçekte Güney’den otobüsler dolusu gelirler. Romanya’dan, Almanya’dan falan… Hepsi de orta halli emekli insanlar. Fakat bir kahvenin bile pazarlığını yaparlar!
KISACA: Turizm derken ne kumarhane turistlerinden söz ediyoruz ne de KKTC’de konaklamayan turistlerden… “Kentlerimizde, safiye yerlerimizde konaklayan, misafirimiz olan, sosyal hayatımıza karışan, lokantalarımızda yiyip içen, gece kulüplerimizde hora tepen, çarşı pazarlarımızda alış verişe çıkan turistlerden ve turizmden söz ediyoruz…”
Ne var ki turizmi Girne’nin ötesine yayamadık. En azından Türkiye insanını Antalya’ya gider gibi Kuzey’e turist olarak gelebilmesine olanak verecek ehven tesisler oluşturamadık…
Üniversite öğrencilerini bile pahalılıktan kırdık geçirdik ki her halde Türkiye’ye geri döndüklerinde ailelerine çevrelerine, “sakın Kuzey Kıbrıs’a gitmeyin kazık yemekten ananız ağlar” demektedirler…
UZUN LAFIN KISASI: KKTC’de sektörel anlamda belirgin bir seviye tutturamadık. Tüm umudumuzu bir gün çözüm olacağı varsayımına sardık rafa kaldırdık! O çözüm geciktikçe de umudumuz yitmekte, moralimiz bozulmaktadır! Bu nedenle “nasıl olursa olsun yeter ki çözüm olsun” çığlıkları her zamankinden daha yüksek çıkıyor, insanlar başka ne yapsınlar?


KISACA ANLAYAMADIĞIMIZ
Kıbrıs Türk Futbol Federasyonu, KOP’a üyelikten sonra bir karar daha aldı: KOP’a üyeliği pekiştirmek için önümüzdeki futbol sezonunda Kıbrıslı olan Güney’deki Rum futbolculardan Süper, Birinci ve İkinci Lig takımlarına sembolik mahiyette futbolcu alınacak!
Eh KOP’a üyelik söz konusu oldukta ha Rum futbolcu KKTC’deki takımlarda oynamış olsun ha Türk futbolcular Rum takımlarında oynasın. Hiç sorun değildir…
SORUN ŞUDUR: Parasızlıktan belediyelerden beter durumlara düşen, sponsorları yitip giden KKTC futbol kulüpleri kendi oyuncularına bile yar olamıyorlarken hangi Rum oyuncuyu hangi parasal transfer karşılığında Türk takımlarında oynatacaklar?
Eğer gözetilen, sadece “Türk-Rum yan yana” barış şovu ise bu göstermelik girişim yanlış! Yok, Türk futbolunun gelişmesine katkı ise çok daha ehveni TC’deki kulüplerde de var…
Öte yandan bu ülkede yıllardır futbolcu yetiştiremez, yetişenleri de kulüpler bünyelerinde harcarken ortaya bir başka sorun çıkıyor:
Kendi sahalarımızda kavgasız sövgüsüz futbol oynamayı bile beceremiyorken, Rum oyuncuyu kakmalardan sövmelerden nasıl koruyacaksınız? Oyun bu! Sinirler gerildi mi tekme sille giderse!
KISACA: Çok acele etmemek gerekir. Barış çözüm derken kantarın topuzunu kaçırtırsak “başarılanları” da berhava ederiz. En iyisi bu tip ilişkiler için çözümü beklemek…

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar