Önce Sn. Akıncı’nın hakkını teslim edeyim. Müzakerelere başlarken çözüm vaat ettiydi. Geçen süre içinde bu kararlığından bir dirhem eksilmedi. Nitekim artık Cenevre’den de bir sonuç çıkmayacağını bildiği halde hâlâ Anastasiadis’le bir anlaşma zemini yaratmaya çalışıyor.
Tabi masada ne kadar etkili performans gösterdiğini bilmiyoruz. Fakat Rum tarafının tutumuna baktıkça diyoruz ki “tüm dürtü ve şirretliklerine karşın eğer hâlâ müzakereleri koparmamışsa ve hâlâ çözüm umudu besliyorsa bravo.”
Tüm eleştiri ve serzenişlerimize karşın Sn. Akıncı’nın “bu iş buraya kadar” demesini beklerken; müzakereleri kopacağı yerde yeniden ve daha değişik önerilerle sürdürüp götürmesi hatta Lefkoşa’ya taşıma olasılığında devamını sağlaması tutun ki çözüme inancının bir kanıtıdır.
ANCAK: Sn. Akıncı’nın hakkını teslim ederken bir şerh koyalım ve soralım: Bir: “Sn. Akıncı masada nasıl taktiksel bir politika ile hareket ediyor ki Anastasiadisli Rum tarafı onca muzırlığına hatta TC’nin garantörlüğünün tartışılmasına karşın masayı terk etmiyor? Aksine Lefkoşa’da devam edebileceği açıklamasını yapıyor?”
İki: Eğer Sn. Akıncı Zati Sungur gibi sihir keramet sahibi değilse Anastasiadis’i masada nasıl tutmayı başarıyor? Bu başarı kendilerinin politik becerisinden mi yoksa Rum tarafına garantörlük ötesinde sunduğu en ehveninden ödünler mi?
Üç: Dahası Rum tarafına sunduğu haritada Türk tarafına tanındığı iddia edilen yüzde 29.2’lik toprağın sınırları nereden nasıl geçiyor? Rum’a Kuzey’den nereleri veriliyor ki arsızlığıyla ünlü Anastasiadis bu düzenlemeye itiraz etmiyor veya çok büyük tepki göstermiyor!
Dört: Sn. Akıncı garantiler konusunda “sıfır asker sıfır garanti referandumda onay almaz” diyerek Rum tarafına rest çekerken, neden Anasasiadis hâlâ masadadır? Hem de Cumhurbaşkanlığı startını veren Hrisostomos’nun bir konuşmasında Türkçe “çözüm yok” demesine karşın?
Beş: TC Başbakan Yardımcısı ve koordinatörümüz Tuğrul Türkeş’in “Türkiye Kıbrıs’ta tek bir Türk yaşamasa dahi Türkiye’nin Kıbrıs diye bir meselesi vardır ve bundan vazgeçmesi mümkün değildir” demesine karşın Rum tarafı ateş püskürürken neden bu Türkiye ile anlaşmak mümkün değildir diyerek masayı dağıtmıyor?
ÇÜNKÜ: Yukarıdaki soruların cevabını verecek olan tabi ki Sn. Akıncı ve heyetidir. Ancak bizim de bir cevabımız vardır, şöyle:
Rum tarafı 42 yıldır aşkından ölüp bittiği Kuzey’e hiç bu kadar yaklaşmamış hiç bu kadar ellememiş hiç bu kadar koklayıp öpmemişti.. “Bizimkilerin” de yardımıyla tam “kavuşma” umutlarının yeşerdiği bir gerçekte müzakereleri tabi ki koparmaz!
TUĞRUL TÜRKEŞ’İN AÇIKLAMALARI.
Geçtiğimiz hafta sorunlarımızın arasında kaynayıp giderken “koordinatörümüz” TC Başbakan yardımcısı Tuğrul Türkeş’in Kıbrıs’ta son durumlarla ilgili konuşmasına pek kulak asmadıktı. Hatta “hamaset” nutkudur diyenlerimiz de olabilirdi çünkü 1954’den beridir ne zaman Türkiye ile ilişkilerimiz gündeme gelse Ankara’dan ziyaretimize gelen ekabirin “size anavatandan kucak dolusu selam ve sevgilerini getirdim” diye başlayan nutukları bugünlere kadar bazı ufak tefek kelime değişiklikleriyle hep devam etti!
