Pazar sohbetimizdir: “Su” dediğimizin hikâyesi (1) - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Mart 29, 2024
Köşe Yazarları

Pazar sohbetimizdir: “Su” dediğimizin hikâyesi (1)

Ucunu yetiştikti. 1940’ların hemen sonrasıydı… Bir misafire yahut kapıdan kapıya dolanan dilenciye bir bardak su verildi miydi, “kana kana içti” derlerdi. Gerçekten de kana kana içerler, sonra ellerinin tersleriyle ağızlarını silerlerken, “su gibi aziz ol” derlerdi…
Su “azizlik” mertebesinde “kutsallığa” ulaşmıştı… Sonraları işte bu “su” ile tanışacak, yarenlik yapacak, sorunlarını hem dinleyecek hem de “Kıbrıs siyasası” kadar onu büyük bir sorunun davası yapacaktım…
Zaten gelişip serpilip okula başladığımda öğretmenlerimiz bizlere Kıbrıs coğrafyasının “iklim” başlığı altına girmiş “yağışlarla” ilgili bölümünü öğretirlerken “Kıbrıs kurak bir adadır” derlerdi…
Yıllar sonra öğretmen oldukta öğrencilerime coğrafya dersi verirken ayni “iklimi” şöyle tarif ederdim:
“Kıbrıs’ın iklimi yazları çok sıcak ve kurak, kışları ise az yağışlı ve ılıktır…”
…Kıbrıs tarihi boyunca kuraklıktan çok çekti… Hatta Osmanlı döneminde Türkiye’den adaya getirilen ahali iki üç kez kuraklık nedeniyle gerisin geri Türkiye’ye kaçtılardı. Ne var ki birer birer toplanıp yeniden ve zorla adaya gönderildilerdi…
Ki o kuraklık çekirge afeti yanı sıra, yılanların çoğalıp büyük tehlike yaratmalarını da getiriyordu. Buna karşılık ıslah edilmemiş dere yataklarından dolayı Kıbrıs’a özgü “sağanak yağışlar” sel baskınları yaratır, çoğu yerler bataklık haline geldikte sivrisinek belâsına neden olurlardı. Tarihi boyunca Kıbrıs sıtmadan kırılan, trahomdan kör olan, ekinekoktan ölüp giden kadersiz insanların diyarı olduydu…
İşte bugünkü “sohbetimizde” bu “sudan” söz etmek istiyorum… Hani “Türkiye’den denizin altına döşenecek borularla topraklarımıza akıtılacak olan sudan… Bazı aklı evvellerin TC’den akıtılacak su nedeniyle “gitti elden özgürlüğümüz” dediklerine nazire, olayın Marmaray kadar büyük bir proje olduğunu hatırlatıp, o su topraklarımızı ıslattıkta, işte o zaman makûs talihimizin nasıl değişeceğini vurgulayacağım…          
Namık Kemal’den günümüze su…
Vakta ki 1873’de Vatan Yahut Silistre oyunu İstanbul’da sahnelenir ve de oyundan sonra seyirciler şehzade V. Murat lehinde gösteriler yapar, Namık Kemal padişah Abdülhamit tarafından “Mağusa Kalesi”ne sürgüne gönderilir…
…Tuhaftır ama Namık Kemal hiç sevmediği Mağusa ile ahalisine karşılık en iyi eserlerini surlar içindeki “hanayında” yazar. Ancak o hanay “bugün ziyarete de açık olan “zindanın” üstü değildir. Orada sadece iki üç gün kalır. Sonra o yıllarda develerin konakladığı bir hanın yakınındaki evin hanayına taşınır…”
Her neyse. Namık Kemal’den elimize geçen Mağusa ile ilgili yazıları sadece “mektuplarıdır.” Bu mektuplar Feyziye Abdullah Tansel’in Namık Kemal ile ilgili üç ciltlik kitabında vardır. Kıbrıs’ta ilk kez yayımlayan ise Dr. Ahmet Tan olur… Zaten ben de Tan’dan yararlanırım…
Namık Kemal İstanbul’da bir arkadaşına gönderdiği bu mektupların birinde “sarnıçlarda biriktirilen yağmur suları ile kuyulardan çıkartılan Mağusa’daki içme sularının” ne kadar berbat olduğunu şöyle anlatır: “Kuyulardan çekilip içtiğimiz sudaki şap ile güherçileyi (potasyum nitrat) bir yere toplasalar, Mısır Çarşısını değil, Kahire’nin baruthaneleri ile Tanta mevlidinin şahidi olan Çingenelerini asırlarca idare eder… Evvel ağızda açlığı def için rakı üzerine su içiyorduk, şimdi bilakis su üzerine rakı içiyoruz!…”
Demek ki 1983’lerde sulara “şap ve güherçile” atılıyormuş ki bakteri ve mikropları öldürsün. Fakat ölçüyü o kadar kaçırıyorlarmış ki su değil zehir zakkum içiliyormuş!
Yeri geldi hatırlatalım: Bugün de Mağusa’nın Venedik Sarayı içinde Venediklerinden kalma bir su sarnıcı vardır ki Akkule’nin ön avlusundaki kuyulardan çıkan kanallarla besleniyordu. Halâ da yaz kış içindeki su eksilmiyor…

