Her halde Sn. Akıncı hiç bugünkü kadar zor durumda bırakılmadıydı. Ki buna kalleşlik denir.
Çünkü bugüne kadar çözüme Sn. Akıncı kadar samimiyetle inanan bir müzakereci olmadıydı..
Çözümü sağlamak için kimseler bu kadar büyük efor sarf etmediydi..
Kimseler Rum tarafının siyasi sorunla ilgili politikacılarıyla bu kadar iyi diyalog kurmadıydı..
Hatta Ankara’yı kızdırmak pahasına “çatışmacı politikaları” kimse Sn. Akıncı kadar yermediydi…
Şimdi gelin Sn. Akıncı’nın bu “barışçı tutumuna” karşın “Rum-Yunan” liderlerinin yediği halta bakın!
Bir Yunan parlamenteri AB Parlamentosunda mülteciler sorunu görüşülürken kürsüye çıkıp Türk bayrağını yırttı..
Diğeri de (Anastasiadis) “24 saatte batıracağı” iddiasında AB’nin Türkiye’ye yönelik ekonomik yaptırımlarını dayattırdı!
Ve tabi müzakerelerden müzakerelere koşturup “çözüm sağlamak” için canını yiyen Sn. Akıncı’ya Anastasiadis tarafından resmen “siyasi sabotaj” yapıldı!
GERÇEKTE son dönemlerdeki siyasi gelişmeler Kıbrıs sorununu “tali” duruma düşürdü. Aslı ise Doğu Akdeniz’deki enerji kavgasıyla Amerikalı Trump’ın Ortadoğu’da Yahudileri yüceltecek ve “bölgenin tek muktediri yapacak son kararıdır.
Dünyanın Jandarması konumundaki Amerika “İsrail Filistin” sorununa çare bulacağım bahanesine sardığı bir stratejiyle Kudüs’ü resmen Yahudiye tapuladığını açıkladı da “kim kimin malını gasp ediyor?”
Kudüs bir “meta” değil ki alınıp satılsın. Kudüs Yahudiler için ne kadar kutsalsa Hristiyanlar, Müslümanlar için de o kadar kutsaldır. Dinlerin bileşkesidir..
KISACA: Önce Ortadoğu’da yine Amerikalı Bush’un başlattığı Irak İran arbedesi yaşandıydı…
Ardından el an süren Suriye ve savaşları geldi gündeme..
Sonra Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarıyla tanıştık.
Şimdilerde ise üçü birden devam ederken, yanlarına “Kudüs” sorununu da alıyorlar!
HA Kıbrıs sorunu mu? Hep vardı: Ve Güney komşumuzun başında böylesi liderleri varken yarın da devam edeceği gibi hep olacaktır!
Dua edelim de “bu krizleri en az zararla kapatmış olalım.”
*****
YARIYIL TATİLİNE GİRERKEN “EĞİTİM” DEDİK.
Dün İlk ve Orta dereceli okullarda yarıyıl tatili başlarken, 25 bini aşkın öğrenci de karnelerini aldılar. Tutun ki anne babaların çocuklarıyla birlikte yaşadıkları “böylesi günler” kadar heyecan vereni çok azdır.
Her ne kadar okuldaki başarı ile hayattaki başarı doğru orantılı değilse de veliler için ölçüt işte o karnelerdeki notlardır. Çünkü o notlar sadece öğrencilerin “başarılarını” yansıtmazlar. Anne babaların da yetiştirdikleri çocukları üzerinden yansıyan başarılarının ölçüsüdürler.
Gerçekte tüm eleştiri ve serzenişlerimize karşın KKTC’nin “eğitim yönünden talihli ülkelerden” biri olduğuna inanırım.
ÖNCE okullaşma oranımız.. Neredeyse Devlet okullarıyla Dershaneler yarışa girecekler!
Okulunun paydos ziliyle Dershanelere koşan öğrenciler gerçeği artık geçmişte çok tartışılan eğitim sorunlarından değildir. Eğitimde başarının katkısı olarak kabul görmektedir.
HER ne kadar her yeni ders yılında okullar “eksikliklerle” tedrisata başlasalar da bunun KKTC’deki eğitim ve öğrenimi olumsuz etkilediğini söylemek mümkün değildir şu yukarıda sözünü ettiğim dershanelerden dolayı..
VE artık liseyi bitiren öğrencilerimizin emirlerine amade yirmiyi aşkın üniversitemiz vardır! Öğrenciler kolaylıkla istedikleri bölümlere girebilmektedirler.. Tuzu kuru ailelerin çocukları ise artık Avrupa üniversitelerine taşınmakta..
ANCAK: Büyük sorun kapıdadır: Bu öğrenciler yarın “şu kadarıyla” Kıbrıs Türk halkının bünyesinde hayat hakkı arayacaklar. Ki şimdilerde de KKTC’de yüzde 17 işsizlik oranıyla iş, aş hakkı bekleyen üniversite öğrencilerimiz vardır..
YANİ ne? Onca emek, göz nuru, para.. Üniversiteden mezun olan genç işsiz!
Ki yıllarca iddia ederken diyordum ki “eğer bu memleketin iki yüz avukata ihtiyacı varsa artı biri işsizliğe mahkûm olacaktır. Keza doktorlar, öğretmenler, kısaca türlü çeşitli meslek grupları için de durum farklı olmayacaktır..”
(Nitekim son yıllarda dış ülkelerde üniversiteyi bitiren gençler KKTC’e dönmüyorlar. Yani geçmişte Avrupalara işgücü ihraç ederdik artık beyin göçü gerçekleşiyor.. Küçük adanın kaderi bumudur bilemiyorum ama bu nedenle diyorum: TC ile bu sorunu masaya yatırarak TC’de istihdam olanaklarını konuşmalıyız..
BİR soruna daha (kim bilir kaçıncıdır yazıyorum) yeniden değineyim:
Bundan yirmi otuz yıl önce okullara trafik dersleri de konduydu. Müfredatlarda zaten “temizlik tertip” her zaman vardı. Hatta biz “adabı muaşeret” derdik. Yani nasıl davranmamız gerektiğini anlatan öğretiler bile..
İtiraf edelim! Aslında ulusal niteliklerimizi oluşturan bu “hasletlerin” çoğunu yitirdik.
Trafik sorunu ortada! Ki artık başlı başına bir “ulusal dram” haline geldi!
Kısaca eğitim öğrenim sayesinde gelişen dünyanın, neresinde ve nasıl olduğumuzu henüz bilemiyoruz.. Önemli bir boşluk!