Ayni havayı soluduğumuz, Doğu Akdeniz’li olmanın ruhuyla yıllarca birlikte terimizi akıttığımız arkadaşımızın eşinin ölüm haberi gelince o kadar çok düşünce geçti ki yüreğimden. Bazı acılar vardır sessizdir.
Bazı acılar konuşulmaz. Bazı ayrılıklar anlatılmaz. Bazı sevdalar, bazı gidişler hakkında ahkam kesilmez… Haddimi aşacağım…
—-
Aşkın gücüydü İzmir’in dalgalı körfezini Akdeniz’in mavi geceleriyle buluşturan.. Aşkın gücüydü “Aramızda iki engel Beşparmak’la Toroslar var ya” diyen şarkılara inat, dağları, kilometreleri hiçe sayıp ellerinin sıcaklığını birleştiren. Aşktan başka hangi güç bu coğrafyaya ait olmayan birini, adanın yaseminine, sineğine, yemenisine, molehiyasına, dikenine, gonnarasına yüz sürdürebilir? Orhan V. Kanık “Bekliyorum öyle bir havada gel ki vazgeçmek mümkün olmasın” diye daveti onlar için mi göndermişti acaba, yollarda kol gezen uğursuzluktan haberdar olmadan?…
Olgun yaşta sevmek, gençlik şıpsevdiliklerine benzer mi? Öyle olsa Edip Cansever “İçinden doğru sevdim seni” der miydi? Tüm yorgun yılların, tüm gidenlerin, tüm yaşananların acısıyla yeniden sarılabilmek kolay mıdır bir sevdaya? Sezen Aksu “anlatmak ne zor kendini yeni birisine” derken acaba tam da 40’lı yaşların aklıyla ve farkındalığıyla mı yazmıştı şarkısını.
İnsan hayatı boyunca kaç defa baharı yakalayabilir? Kaç kişi sevgili sıffatını alabilir ömrü boyunca? Kaç kişi herşeyi ardında bırakarak sevdasının peşinden gidebilecek bir cesaret gösterebilir. Birhan Keskin “acı da, aşk gibi haddini aşar bazen” der. Ayrılık ve ölüm en çok sevdalılara mı kıyar? En çok onların adresini mi arar?
Kıbrıs’ın en güzel zamanlarından birinde, hava tam da sevda kokarken ve takvimler vuslatı gösterirken, yorgun bir mesai çıkışı düştü haberi Üniversiteye. Sonrasında yine mavi bir gece bekliyordu ihtişamlı kampüsü oysa. Yürüyüş yapan insanlar okulun bahçesini turlamaya devam ediyordu. Gençler cıvıltı ile bir yerlere koşup duruyordu yine. Gülenlerle, öpüşenlerle, kavga edenlerle akıp gidiyordu hayat yine bildik düzeninde. Yaşam akıyordu. Yeni sevdalara yelken açmaya devam ediyordu şiirler. Yeni acıları baskıya koymaya hazırlanıyordu gazeteler. Yeni bebekler doğuyordu ayni anda. Birileri terkediyordu , birileri ağlıyordu, birileri hiç unutmuyordu yine ne İzmir’i, ne de İzmir’in içinde sakladığı sevgiliyi….
Eflatun:
“Sen Ey Işık Gözlü Sevgili
Senden sonrasına
Ölümü yazmışım…”
diye seslendi. Saatler daha 5 i bile değildi. Herkes yerli yerindeydi. Bir telefon kadar yakındı duymak istenilen sesler henüz. Herkes birbirinin acısından habersizdi. Herkes birbirinin içinde kimi yaşattığını, kimi sakladığını bilemezdi. Tam da o anda düştü haberi. Daha aylarla sayılacak kadar bir tazelikle, ölüme koşar gibi koşmuştu bir sevdaya sahip çıkmaya, adaya. “Varım” demişti, saçlarında İzmir’in o sevdalı denizinden ve özlem kokan havasından getirdiği ruhuyla…
—
Yollar ambulans seslerinden önce iki sevdalının yarım kalmış öyküsüne tanık oluyordu.
Ve kimbilir, belki de giderken K. Simonev’in o ölümsüz şiirini fısıldıyordu sevdasına:
bekle beni,
bekle beni, geleceğim
bütün gücünle bekle
karlar tozarken bekle
ortalık ağarırken, kimseler beklemezken
soluk sıkıntılarla ağırlaşan yağmurlar içinde
—
tek bir haber bile çıkmasa uzaklardan
saçma da olsa bekleyişin
yalnız sen olsan bile
bekleyen beni
bekle yine bekle
bekle beni
bırak beklemekten usanmış dostlarım
öldüğümü sansınlar benim
—
beni bekle
bekle beni
geleceğim…
ZAMANA ASILI MEKTUPLAR
Noldu? Hayat yağarken üzerine öyle kolayca boyayıp, badana yapamıyorsun değil mi selden arda kalanları?, Gözüne çektiğin farlar, yüzüne sürdüğün fondötenler kadar, eksiği, gediği, kuytuyu, düzeltemiyor değil mi elindeki firçalar? Güzellik uzmanın da güzelleştiremiyordur ne çevreni, ne de içıni? Bırakıp da o cicili bicili elbiseciklerini giymek istemiyorsun değil mi çamurlu çizmelerini? Ev, elektrik, eşya veremiyor, çorba yapamıyorsun değil mi o yüksek sadakatin ile. Karbon kağıdına tutulan bir mektubun kurumasına benzemezmiş değil mi bu iş. Sen ‘anlamama almanağı’. Notası eksik bir sesin ahmak ıslatan sağanağı! okumadığı bir kitabın ana fikrini ön sözünden ögrenen, hangi bilginle yapacaktın hesabını. Yetinensin, yetim kelimelerinden yarattığın püfürükten dünyanla.
Hade yap makyajını, al yanına yalancı ordularını çık alana. Hatta “ilk hedefin ben olayım”. Sen kurtar elbiselerini, küperlerini, makyaj takımlarını. Kuş tüyünden yastıklarda, en kırmızısından sevişmelere yat. Ben kuşanıp dibi tutmuş harflerimi yüzleşeyim yağmurun yağdırdığı öfke ile. Cafcaflı sozler ortasında kalan “bozkır”… Giy kürkünü, tak en hakiki taşlarını, kur zembereğini sözlerinin, arkandan seni kursun sahibin en ala tavrınla. Dökül en gösterişli halinle sokağa temsil et hemcinslerini…Ah sen, ucuz oyunların basit oyuncusu yüzüğüğündeki taşla tarttığın aklınla, altın tozuna buladığın algınla, tavşanın suyunun suyu çabanla mı aşacaktın bu yokuşu? Sen, şiirsiz çocukların doğurucusu, masalsız dünyanın tembel uykucusu. Hey sen, baksana bana! Çek o naylondan ellerini kelimelerimden. Cümlelerimi alıp başıma çalarım, kendi kuyumu kazıp, içine dalarım. Kendi yağında kavrulurum öfkemin. Sözlerimi sana okutacağıma köpeklere yedireyim bir kaşık suda boğayım uçurumdan atayım ya da hiçikle savaşayım. Kızımı da, dizimi de kızgınlığımı da döveyim. Sense o güzel kafacığını yorma sakın sele, kara, yağmura. Sen mısırını patlat, seyrettiğin dizilerle yüreciğini hoplat!… Bir cümle çıktı silahımdan, bir anlam kendini boşluğa attı. Anılarım tavan arasında arayışa çıktı. Çocukluğum antenini başka istasyona ayarladı. Bir sabah akşamına ulaştı, sel olup aktı öfke, çığ olup düştü endişe, sen ucuz numaraların bekçisi, ince uçlu kaleminle sivrilttiğin kelimelerini kurtarmaya çalış afetimden. Uçla istediğin kadar dilini, doldur mürekkebini, çıkar tırnaklarını, hazırla kefenimi, ahhh al git o ucuz yüzünü, SENİN LUGATIN ÇÖZMEYE YETMEZ BENİM HÜZNÜMÜ..
KIBRIS ŞİİRİ
ÜMİT İNATÇI:
ŞİKÂYETNAME / İKİ (Uç Gövdeni Kon Düşüme, 1994,36.-S.)
dirseklerimi yanardağ diplerine dayarım
köpük köpük denizler dövünür avuçlarımda
uzay gemilerinde hayallerimi gezdiririm
omuzlarımdan lacivert geceler süzülür
tanrı topuğunu kasığıma teper
uyan der
uyan hırçın ışıklı sabahlarıma
kahvaltılarında bana tapın
sadece bana açılır güneş kapın
uyan der
elimdedir hayat sapın
SEVİNÇLİ HABER (Sepet İçinde Deniz, 1991, 71. s.)
sevinin papatyalar
mevsimlerin senfonisi
konser verecek
sevinin zambaklar
mevsimlerin senfonisi
konser verecek
bir alkış duyacaksınız
gökyüzünün sonsuzluklarından
sonsuz alkışlar
mevsimlerin senfonisi
konser verecek
bir müziğin yankısı saracak
yeşilleri, sarıları, mavileri
kuşlar, böcekler, balıklar
heyecandan bayılacaklar
‘ çünkü müzik, o kadar muhteşem o kadar muhteşem ki
savaşlar duracak
toz toprak oturacak
denizler kıpırtısız
ve yeni aşklar başlayacak.