Tanıştığım su
Hatırladığımca ben Mağusa’daki su ile 1945’lerde tanıştım.. Belki öncesini de anımsarım… Tabi İngiliz sömürge dönemidir. Henüz elektrikle aydınlatma yoktur ama artık evlerde o günlerin ifadesi ile “çeşmelerden şarıl şarıl sular akmaktadır…” Hem de hiç kesintiye uğramadan ve yine o günlerin ifadesiyle “ya beleş…”
Nitekim hatırlarım. Bizim iki buçuk kemerli Akkule’deki evin büyük avlusunun ucunda “kademhaneye” gitmeden önce altında teknesi olan yerden yarım metre yükseklikteki su borusuna monte edilmiş (künk derdik) çeşmemizden şarıl şarıl sular akardı. Zaman zaman musluk bozulur, bir yenisi alınıp takılana kadar aylarca hiç durmadan o sular akar giderdi…
Nereye mi? Mağusa ana kayanın üzerinde oturan bir kasaba ya… Hemen çoğu evlerin altında mağaramsı büyük yarıklar vardı ki alaturka tuvaletlerin hemen altına döşenen borular oralara açılırken, çeşmelerden akan sular da oralara gider yer altında kaybolurlardı…
O yıllarda Mağusa’da ve dışındaki “varoşlarında” önceleri narlar sonraları İngiliz’in teşviki ile portakal bahçeleri kurulduydu. “Yel değirmenleri” ile kuyulardan çekilen sular havuzlarda birikir, havuzlardan arklar vasıtası ağaçlara su salınırdı…
Ne bahçelerdi ama… Portakal yanı sıra mandalina greyfurt, incir, nar, üzüm yetiştirirlerdi… Bir “Maraş portakalı” vardı küçük bir kavun kadar. Dilim dilim ayrılır, ısırdıkça ağızlarda sulu çıtırlığının ilahi tadına varılırdı…
O tat nereden gelirdi bilir misiniz? “Tatlı sudan bir, hayvan gübresi ile gübrelenen topraktan iki…” Nitekim biz çeşmelerden akan suyu içerdik… O bahçelerin havuzlarından içtiğimiz de olurdu… “Şeker gibi su” derdik… O yıllarda yapay gübre yoktu. Her yıl ağaçların çanaklarına koyun keçi gübreleri konur sonra çapalanır, Allah’ın büyük nimeti olan su arklardan akarak ağaçların çanaklarını doldururdu…
Pekala nasıl tükendi onca su? 1950’lere kadar falan bahçeler sayılırdı. Maraş geliştikçe, nüfus arttıkça boş alanlar bahçelerle doldu. Sular hesapsız kitapsız bir hoyratlıkla sömürüldü. Kuyular boşaldıkça deniz suyu doldurdu yerini. Hemen tüm adada ayni olay yaşandı. Kuraklık da üst üste vurunca olanlar oldu. Şimdilerde de yaşadıklarımız o yıllarda başlayıp bugünlere kadar gelirken artan su ihtiyacı nedeniyle sürekli sömürülen yeraltındaki suyun tuzlanması sorunudur…
Not: Gelecek “Pazar sohbetimizde” su konusuna devam edeceğiz. Bu kez suyu 1963’ler sonrası macerası ile getireceğiz “köşemize.” Ki Rum’la su konusundaki ilk dalaşmamız da o yıllarda başladıydı…


Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar