MÜZAKERELERİN SEYRİ (NEYSE Kİ HÂLÂ YIKILMADIK AYAKTAYIZ!) - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Nisan 25, 2024
Köşe Yazarları

MÜZAKERELERİN SEYRİ (NEYSE Kİ HÂLÂ YIKILMADIK AYAKTAYIZ!)

Sanki boynuma borçtur! Kıbrıs siyasi sorununun çözümüne ilişkin müzakereler sürecini sürekli didiklerken bunun bir de “başlama” noktası olduğu geldi aklıma:
Nitekim şubat ayında başlayan o müzakerelerle birlikte ben de yazmaya başladımdı. Şimdi düşündüğüm o start aldığımız günden bugüne gelirken görüşlerimde nasıl bir değişim olduğudur. Kafamda şöyle bir evirip çevirince sevindim çünkü “sonuç çıkmaz” diye başladıydım! Oysa gitgide uzaklaştığımız “çözüm olasılığından” dolayı üzülmem gerekirdi, aslında üzüldüm de!
Kısaca “çözüm” söz konusu olduğunda kişilik bölünmesi yaşadım. Arada çelişkilere düştüğümü anımsıyorum. Bir yandan çözüme alkış tutarken öte yandan “bu Rum’la bu adada ne köy olur ne kasaba” dediğime mim koyuyorum! Ve ekliyorum: “Rum halkı ile liderliğini tanıyanlar zaten başından beridir umutsuzluğu yaşıyorlar! Sonra nadim olup “keşke Anastasiadis bizi utandırsaydı” diyorum! Ve hatırlıyorum: Amerika Dışişleri Bakanı Kerry neden adaya geldiydi? Neden Başkan Yardımcısı Biden peşinden Lefkoşa’ya damladıydı? Daha kokusu çıkmadan “nerede petrol gaz orada Amerika” dedikti de Maraş’ı unuttuktu! Meğer iki Amerika kovboyu da “verin gitsin” demeye geldilerdi!
SONRA: Bizim tarafı hatırladımdı. Genç Dışişleri Bakanımız Özdil Nami’yi. Heyecanına bayıldımdı. “Üç ay sonra referandum” diyordu. Niye dayanarak niçin söylüyordu bilemiyordum! Dahası Eroğlu bile umut dağıtıyordu. Kıbrıs Türk halkı ayağa kalkmış yaşasın çözüm diyordu…
Bense “statükocu” kimliğimle şöyle diyordum ama: “Annan Planı’na hayır dedirten Rum liderliği yeni müzakereler sürecinde elbette ki o plandaki kazanımlarının üzerinde kazanımlar elde etmek için daha büyük ödünler isteyecektir!” Tabii ki ayıp olacağını düşündüğümden “öyle olduğunu görmenin bahtiyarlığını yaşadığımı” söylemedim! Aksine “vah vah” dedim, bir fırsat daha yitip gidiyor…
Amma ve lakin akşamları başımı yastığa koydum muydu uykularımın kaçtığını itiraf etmeliyim. Sık sık, “pekala ama şimdi ne olacak” diyordum ya! “Pekala ama bu sürecin sonunda ne olacak” sorusuna veremediğim cevabımdan dolayı! Çünkü:
Herkeslerin kendilerine özel cevapları varken ben nasıl bir cevap verebilirdim ki!      
Başından beridir süregelen bu sorunu aşamadığımız için, görüşme masası ile halk birbirinden ayrı düşerken, cevap bulabilmek mümkün müydü ki?   Barış adına “Rum liderliğine cesaret verenlerle kavga edenler safları” karşı karşıya gelir ve kamplara bölünürlerken nasıl bir cevabım olabilirdi ki?
“Müzakere masasını” bile devletle hükümet arasında parça körçe eden tartışmalar sürerken çözüm umut edebilir miydim ki?
Güven Yaratıcı Önlemler silsilesinde ayrı gayrı görüşler yaşanırken hangi alternatife “işte çözüm budur” diyebilirdim ki?
Müzakere masasındaki “müzakerecilere” destek vermek yerine hep olumsuz yanlarını eleştiren bir “Başbakan” varken, cevap vermek kolay mıydı ki?
Müzakereciler müzakere masasını fil kulesinin padişah tahtı yapar gibi kendi iradelerine kilitleyip halktan kopartırlarken, çözüme ilişkin nasıl bir cevap bulabilirdim ki?
KISACA: Çözümü geçtik! Hâlâ “nasıl bir çözüm istediğimize” cevap veremediğimize yanıyoruz! Çünkü artık Kıbrıs Türk halkı saflarında çözüme ilişkin “tek cevap” yoktur! Çok vardır çokkk!
GERİYE KALAN TESELLİ İSE ŞUDUR: “Hâlâ yıkılmadık ayaktayız!”            
**********      
POLİS ÜZERİNE SÖYLEŞİMİZDİR!

Rahmetlik lider Denktaş hep söylerdi. Biz de “makbulat” olduğu için her aklımıza geldiğinde yazarız. “Ben derdi Denktaş, gittiğim ülkelerde iki türlü insan görürüm. Polisi sevenler, polisten korkanlar!”
Bu teşhise gözünüz kapalı “doğrudur” demekten başka verecek cevabınız olamaz çünkü artık dünyanın tüm ülkeleri ile tüm haberleri yaşamsal sorunlarıyla birlikte ve en basitinden evinizin televizyon ekranları ile cebinizdeki telefona anında gelmekte, istemeseniz de gözlerinizi çıkartırcasına gözlerinize girmektedirler…
Yani gidip yerinde görmeye gerek yoktur. Mesela bilirsiniz ki:
Geri kalmış bütün ülkelerin polislerinden halk korkar ve sevmez!
Bilirsiniz ki otokrat ülkelerde insanlar için polis “diktatörlerin” emrindeki halkı “kıyanlardır!”
Demokrasinin sadece yakalardaki gösteri çiçeği olarak kullanıldığı ülkelerde, bilirsiniz ki polis halkın haklarına TOMA’ları, biber gazları ile saldırandır!
Bilirsiniz ki komünist ülkelerde polis yollardan bellerden istediği insanı sorgusuz sualsiz alıp götürendir!
BUNA KARŞILIK: Ya bizde nedir polis? Önce bir tespitimi aktarayım: 1960’lardan önce Kıbrıs’ta polis “sevilen, sayılan, bir topluluk içine yahut kahvehaneye girdi miydi, korkudan değil saygıdan ayağına kalkılandı…
Bir illegal olay söz konusu oldukta “zaptiyeee” diye çığlık attığınız anda suçlular gözlerine ışık yakılmış tavşanlar gibi oldukları yerde donar durur, kendilerini polise teslim ederlerdi. Ve halk polisin görevini yapmasına olanak sağlarlardı. Kısaca polis sevilirdi…
Ne zaman itibar kaybetti? İddia ederek söylüyorum: 1963’te ne zaman ki “Mücahitlik” dönemi başlarken polisler de ilçelerdeki TC’den gelen Albay, Binbaşı rütbelerindeki “Sancaktarlara” bağlanıp onların emrine girdilerdi, itibar kaybetmeye başladılardı çünkü Polisin kendi içindeki hiyerarşik yapısı ile görevleri bölük pörçük olurken, “gücünün ve işlevinin” yerine “mücahitler” ikame edildiydi. Artı zaten bizatihi “Sancaktarın” kendisi tek otoriteydi, tüm kararlar iki dudağı arasından çıkardı.
Dahası “Polis” 1977’lere kadar tutun ki askeri otorite tarafından “dövülüp” hırpalanabilirdi! Polisin onurunu ve işlevini yerle yeksan eden bu tip olmaması gereken davranışlardı ki çok uzun süre “Polis Teşkilatı” kendine gelemediydi! Ta ki Güvenlik Kuvvetleri kurulana kadar…
BUGÜNE DÖNELİM: Ve tabii soralım: “Polisi seviyor muyuz?” “Evet” dememek için neden yoktur. Fakat  “hayır” denmesi için yığınla “neden” uydurup halkın polisten korkması gerektiğinin propagandalarını yapan, polisi halka umacı olarak gösteren kesimler de vardır.
Dertleri ise “polisin sivile bağlanmasıdır!” Yani Güvenlik Kuvvetleri’ne bağlı polis bu “bağ” devam ettiği için bu kesimler tarafından tu kakadır! Fakat aynı kesimlere göre “sivile bağlanırsa” sevilip sayılan görevliler olacaklardır! Hatta “görevlerinde çok daha büyük başarılara imza atacaklardır!”
Nedir bu konudaki ölçüleri: Mesela diyebilirler mi? Bakın bizim emir ve irademizde olan Kamu görevlerinde işler nasıl da düzenli şekilde tıkır tıkır gitmektedir. Polisi de devraldığımızda aynen Kamu görevlileri gibi bu müesseseyi de adam edeceğiz diyebilirler mi?
Yahut: Diyebilirler mi? Polis Güvenlik Kuvvetleri elinde işlevini yapamıyor. Fakat bize intikal ederse aynen KKTC gibi yücelip göklere yükselecek ve bakın ne büyük başarılara imza atacaktır!
Veya: “Polis sivile bağlanırsa partizanlığın ışında kalacak, politize olmayacak, özlük hakları tümden daha bir iyileştirilecektir diyebilirler” mi?
POLİSİ YIPRATMA KAMPANYALARI: Aslında ve çok kısaca hedef Güvenlik Kuvvetleri’ni yıpratmaktır! Çünkü bazı kesimler sistematik şekilde ve yıllardır sürdürürlerken artık kulakları da iyice doldurup doyurduklarınca askerin adadan ayrılmasını isterlerken; öte yandan “vicdani ret” gibi bir olayın anayasal hüküm olması için de dayatıyorlar!
Oysa GK’leri bizatihi askerin kendisidir! Polis sivile bağlandıkta tutun ki ayakları ile kolları kopartılmış, pasifize edilmiş, bir yeni kamu görevlileri sınıfı daha yaratılacaktır! Öte yandan son zamanlarda “intihar olayı, kaçırılan paralar olayı” derken, polis adeta gözünün ninnisinden vurulmaktadır! Ne başarısızlığı kalmaktadır söylenmedik ne de tutuklulara işkence yaptığı suçlamaları!
Ve halkın tüm dikkatleri, özellikle polisin başarısızlıkları üzerine yönlendirilmektedir! Nitekim artık memleket bu konuda da ikiye bölündü: “Polisi seven insanlar, polise güvenmeyip sevmeyen insanlar!”
Başbakan Yorgancıoğlu ve bazı STÖ’leri bu başarıları ile gurur duyabilirler! Kaldı ki bu yolda bir büyük başarıları daha vardır ki Polis hâlâ Genel Müdürlük” olarak “vekâleten” yürütülmektedir. Nedeni ise Başbakan’ın Cumhurbaşkanı ile olagelen siyasi görüş ayrılıkları ile “partilerinin” ezeli rekabetidir.
Siyasetin şah damarında atan böylesi bir olay yaşanırken bir de şöyle düşünün ama: “Polis sivile bağlanacak ve siyasetten ari kalacak!” Demezler mi “dam başında saksağan vur beline kazmayı!”

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar