Gün ortasında karanlığı yaşamanın acısıyla kıvranıp duruyoruz.
Dört yandan kuşatılmışlık ve tarifsiz kederler.
Hiçbir aşk heyecan vermiyor artık.
Hiçbir dünyasal mutluluk kutsayamıyor bedenlerimizi.
Ne mükemmel bir doğa ne harkulade güzel bir vatan .
Ne de geleceğe ilişkin kurulan muazzam hayaller.
Rakı şişesinde balık olmaya zorlanıyoruz.
Ya da teselliyi rakı şişesinde aramaya koyuluyoruz.
Fayda etmiyor.
Bilemediğimiz düşmanlar tarafından resmileştirilmemiş tutsaklıklar yaşıyor ruhlarımız.
Uluslararası savaş sözleşmeleri de kapsamıyor bizi.
Çünkü tutsaklığın gönüllü keyfinde debelenip duruyoruz öylece.
Bütün yollar bize çıkıyor ama reddediyoruz.
Mütevazılığı, aşağılanmış bir benlikle karıştırıp kendimizi hiçleştiriyoruz.
Nasılsın sorusuna verdiğimiz yanıt “hiç”.
Yaşama ilişkin düşüncelerimiz “hiç”.
Geleceğe dair umutlarımız “hiç”.
Mükemmel bir sevgilinin gelip bizi sarıp sarmalamasını bekliyoruz.
Her gelenle birlikte, kozmik düzlemde dağılan toz zerreciklerinden farksız dağılıp gidiyoruz.
Ne kutsal aşkı yaşıyoruz ne de yaşatıyoruz.
Aşkı ve sevişmeyi bile sıradanlaştırıp, hiçleştiriyoruz.
***
Maskelerle perdelenmiş bir yaşamı tercih ediyoruz.
Kendi kabuğunda, gözlerden ve sözlerden uzak bir hayatı marifet sayıyoruz.
Ama her şeye karşı çırılçıplak olmanın telaşıyla maskelerimize sarılıyoruz.
En yakınımıza bile maskelerimizi takıp konuşuyoruz.
Tüm ilişkilerimizi maskeliyoruz sanki.
Kavgalarımızda kalkanımız, aşklarımızda prezervatifimiz, dostluklarımızda acı çeken ruhlarımızı saklamak içindir maskelerimiz.
İdeallerimizi basitleştirip, önemsizleştirmede, yoldaşlarımızı tırmalamada ve hırpalamada tek silahımız.
Tüm kalleşliklerimiz ve tüm kahramanlıklarımız maskelerle özdeşleşmiş adeta.
Çünkü O’nsuz, hiçleştirdiğimiz yaşamlarımız gibi kendimizi hiç sayıyoruz.
“Ne yaparsan yap aşk ile yap” gerçeğini her defasında ıskalıyoruz bu yüzden
Halbuki “aşk ile yapılmış” bir mutluluk değil midir hak ettiğimiz…