Kuz35 yıl bir devletin tarihi sürecinde uzun zaman dilimi değildir!
Fakat söz konusu “Kuzey Kıbrıs Türk Devleti” olduğunda siyasi gelişimiyle, ayni adayı Güney’deki Rum toplumuyla paylaşmak zorunda kalması, bu yargıyı değiştirir.
Çünkü Kıbrıs siyasi sorununun 35 yıl değil, asırlarla ifade edilen bir “mücadele süreci” vardır.
NE var ki bu “mücadele sürecinde” her iki toplumun da kendi içlerinde farklılık gösteren hedefleri vardır. Mesela Rum için “mücadele” “megali idea” olarak belirlenen “Enosis”tir.. Bugünün değişen siyasi koşullarında ise tutun ki “tüm adanın tek egemen devleti olma mücadelesidir!” BAKIN Rum’un bu adadaki tarihi konumunu ve asırlardır niçin mücadele ettiği bilmezse, “bugünün siyasi sorununu” değerlendirilemez! Keza Türk halkının nüfus ve mülk çoğunluğuna sahip Rum toplumu karşısında neden siyasi mücadeleye atılmak zorunda kaldığını ve neden Rum liderliği ile kilisesine güvenilmeyeceği öğrenilmek isteniyorsa, önce bu gerçekler kabul görmelidirler.
SÖYLE ki Türk halkını Rum halkı karşısında ayrı gayrı kılan mücadelesinin esası “etki tepki” çıkışlı olmasıdır..
Yani Rum’un tüm ada egemenliğine yada Enosis ideasına karşı, kendi “varlığını” koruma mücadelesi..
Tutun ki bu mücadelenin son halkası 1974’de Türkiye’nin garantörlük hakkına dayanarak Türk halkını Rum sultasından kurtarmak için gerçekleştirdiği askeri operasyondur.
BU “harekât” sadece Rum toplumunun asırlardır süren Enosis hayali yıkmadı. Bu adanın en az Rumlar kadar sahibi olan bir de Türk halkı olduğu gerçeğini ortaya çıkardı!
Nitekim müzakereler iki halkın ada sahipliklerinin siyasi ve ekonomik yönden hakçasına yeniden düzenlenmesi için sürdürülmektedir.. (Ekleyim: “Müzakerelerin iki halkı birbiri içine katıp birleştirmek için yapıldığını sanmak veya yapılması gerektiğini iddia etmek, Kıbrıs Rum tarihine de Türk tarihine de aykırıdır! Bunları savunmaktaki asıl amaç ise adayı Türkiyesizleştirirken, büyük oranda Rum egemenliğine dayalı bir çözüm oluşturmaktır..
EN basit ispatı Türk halkı dışta bırakılırken Güney’in AB üyesi yapılarak, “Kıbrıs adasının tek egemen devletinin Rum devleti olduğunun siyasi tescilidir!”
Bu nedenle Güney sadece alışveriş dalgaları içinde değil; biraz da “nedir, nicedir neyi amaçlamaktadır” objektifinden izlenmelidir..
**********
STERLİNİN SALTANATI!
“Döviz vurgununun” şok dalgalarında boğulduğumuz günlerimiz geride kalmamışsa da az biraz duruldu. Ve TC’deki ekonomistlerin de başlarda vurguladığı gibi dolar ile euro 5 buçuk 6 aralığına yerleşti. Bu süreç uzmanlara göre 2019 da sarkacak..
Buna karşın KKTC’de ekstradan bir sorun daha yaşamaktadır: Sterlin! Hangi ekonomik ilişki veya büyüklüğünden yada sterlinin piyasalarımızdaki tedavülünün faydalarından, ticari hayatımızdaki öneminden dolayıdır ( ben bilmiyorum) 1960 da adadan çekip giden İngiliz’e karşın, özellikle gayrimenkul mallar alışverişlerinde hâlâ saltanatını sürdürüyor! Hem de artık İngiltere’nin Brexit ile AB’den koptuğu gerçeğine karşın..
MESELA bazan işitirim. “Falan ev filan daire 60 bin sterline satıldı.” “Falan arazi 25 bin sterline gitti.” Hatta ellerinde Rum arazisi bulunduran TC kökenli yurttaşlarımız bile satışları sterlinle yapıyorlar!
Bu sterlin olayının KKTC ekonomisine faydalı mı zararlı mı yansıdığını bilemem ama astronomik kuruyla “sterlin borçlularının” canlarının çok fena yandığı bir gerçektir!
ANLATMAK istediğim şudur. Resmi paramız olan, maaşlarla tüm ötesi pazar alışverişlerinde, günlük hayatımızın harcamalarında kullandığımız TL’ye ihanet ettiğimiz inancındayım..
Çünkü olay şöyle gelişiyor: Devlet TL’i yıllık bütçelerinin de hazırlanmasında resmi para birimi olarak kabul edip uygular, vergileri de TL ile belirlerken…
Piyasada sterlinler, eurolar, dolarlar havada uçmaktadırlar! Nitekim küçük ölçekli işletmelerin ötesindeki firmalar satış fiyatlarını önce “sterlin yuro” olarak telaffuz etmekte karşılığı olan TL’i ise “isterseniz hesabını siz de yapın dercesine” daha sonra söylemektedirler!
TÜRKİYE izlediğimce TL ve Döviz ilişkilerini düzenleyip disipline sokmak konusunda epey yol kat etti ki mesela “ev satışlarında, diğer pek çok emtiada TL. esas alınmaktadır..”
Oysa bizde bankalar bile TL’e adapte olamadılar hâlâ dövizle iştigal ediyorlar!. (Neyse çizmeden yukarı çıkmadan belki maliyecilerin ekonomistlerin bu konuda kitaplara bile sığdıramayacakları bilgilerine hürmeten noktayı koyarken ekleyim:) Paramızın sahibi olamamak dezavantajımız.. Fakat büyük oranda TC ile ticaretimiz ve oradan kaynaklı parasal yardımlar gerçeğinde doğrusu ya, “sterlinle” oynamamızın “küçüklüğümüzle” doğru orantılı yada faydalı olduğuna inanmıyorum! **********
KISACA TAKILDIĞIM: (GEMİ BATARSA HEP BERABER BATARIZ!) Dövizin uzun süredir 5 buçuk 6 buçuk aralığında seyretmesine karşılık çarşı pazardaki pahalılıktan vatandaşın cebi yangın yerine döndü!
Bizzat tanığıyım, hiçbir emtia ucuzlatılmadı, aksine bazı ürünlerde artış bile var! Dahası “çarşı pazarda rekabet de yok” Oysa bu badireyi fedakârlıklarla atlatabiliriz. Nitekim “fırsat bu fırsattır, devir vurgun devridir” tutumunu geçmişte de çok yaşadıktı. Ne oldu?
Sayesinde varlıklarını sürdürdükleri Devlet her zaman yoksul ve borçlu, kendileri de mütegallibe!
Öyle ama unutulmamalı, hepimiz ayni gemideyiz. Batarsa hep beraber batarız…