Ortadoğu’yu Anlamak: Tarihsel Perspektiften Bir Bakış - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Pazartesi, Nisan 29, 2024
Poli

Ortadoğu’yu Anlamak: Tarihsel Perspektiften Bir Bakış

batuhan-beyatlı
Batuhan Beyatlı

Mohammad Bouazizi ismini daha önce hiç duydunuz mu? O dünyanın en ünlü seyyar satıcısı. Bouzazizi, 17 Aralık 2010’da, yüzde otuzluk işsizlik oranına sahip bir Tunus kasabası olan Sidi Bouzid’te, belediye binasının önünde kendini ateşe verdi. Günün henüz ilk saatlerinde polisler tarafından tezgahına el konulan Mohammad, şikayet etmek için gittiğinde kötü muameleye maruz kalmıştı. Onun – Ortadoğu’nun kaderine isyan edercesine – çaktığı ateş, takip eden yıllarda patlak veren ve başlangıçta hiçkimsenin öngöremeyeceği şekilde sadece Tunus’u değil, tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasını saran direniş dalgasının işaret fişeğiydi.

Birçokları Arap Baharı olarak adlandırılan ve sırasıyla Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’ye ulaşan isyan dalgasını şaşkınlıkla karşılamıştı. Aslında bu ayaklanmaların şaşkınlıkla karşılanması da sürpriz sayılmazdı. Gündelik hayatta bile sık sık karşılaştığımız oryantalist söylem, Avrupa dışında kalan ‘Doğu’ toplumlarını; muhalefet etme karakteristiğine sahip olmayan, itaatkar kitleler olarak tahayyül eder. Bu yazıyı okuyan birçok kişinin de aslında bu söylemin etkisi altında olduğunu rahatlıkla iddia edebilirim. Arap Baharı olarak isimlendirilen toplumsal çalkantılara ilişkin değerledirmelere de oryantalist bakış açısı hakim…  Bu banal oryantalizme göre; Tunus’ta kibriti çakılan devrim ateşi, Büyük Güçlerin emperyalist bir oyunundan ibaretti. Bu düşüncenin arkasında yatan temel motivasyon; Ortadoğu’da direniş ve devrim hareketlerinin kendiliğinden ortaya çıkamayacağının, değişimin ancak yabancı güçlerin işgaliyle veya ‘Batı’ eğitimi almış bürokratlar sayesinde gerçekleşebileceğinin yaygın kabulüdür.


Peki gerçekten de Ortadoğu’da değişim ve dönüşümü tetikleyebilecek içsel bir dinamik yok mu? Yukarıda da değindiğim gibi, konu Ortadoğu olduğu zaman; halkların uyuşukluğu, itaatkarlık ve tevekkül kavramları – o coğrafyanın kaderiymişcesine – hegemonik anlatıda sıkça yer bulur. Bu yaygın inanışın aksine; Ortadoğu tarihinin hiçbir döneminde isyanlar, toplumsal hareketler ve devrimler eksik olmamıştır. Gelin bunlara birlikte göz atalım.

  1. yüzyıl sonu ve 19. yüzyılın başı toplumsal hareketlerinin dinamiğini iki önemli grup oluşturmaktaydı: köylüler ve zanaatkarlar. Sadece 3 yıl süren Napolyon’un Mısır macerasının ardından yönetimi ele geçiren Kavalalı Hanedanı, 1952 Temmuz Devrimi’ne kadar tahtı elinde tuttu. İktidarı ele geçirmesinin ardından Kavalalı geniş kapsamlı bir modernleşme programını uygulamaya başladı ve toplumu – iktisadi ve siyasal anlamda – kontrol altına almaya çalıştı. Modern devletin ilk adımları olarak nitelendirilebilecek bu modernizasyon hareketi Osmanlı’ya da örnek olmuştur. Kavalalı’nın bu grişimi, dünyadaki diğer bölgelerde olduğu gibi, Mısırda’da da tepkiyle karşılandı, çünkü dönemin en önemli üretici grubu olan köylüler ve zanaatkarlar iktisadi hayatın merkezinde yer alıyor ve dolayısıyla iktisadi dönüşümden direkt olarak etkileniyordu.

