Böbürlenmek ve tehlikeleri küçümsemek - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Salı, Nisan 30, 2024
Köşe Yazarları

Böbürlenmek ve tehlikeleri küçümsemek

Bekir AzgınBekir Azgın

“Kıbrıs sorununun tanıdık vechelerinden biri sürekli olarak tehlikelerin küçümsenmesiydi. Biraz duruma vakıf olmama, biraz doğal olan kötüye yormama eğilimi, biraz ideal çözüme ulaşma vaatleri, duygusallığı egemen unsur haline getirmiştir. Bu durum, Rumları tehlikeleri küçümseyen bir Nirvana’ya sürüklemişti. En sonunda da tehlikelerin inkârı ve intihar mertebesine ulaşıldı.

1960’taki cumhuriyet ilânından hemen sonra, pek çok insan, Kıbrıs sorununun uluslar arası bir antlaşma sonucu; çok ince dengeler ve ortaklık parametreleri üzerinde kurulduğunun, ayrıca bunların çiğnenmesi halinde çok büyük tehlikelerin doğabileceğinin bilincinde değildi. Kıbrıs Cumhuriyetini koruyup sürdürmenin tek yolu, iki toplumun işbirliği ve ortaklığı idi. Bu gerçeklik kaba bir şekilde küçümsenmiştir.


İşbirliği yerine her iki tarafın milliyetçileri inceden inceye farklı bir kumaş örmekle meşgul idiler: Rumlar, etnik temizlik demek olan Kıbrıslı Türkleri ortadan kaldırarak Enosis amacını gerçekleştirmek için Akritas Planı’nı devreye sokarken öte tarafta da TMT aracığıyla Kıbrıslı Türkler terorize edilerek Taksim Planı uygulanmaya koyuldu.

Bu şartlar altında anayasanın 13 maddesinin değiştirilme önerisine geldik. Bu sayede anayasanın iki toplumluluk özelliği ortadan kaldırılacaktı. Ve bu öneri, Yunan hükümetinin girişim ve tavsiyelerine rağmen yapılmıştı. Ateşle oynadığımız ve bunun öngörülemez olumsuz sonuçlar doğuracağı ihtimali aklımızın köşesinden bile geçmiyordu.

Kıbrıslı Türklerin tepkisini “Türk ayaklanması” olarak isimlendirdik ve bu bir kelimeyle sorumluluklarımızdan kurtulacağımızı sandık. Bizi tehdit eden tehlikeler için söylenen sözleri kulak ardı ettik. Ta ki bu tehlikeler, on yıl sonra trajik sonuçlarıyla gelip bizi bulsun.

1963 yılından sonra, böbürlenerek caka sattığımız günlerde, süper güçmüş gibi horozlandığımız, Enosis sloganı tekrar gelip gündeme oturduğu, Kıbrıslı Türkler teslim oluncaya kadar onları getolarda kapalı tutacağımız kuruntusu içinde yaşadığımız günlerde, ansızın darbe ile karşı karşıya kaldık. O da bize istilâ, işgal ve göçmenliği getirdi.

Toparlanıp kendimize gelmemiz gerektiği, aksi halde Türkiye’yi Kıbrıs’a getireceğimiz yönünde bilgece ikazlarda bulunanları, vatan haini olarak damgaladık. Üstelik bu insanların, Kıbrıs Helenizmi’nin alın yazısı olan ideal çözümünün eşiğinde olduğunu göremeyecek kadar korkak olduklarını vurguladık. Ne var ki alın yazımız, maalesef, adanın bir bölümünün Türkleştirilmesi, göçmenlik, ölüm ve kayıp vatanlar idi.

45 yıl sonra, şimdilerde, sonuçlar yerli yerinde duruyor, oldu bittiler kökleşiyor. Nihayet, uluslar arası toplumun kıbrıs sorununa olan ilgisini kaybettiğini kavramaya başladık. İstilâdan 45, iki toplumun ayrışmasından 55 sene sonra Antonio Guterres ve Jane Holl Lute, bizlerden 45 gün içinde yani sene sonuna kadar çözüm parametreleri konusunda anlaşmamızı talep ediyorlar. Sadece o da değil, dediklerimizi kastettiğimiz konusunda Genel Sekreteri ikna etmemiz gerekiyor. Geçmişte her iki taraf da birçok defalar başka söylüyorlar ama başka kastediyor ve başka yapıyorlardı. Öyle görülüyor ki Genel Sekreter’in bu türden şeylere izin vermeye niyeti yoktur.

Rum tarafının özellikle de Crans Montana’dan sonra (Temmuz 2017) sergilediği tereddüt ve cambazlıklar, karşı tarafı ikna etmediği gibi iki taraf arasındaki farklılıkları artırıyor ve aşırı milliyetçi bir söylemin ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu koşullar, Genel Sekreter’in yeni bir görüşme turu için tarafları masaya davet etmesini olanaksız kılıyor. Süreci yıldırım hızıyla tamamlamak için verilen sürenin kısıtlı olduğu da bir vakıadır.

Rumlar, bir defa daha, tehlikenin farkında olmadıklarını göstermektedirler. Güvenlik Konseyi tarafından oy birliğiyle onaylanan son raporunda Genel Sekreter açık ve seçik olarak şöyle diyor: “Mevcut statüko sürdürülebilir değil ve bir seçenek olarak savunulamaz”.  Başka bir deyişle bize, Rum Cumhuriyeti şeklinde kullanılan ve Rumların monopolünde bulunan bugünkü rejimin sürdürülmesi kabul edilemez deniyor. Ayrıca, sahte devletin tanınmamazlığından kaynaklanan ve korkunç sorunlar yaşayan Kıbrıslı Türklerin durumunun sürdürülmesi de kabul edilemezdir deniyor.

Uzun lâfın kısası, her iki taraftan da şaraplarına su katmaları ve maksimalist tavırlarından geri adım atmaları istenmektedir. Uluslar arası toplum, Guterres çerçevesi doğrultusunda bir sonuç alınabileceğine kesin gözüyle bakmaktadır.

Bu çerçeve, Rumlara şunları sunmaktadır: İşgal ordusu adadan ayrılacak. %50’si çözümle birlikte, ikinci yarısı da iki yıl içinde. Bugünkü garanti sistemi değişiyor. Daha çok ülkeden oluşan bir sistem oluşturulacak ve Türkiye’nin tek taraflı müdahale hakkı olmayacak. Başka yerler yanısıra Güzelyurt bölgesi iade edilecek. Kıbrıslı Türklerin yaşamsal konuları dışındaki konularda olumlu bir Türk oyunun kullanılması gerekmeyecek.

Yukarıda sayılan olanakları kaçırırsak başımıza gelenleri hak etmiş olacağız. Böyle bir durumda bu işi yürüten kişiler, hiçbir zaman sorumluluktan kurtulamayacaklar. Durumun yanlış değerlendirilmesi veya kararsızlıkları sonucu 1974 yılında işlenen suçu tamamlamış olacaklar. Denktaş’ın ve TMT’nin özlemini yerine getirip Taksim’i gerçekleştirmiş olacaklar.”

 

 

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar