Politikada atraksiyonlar kadar aksiyonlar da önemlidir. Değerleri ise toplamdaki sonuçlarının başarı ile başarısızlıklarıdır!
Eğer elden gelenin yapılmasına karşın yine de hedeflenen sonuca varılamazsa “başarısızlığı” çakar. Ki 46 yıldır Kıbrıs siyasi sorunu tüm politik argümanlarının çalıştırılmasına karşın böylesi bir “başarısızlığın” somut örneğidir.
Ne zaman müzakere masasına konsa çözümü son kerteye de gelse bir “bahane” ile başarısızlığa toslamaktadır! Ki yıllar yılıdır bu “başarısızlığı” tartıştık. Bugünkü genç kuşak bilmez ama 1974’den sonra dillere pelesenkti: Şöyle ki hem “dayanan kazanacaktır” denilerek geçen “zamanın” aslında boşuna geçmediği hatta faydalı olduğu imajı çakılıyordu hem de “moral değerler” yaratılıyordu..
FAKAT! Bu nedenle olmalı 46 yıldır bu geçen “zamanın” arkasından Fatiha suresi okuyoruz! Çünkü siyaseten geçip giden o “zamanlar” mefta olmaktan öte artı değer dolayısıyla başarı yaratamadılar! Aksine çok da tehlikeli bir yola girdik. Şöyle ki:
Ya “zamana” oynamaya devam edeceğiz fakat bugünkü gibi siyasi tanınmamışlığın rizikolarında tanınmamış Kuzey’in Türk halkı olarak ancak Türkiye’nin himmeti ile varlığımızı sürdüreceğiz…
Yada son çarede (eğer Rumun istediklerine evet demeyeceksek) self determinasyon hakkımızı kullanarak Türkiye’ye bağlanacağız ki “bu da Türkiye’nin adadaki Yunanistan’la ikinci sınırı olacak..)
(TABİ unutmayalım: Hem Annan planıyla hem de “Crans Montana”da çözüm olasılığı umudunun son noktasına kadar geldikti ki sonuç itibarıyla Kıbrıs Cumhuriyetinde yaşayıp gördüğümüzce şunu öğrenecektik:
“Demek Rum tarafıyla bir çözüm sonucunda bu adada iki komşu olarak yaşamak pekala da mümkünmüş…”
Yada kısa sürede dağılıp giden o çözümün ardından “ bu Rumla bu adada ne köy olur ne kasaba” diyecektik… Bu sonuçları göremedik!
…VE geliyorum Nisan’daki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine. Ki şimdilerde adaylar sadece seçim kampanyanları boyunca değil.. Sonrasında da hangi aday seçilirse seçilsin Kıbrıs Türk halkına şöyle yada böyle çözüm vaat etmeye devam edecektir… Ve bir kez daha ya “zaman” boşa geçecektir yada… İşte o “sonrasını” ”bilemiyorum!
*****
BEDELLER ÖDEMEYE MAHKÛMUZ!
Adam iki kızından birini memleketin uzaklarındaki bir köyünde bir çiftçi ile evlendirmiş. Diğer kızını da tam zıt uçtaki bir kasabada tuğla kiremit yapan biriyle. Evliliklerinin üzerinden bir yıl geçtikten sonra “hele gidip bizim kızları damatları” ziyaret edeyim diyen baba önce kocası çiftçi olana uğramış. Hal hatır arasında işler nasıl gidiyor diye sormuş, kız “sorma baba demiş. Havalar kurak dua ediyoruz yağmur yağsın…”
Oradan ayrılmış öteki kızına uğramış hoş sohbetten sonra “İşleriniz nasıl gidiyor kızım” diye sormuş.”Sorma baba demiş kız. Bu yağmurlar bizi mahfetti. Tuğlaları kiremitleri kurutamıyoruz. İşler kötü!”
Adam köyüne dönmüş karısının sorusu üzerine, “sorma hanım demiş. Biri yağmur yağsın diye dua ediyor diğeri yağmasın diye!. İşleri Allah’a kaldı!”
BUNA karşılık “insan” kendi kaderini çizen, tayin eden tek canlıdır.
Eğer devleti “insanlarıyla birlikte yaşarken dirlik düzenlik ve etik değerler içinde bir arada tutan yasalarla donanmış organizma olarak düşünürsek… İşte devlet odur ki yurttaşlarının kaderlerini çizer.. Ne yağan yağmurda ıslatır dağıtır ne kuraklıkta mahveder!
OYSA KKTC’de irili ufaklı sektörler her zaman birbirlerinden şikâyetçi oldular! Şöyle ki Kasap hayvan üreticisinden, üretici Kasaptan… Tarım kesimi toptancıdan toptancı sebze meyve üreticisinden… Esnaf zanaatkâr borç takan müşterisinden müşteri doğru dürüst hizmet alamayıp kazık yediğinden..
“İMAR planı da tutun ki tam böylesi KKTC’lik bir “zıtlıklar” anaforuna düştü! Bakanlık “KKTC’nin geleceklerine yönelik İmar Planını çıkartırken “ötesi beni ilgilendirmez” dedi…
Oluşturulan plan sonucunda mağdur duruma düşen “müteahhitler” ise “bizi de senin planın ırgalamaz” diyerek başkaldırdı…
…BÜTÜN olay “yağmurun yağmaması için dua edenlerle,” “aman yağsın diye dua edenlerin” kendi sektörlerine yönelik parasal çıkar hesaplarıyla sektörel kazanım ve geleceklerdeki mesleki güvenlik sorunlarıdır…
Ki sorunun içinde olan bazı yetkili” kişilerle konuştuğumda anlıyorum ki “planlamaya” gidilmeden önce milyonlarla ifade edilen bağlantılar oluşturulmuş, topraklar kapatılmış, inşaat planları yapılmış…
Bakanlık ise “hayır burası tarla olarak kalacak” dediğine nazire, karşısına “burada 24 katlı gökdelen yükselecek” diyen bir inşaat sektörü dikiliyor..
ÇÜNKÜ her seçilen hükümetle “imar, iskân, topraklandırmaya” dayanan popülizm kokulu peşkeşler büyütülüp devasa bir sektör haline getirildi. Hatta KKTC’nin en büyük sektörü ünvanıyla lafazanlığın tahtına oturtuldu! Ki artık kimseye “buraya kadar” denilemeyecek bir gelişmeyle!
DAHASINI yazayım mı? “Milyonların sterlin yuro kurlarından konuşulduğu… Bir karışlık toprak parçasının bile hayal edilemeyeceği parasal rakamlara ulaştığı böylesi sektörel bir gelişmenin üzerinde “Bakan” bile olsanız kimsenin tepinmesine izin vermezler!
Kısaca “zamanında alınmayan tedbirlerin, yapılmayan planların kefareti, bugün çarpık yapılaşmalara yumulacak gözlerle ödenecektir..”