Devletin elinin daha önce hiç olmadığı kadar hissedilir olması, 1820-1826 yılları arasında patlak veren onlarca toplumsal hareketi de açıklar niteliktedir. Bu hareketlerle eşzamanlı ve etkileşimli olarak Anadolu, Balkanlar ve İran’da da benzer ayaklanmalara rastlarız.  1826 yılında Kavalalı’nın modern ordu kurma çalışmaları isyanların bir ayağını oluşturmuş, bu çalışmalar Yeniçerilik kurumunu kaldırma girişimiyle Osmanlı’da da karşımıza çıkmıştır. Modern ordunun kurulması demek insanların askere alınarak temel geçim kaynağı olan üretimden koparılması anlamına gelmekteydi. Mısır’da dönemli askere gitmek istemeyen köylülerin kendilerini sakatlaması, pasif direnişin en çarpıcı örneklerinden biridir.

(FILES) — File picture dated July 26, 2013 shows supporters of Egyptian Armed Forces General Ahmed Fattah al-Sisi rallying at Tahrir Square in Cairo on July 26, 2013. Egypt marks the third anniversary on January 25, 2014 of the uprising that drove dictator Hosni Mubarak from power, but a heavy-handed crackdown following the army’s ouster of his successor, Mohamed Morsi, is raising fears that the repression of the old regime is returning. AFP PHOTO / KHALED DESOUKI
  1. yüzyılın ikinci yarısına geldiğimizde, ikinci isyan dalgasının yaşandığı yıllara rastlarız. Devletler modernleşme çalışmalarına devam ederken, bu modernizasyon projelerinin sürekli artan masraflarını ancak dış borçlanlanmalarla finanse edebiliyordu. Dünya genelinde patlak veren ekonomik kriz sonucunda borçlarını ödemekte güçlük çeken ve iflas eden Ortadoğu ülkelerinde, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Duyun-ı Umumiye benzeri, vergi gelirlerine el koyan bağımsız idareler kuruldu. Alınan borcun geri ödenmesini garanti altına alma amacı güden bu idareler ülkelerin vergi gelirine el koyuyordu. Söz konusu iktisadi bunalım süreci daha radikal toplumsal ayaklanmaların da önünü açtı. Örnek vermek gerekirse, Cezayir 1871-84 yılları arasında Ortadoğu tarihinin en büyük isyan hareketlerinden birine tanıklık etti. Muhammed el-Mukrani’nin etrafında toplanan 200 kadar kabile, Fransız sömürge idaresine karşı duyguların da etkili olduğu, ülkenin tamamını saran bir ayaklanma başlattı. Bu ayaklanmayı 1881 yılında patlak veren Sidi Şeyh liderliğindeki ikinci bir isyan hareketi takip etti. Her iki ayaklanma da kanlı bastırıldı ve çok sayıda insan katledildi. 1860’larda Tunus benzer ayaklanmalara sahne oldu. 1864 yılında – nedeni aşırı vergilendirme ve yukarıdan aşağıya modernleşme ve merkezileşme programları olan – Tunus tarihinin en geniş ölçekli isyan hareketlerinden biri gerçekleşti. Yaklaşık 2 sene içerisinde Hüseyni hanedanı tarafından bastırılan bu isyanın ardından anayasa askıya alındı ve 1869 yılında iflas bayrağı çekildi. Bu gelişmelerin üzerine, takip eden yıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nda da örneğine rastlayacağımız, Büyük Güçlerin güdümünde bir mali idare kuruldu.  Yine bu dönemde Mısır’da meydana gelen ve az önce bahsettiğim hareketlerden daha çok bilinen Arabi Ayaklanması’na da biraz değinmek istiyorum. Napolyon’un kısa süren Mısır seferinin ardından iktidarı ele geçiren Mehmet Ali Paşa hem Mısır’da kontrolü sağlamak hem de İstanbul karşısında gücünü arttırmak için meşhur modernizasyon programını uygulamaya koymuştu. Tek ürüne dayalı ticari tarım gibi uygulamalrı içeren reform paketi ilk başlarda olumlu sonuçlar üretti; ancak 1870’li yıllarda patlak veren ve dünya genelinde etkili olan ilk iktisadi krizle birlikte Mısır 1876 yılında iflasını ilan etmek zorunda kaldı. Daha önce Tunus’ta gördüğümüz mali idare bu kez de Mısır’da karşımıza çıkar. Kötüleşen iktisadi duruma ve yabancı güçlerin mali kontrolü ele geçirmesine tepki olarak, 1881-82’de Albay Ahmet Arabi’nin öncülük ettiği askeri bir isyan hareketi başladı. “Mısır Mısırlılarındır” sloganına sahip olan bu ayaklanmanın bir diğer nedeni de yönetim kademelerinde Araplar yerine Osmanlı elitinin (Türk ve Çerkesler) tercih edilmesiydi.   İsyan yılları boyunca düzenlenen radikal sokak gösterilerine ve çatışmalara farklı sosyal katmanlardan gelen gruplar dahil oldu; öğrenciler, zanaatkarlar, kadınlar, aydınlar, profesyonel sınıflar, köleler… Yabancıların üstünlüğüne karşı ortaya çıkan bu geniş tabanlı çalkantı, 1882 yılında Büyük Britanya’nın Mısır’ı işgal etmesiyle sonuçlandı ve tarihin bir ironisi olarak tozlu sayfalarda yerini aldı.
  2. yüzyılın başlarında dünyada önemli yapısal dönüşümler söz konusuydu ve bu dönüşümlerin rüzgarı Ortadoğu’da da esiyordu. Bu dönemde ilk modern siyasal ve sivil organizasyonlar kurulmaya başladı (örneğin Osmanlı’daki İttihat ve Terakki Cemiyeti) ve geçmişten farklı olarak ideolojiler etkili olmaya başladı. Sırasıyla 1905 Rus Devrimi, 1906 İran Devrimi, 1908 Osmanlı Devrimi, 1909 İran Devrimi, 1909 Meksika Devrimi ve 1911 Çin Devrimi gibi Anayasal Devrimlerin ortaya çıkışı yaşanan dönüşümün birer göstergesidir. Söz konusu dönemin kapanışı 1952 Mısır Devrimi ile gerçekleşti. Takvim yaprakları 1952 yılını gösterdiğinde kamu düzeni kontrol edilemez hale gelmiş durumdaydı. İngilizlerin elinde bulundurduğu tüm işletmeler kundaklanıyordu. Bu gelişmelerin üzerine, 23 Temmuz tarihinde Mısır radyosundan Hür Subaylar Hareketi adına, daha sonra Mısır’ın 3. Cumhurbaşkanı olacak olan, Enver Sedat ülke yönetimine el konulduğunu açıkladı. Bununla birlikte 1805 yılından beri iktidarı elinde bulunduran Kavalalı Hanedanlığı’na son verilerek cumhuriyet ilan edildi. Bu askeri darbede rol alan grubun tüm üyeleri alt ekonomik gelir seviyesine sahip ailelerde yetişen kişiler olduğu için darbe herhangi bir kitlesel tepki ile karşılaşmadı. Başta Sovyetler Birliği olmak üzere sosyalist ülkelerle yakınlaşmaya giren Mısır, Sovyetlerden aldığı teknik ve mali yardımla büyük bir kalkınma hamlesi yaptı. 1968 yılında Asvan Barajı’nı tamamlayan Nasır, sanayileşmeyi hızlandırma yönünde adımlar attı. Bunların yanı sıra köylüleri topraklandırma, kadınların haklarını genişletme ve eğitimi yaygınlaştırma gibi önemli reformlar da bu dönemde gerçekleştirildi.

