Barış Harekâtından sonra, öncesinde yaşadığımız Rum saldırı ve jenosit hareketlerinden dolayı sadece “kurtuluşun” zaferini kutlamıyorduk:
Sahibi olduğumuz özgürlük ve egemenliğimizi de kutluyorduk.
Ancak her iki duygunun da “Kuzey’i belirtecek yeni bir statüye, o statüye konacak bir ad’a ihtiyacı vardı. Ki Kıbrıs Türk halkını simgelesinlerdi..
O yılları yani 45 yıl öncesini yaşayanlar her halde unutmadılar..
1974 Barış harekatı devam ederken bile çok açık seçik biliyorduk ki artık bundan sonrası Kıbrıs asla öncesi gibi olmayacaktır..
Çok kısaca ilk kez bu adada, “Rum halkı kadar özgür ve egemen olmak bir yana, “bizim” dediğimiz bir Kuzey vatanına ve o vatanın “Kıbrıs Türk Devletine” sahip olduktu..
FAKAT: Bilmiyorduk, sonradan öğrendik!
Meğer aramızda küçümsenmeyecek oranda insanlarımız vardı “Barış Harekâtına” karşı!
Meğer insanlarımız vardı bu adada Türklerle Rumların kardeş kardeş yaşadıklarına inanan!
Meğer insanlarımız vardı yıkılıp gitmesine karşın hâlâ kendini Kıbrıs Cumhuriyeti Vatandaşı sayan!
Meğer insanlarımız vardı “Rum içeri, Türkiyeli dışarı” diyebilen!
Meğer “Birleşik Kıbrıs”ı savunurken, iki halkı federasyonla yeniden iç içe geçirmeye çalışan insanlar da vardı!
Meğer devlet olmaya inanmayan “federasyoncular” da vardı ki “Türkiye bıraksın biz Rumlarla anlaşırız” diyebilen!.. *****
ANNAN planı “yukarıda” vurguladığım “ulusal hasletlerimiz(!)” üzerine oturtulduydu ki adanın büyük bölümü yeniden Rum’a devredilirken, Türk toplumu da “insafına” bırakılıyordu!
İkinci bir deneyimi Crans Montana’da yaşattılar! “Gittik gidiyorduk” derken, Annan planında olduğu gibi bir kez daha Rum’un cırlaması sonucunda anca paçayı kurtarabildikti…
Tabi araya sıkışmış çözüm arayışlarıyla BM’lerin uydurma çözüm alternatiflerini hiç hatırlatmadım! ŞİMDİLERDE bir üçüncü “deneme” çabası var. Her ne kadar BM’ler “temkinli” davranıyor her önerinin üzerine atılmıyorsa da bakıyorum hâlâ “çözüm tartışmalarımızın” bini bir paradan gidiyor!
Aslında 1974’den sonra “Türkiye dışında dünyada ilk kez ve Kıbrıs’ta bir Türk devleti kuruluyor” dediğimize nazire geldiğimiz siyasi konumumuzun yeri; “tanınmamış olsa da belki tanınır umudunda yaşattığımız KKTC’dir..
HA! Şunu da yazayım.. Artık “İki bölgeli iki toplumlu, siyasi eşitliğe dayalı bir çözümden yana da olamıyorum!”
Çünkü bunun olabilmesi için Güney Rum yönetiminin tüm adanın devleti oluş iddiasından vazgeçip Kuzey’deki Türk Yönetiminin de “devlet” olduğunu kabul etmesi gerekir. Nitekim “Siyasi eşitlik” ısrarımız bunun sonucudur..
Ne var ki yıllar “çözümsüzlükle” geçmeye devam ediyor ve doğrusu kaybeden taraf oluyoruz! ********** NİÇİN “ÖZELLEŞTİRMELERE” KARŞI ÇIKILIYOR?
Tatar Hükümetinin “Reform içerikli Mali Ve Ekonomik “Protokolüne” Türkiye’nin dayatmasıdır” görüşünde (geçmişte de koyamadığım gibi) şimdi de karşı tavır koyamıyorum!
Vicdanımın sesini dinliyorum. Nitekim bir süredir yazdığımca önce kendime soruyorum:
Kardeşim sen bu düzenden, bu yönetim sisteminden, bu bürokrasiden, bu kanunlardan, bu Kurumlardan… Memnun musun?
Cevabını şöyle veriyorum kendime:
“Nasıl memnun olabilirim. Olsaydım eğer ne işim vardı “Köşemde?”
Ve “Köşemi” okuyanlara soruyorum: “Kamu Görevlilerinin hizmetlerinden memnun musunuz ki? Yada Eğitimden, sağlıktan? Veya sanayimizle tarım kesimimizden?
EN dobrası şu: Eğer memnun olunsaydı her yıl hükümetin biri giderken gelir miydi diğeri? Çoraplarımızı bile bu kadar sık değiştirmeyiz, değiştirdiğimiz hükümetler kadar! Kısaca mevcut “yönetimin, sistemin” uygulamalarından memnun değiliz ki sonuçta kendimizi (parayı veren düdüğü çalar gerçeklerinde) Ankara’ya havale ediyoruz bizi kurtarsın ricalarında!
PEKİ bu kadar yalın gerçekler ortadayken, biz kendi kendimizi sırtaracak yetenek ve maddi olanaklara sahip değilken; TC-KKTC Mali Ve Ekonomik Programlarına neden yıllardır sürekli karşı çıkıyoruz? Ki bazı kurumların özelleştirmeleri olayı yeni değildir. ANCAK hemen tüm Kurumlara payanda görevi yapmak için kendilerine özel oluşturulmuş Sendikalarını” aşmak bugüne kadar mümkün olamadı! (Hayret ama devlet kademelerinde onlarca sendika, birlik varken, özel sektör çalışanlarının onca çarpık ve aykırı koşullarına karşın neden hâlâ “sendikalaşamadılar!)
ÖTE yandan sendikalar her ne kadar “toplum çıkarlarını zümre çıkarlarının” üzerinde savunuyoruz” diyorlarsa da o zaman neden KKTC’nin tüm “Kurumlarının sorunlu ve kısır yapıya sahip olmalarını sorgulamıyorlar?
Bunu ciddiyetle önlerine koyup en az Hükümetler kadar “etkin tedbirler” önerilerinde bulunmuyor; sadece haklarımızı çiğnetmeyiz” demekle yetiniyorlar?..
Allah için! Şimdi Kıb-Tek’in, Mağusa Limanının, Telekomünikasyonun, çiftçilerin hayvancıların falan… Hangi hakkı çiğnenebildi? Çiğnenenlerin de hangisinin faturası kat katıyla devlete ödettirilmedi ki?
KISACA Tatar Hükümetinin de “sosyoekonomik değişim ve yenileşme çabasının önünde, yine “Kurumların Sendikaları” vardır. Üstelik toplum çıkarları için değil. Zümre çıkarları için!