Mesela “selam ve sevgiler getirmenin” yerini “getirilen para” aldı! “Yardımlar” aldı! “Alt yapı yatırımları” aldı!
Ve günü saati geldikte kurtarıcımız Türk askeri de geldi.
Sonra bize her gün daha yakından selam ve sevgiler sunsunlar diye 1974’lerden sonra TC yurttaşları da geldi..
Artık “Cumhurbaşkanları da gelmekte Başbakanlar da Bakanlar da.. Yatırımlar da öğrenciler de şarkıcılar, türkücüler, kumarcılar da..
Ne var ki “bizimkilerle” Rum tarafı çözüm olduğunda bu gelenleri geri göndereceğini sanıyorlar! Öyleyse buyurun bir lase deTuğrul Türkeş’in dediklerine bakın.
Kıbrıs’ta bir tek Türk yaşamasa dahi Türkiye’nin Kıbrıs meselesi diye bir meselesi vardır ve bundan vaz geçmesi mümkün değildir..” Anladık mı? ASIL SORUN: Türkeş Türkiye’nin KKTC’ye yaptığı yardımların çok önemli olmadığını söylerken, Rum tarafını işaret ederek şartlarının mukayesesini yapmak gereğini de duydu. Bizse bu sözleri değerlendirirken “hep ayni sorun” demek gereğini duyduk! Çünkü 1974’den beridir Kuzey’in Rum tarafı ile aşık atacak sosyoekonomik düzeye gelmesi söylendi savunuldu! Ki çözüm olmuyorsa bu ekonomik dengesizlik nedeniyledir.
NİTEKİM: Nüfusumuz kadar TC nüfusunu bünyemizde barındırırken, parasını ve artık suyunu da kullanırken beklerdik ki bir kolordunun güvenlik şemsiyesi altındaki Kuzey Türk devleti ekonomik yönden uçsundu. Türkiye bunu rahatlıkla gerçekleştirebilecek büyük ülkeydi. Nitekim kendi sosyoekonomik büyümesini de 2004’de Annan planından sonra gerçekleştirmeye başladıydı ki Kıbrıs Türk halkının varoluş yolundaki ilerleyişi ile Türkiye’nin AB üyeliği yolundaki ilerleyişi hep ayni paralelde gelişti.
Buna karşın tutun ki bir Mersin gümrüğü sorununu bile çözemedik! Kıyı ticaretini anlaşmaya karşılık uygulayamadık!
ÇÜNKÜ: Açık yazalım: “Kıbrıs’ı 1974’lerden sonra tanıyan bizimle ilgili Ankara bürokrasisi uzun yıllar maaşlarımızdan arabalarımıza, laik oluşumuzdan demokratik yapımıza, uygarlığımıza, özgür düşünme yeteneğimize (Anadolu halkıyla kıyaslayarak) hep gıpta ile baktılar! Nitekim yıllarca şunları yazdıydım: “Bizi Anadolu insanı ile mukayese etmeyin. O insanların kusuru sizin…” O “kusurun” ne kadar TC hükümetlerinin marifeti olduğu da zaten yaşanmakta olan terörden, savaşlardan belli!”
KISKANILDIK. Elbet artık dünün Türkiyesi yoktur. Fakat Kıbrıs Türk halkı da dünün halkı değildir.. Ki yıllarca bize “tembelsiziniz” dedilerdi! “Ekmek elden su gölden Cumhuriyeti” dedilerdi! Ve her devrede yardımlarıyla yatırımlarını gıdım gıdım verdilerdi ki “azmayalım!” Azıp da başlarına sorun olmayalım…
Tuğrul Türkeş’e dönüyorum: Şunu da söylediydi: “KKTC’e problemleri çıktığı zaman değil, çıkmadığı zamanlarda bakmak gerek!” Doğru söze can kurban!