Son olarak İkinci Dünya Savaşı sonrası döneme de kısaca değinmek ve yazımı noktalamak istiyorum. Bu dönemde modern zamanların en önemli devrimlerinden biri olan 1979 İran Devrimi gerçekleşti; ancak birçok yönden geçtiğimiz yıllarda meydana gelen ayaklanmaya ışık tuttuğunu düşümdüğümden, bu dönemi analiz etmek için Mısır’da ortaya çıkan 1977 Ekmek Devrimi’ni ele alacağım.  1970 yılında Cemal Abdül Nasır hayata gözlerini yummuş ve yerine Enver Sedat geçmişti. Nasır’ın ölümüyle birlikte bağımsız dış politika söylemi, planlı ekonomi, sosyal adalet ilkesi ve birleşik bir Arap devleti hayali yavaş yavaş ortadan kalkıyordu. 1970’li yılların başında tüm dünyayı etkisi altına alan iktisadi bunalım tüm dengeleri değiştirmişti. Mısır diplomatik olarak ABD’ye ve ekonomik olarak da IMF ve Dünya Bankası’na yanaşmaya başladı. Bu sosyal ve iktisadi dönüşüm, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bölgede patlak veren tüm çalkantıların açıklayıcısı durumundadır. 1977 Ekmek Ayaklanması kendinden sonra gerçekleşen tüm isyanlara (Arap Baharı da dahil) referans olarak gösterilmiştir. Türkiye’deki ’24 Ocak Kararları’na benzer liberal reformları uygulamaya koyarak devrimi düzeltme yoluna giden Sedat ekmek, yakıt ve diğer 25 tüketim malında fiyat artışına gidilmesi için emir vermişti. Daha da önemlisi, Dünya Bankası’ndan yardım alabilmek için o güne kadar verilen yiyecek yardımlarını ve temel ihtiyaç maddeleri desteğini sınırlandıracağını dair söz veren Sedat, Ocak 1977’de yiyecek yardımlarda kesinti yapıldığını ve devlet memurlarının ikramiyelerinin kaldırıldığını açıkladı. Bu açıklamanın hemen ertesinde adeta bir sosyal patlama yaşandı. İşçiler Mısır’ın büyük sanayi şehirlerinde iş yerlerini işgal etti, sokaklarda kendiliğinden ortaya çıkan direnişler başladı ve üniversite öğrencileri de sokak eylemlerine katıldı. Zenginliği temsil eden tüm mekanlara saldırılar düzenlendi. Tüm ülkede kendini hissettiren isyan dalgasına şiddet kullanılarak cevap verildi ve birkaç gün içerisinde 80’in üzerinde gösterici hayatını kaybetti. Sonuç olarak protestoları bastıran şiddet değil, alınan kararların geri çekilmesi oldu. Enver Sedat 1981 yılında bir suikast sonucu öldürülse de temellerini attığı düzen Hüsnü Mübarek tarafından devam ettirildi.  Aynı dönemde Tunus, Fas, Sudan ve diğer Ortadoğu ülkelerinde de neoliberal politikalara karşı ayaklanmalar baş gösterdi.

Yazımda belirli dönemlerden seçip kısaca anlatmaya çalıştığım örneklerden de anlaşılabileceği üzere Ortadoğu’nun tarihi, sanılanın aksine, direniş ve devrimlerle doludur. 17 Aralık 2010’da Mohammad Bouazizi’nin fitilini ateşlediği isyan dalgası aslında yıllardır büyüyen birikimin patlama noktasıydı.  2010’da başlayan Arap Baharı’nın üzerinden 7 yıl geçmesine rağmen bölgedeki çalkantı hala sürüyor. Bölgedeki monarşiler fırtınayı atlatırken, birçok ülkede Şiiler ile Sünniler arasındaki gerilim hızla mezhep temelli bir iç savaşa dönüştü. Bireysel özgürlükler ve siyasi haklar ise hızlı bir gerileme sürecine girdi.

Yanı başımızda hepimizin televizyon ekranlarından ve gazete sayfalarından takip ettiği dramatik olaylar yaşanırken; bu coğrafyanın en önemli parçası olan ülkemiz Kıbrıs ise dünyadaki en özgür ülkeler arasında yerini aldı (Freedom House, Dünya Özgürlükler Raporu 2018). Umarım ki bu güzel ülke demokratik kültüründen hiçbir şey kaybetmeden, bir “barış adası” olarak Ortadoğu’ya örnek olur. Özellikle son yaşadığımız olaylardan sonra vurgulamak isterim ki; özgür toplumun temelidir “ifade özgürlüğü”. Tehlikeli olan farklı düşüncelere sahip olmak değildir. Esas tehlike bütün gazeteler noktasına virgülüne dokunmaksızın aynı şeyleri yazdığında başlar. Umarım birbirimize saygı duymak için benzer fikirlere sahip olmamızın gerekmediğini çok geç olmadan anlarız. Evelyn Beatrice Hall, Voltaire’nin düşüncelerini ne güzel özetlemiş: “Söylediklerinin hiçbirine katılmıyorum ancak onları ifade etme özgürlüğünü hayatım pahasına savunurum.”

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar