Bizim dünyamız “Kıbrıs” kadardır. Her şeyden önce “Halikarnas Balıkçısı” mahlaslı Cevat Şakir Karaağaçlı’nın ifadesiyle “Adalıyız.”
Ve her “Adalı” gibi çok fazla gürültülü patırtılıyız. Bağıra çağıra konuşur, gülerken kahkahalar atarız!
Elini sıkıp yüzüne gülücüklerimizi kondurduğumuz arkadaşımız da olsa, arkasından demediğimizi bırakmayız!
Kalaylamadığımız politikacı kalmaz ama yüz yüze geldik mi kuyruk sokumumuzun bittiği yere kadar önlerinde eğilirken hürmetlerimizi sunarız!.
Yolda kahvede gördüğümüz tanıdık doktora “rahatsızlığımızı” anlatıp çare umarken, daha adam ağzını bile açma fırsatı bulmadan ve apışıp kalırken, “çareyi de ilacı da biz söyleriz!..
*****
HİÇ SONA ULAŞAMAYACAK MIYIZ? (2)
Meziyetlerimiz o kadar çok ki say say bitmez..
Ki son dönemlerde yanlarına yenilerini de uladık. “Kıbrıs siyasi sorununa yönelik görüşlerimizi!”
Yok öyle “iki bölgeli iki toplumlu” diye başlayanı değil..
Nedense kendini sevdirme konusunda sorunu olan “Türkiye” ile başlayan değerlendirmeler!
Eee bu kadarı olacaktı çünkü aradan 45 yıl geçti hâlâ bulunduğumuz yer 1974 Barış Harekâtının az sonrası!
Siyasi yönden bir santimlik mesafe almadık!
Kaldı ki şunu diyecektik: Bu gidiş iyiye gidiş değil.
Ya bu adada erken zamanda “çözüme” ulaşacağız dolayısıyla dünya devleti olarak tanınacağız…
Yada Self determinasyon hakkımızı kullanarak gerçekleştireceğimiz bir referandumla kendimizi (zaten bağlıyız) Türkiye’ye bağlayacağız!
Biliyorum, “Allah göstermesin” diye ayağa kalkacak olanlar “muvafıklardan” daha çokturlar ama hadi bir daha sorayım:
Elinizi vicdanınıza koyup düşünün. Var mı bu siyasi gidişin bir sonu?
Nitekim şimdi de Amerika ile dalaşılıyor!
Anlatmaya hiç gerek yok Rusya’nın S-400 füzeleri olayı! Tabi onu da aşan “Türkiye’nin öteden beridir mesela Yunanistan, İsrail gibi Amerika’nın kucağına oturmayı bir türlü becerememesi!” Üstelik Amerika’ya “go home” diyecek kadar!
Peki bu aksi büksü siyasi gelişmeler yaşanırken, Kıbrıs sorununu nereye koyacağız? Kime dayanıp kimden destek alacağız?
Tabi ki Türkiye’den ama ya Türkiye kime dayanıp kimden destek alacak ki Kıbrıs’taki Türk halkının “siyasi çözümüne” yar olsun!
Kısaca Türkiye’ye bu kadar çok bağlı ve muhtaç durumdayken ve KKTC de Türkiye’nin vaz geçilmez milli davasıyken, neden biz Türkiye ile Türkiye de dünya alemle dalaşmaktadır?
Yani Kıbrıs sorununu TC-KKTC ortak çıkarlarıyla ilkelerde çözüme götürecek birlikteliğe hiç varamayacak mıyız?
**********
NEYE İHTİYACIMIZ VARDIR?
Tereddütsüz biliyoruz ki bir iki yıl sonra “Tatar hükümeti giderken yerine bir yenisi geldiğinde” (ki artık eski-yeni kalmadı, maşallah münavebe usulüyle vadesi dolan giderken, sırada bekleyen partiler gelmekte) gene ve hep ayni filmi mi seyredeceğiz?
Nitekim Biliyoruz ki sittin senedir devletin Kurumları Bakanlıklara nasıl paylaştırıldılarsa hep tıpatıp aynisiyle ve değişmeden yine öyle geldiği için öylece dağıtılacaklardır! Nitekim:
Bu paylaşımda Tatar Hükümeti de teamülü bozmadı. Geçmiş hükümetlerde hangi Kurumlar hangi Bakanlığa bağlanmışlarsa bu kez de “kopyala yapıştır” tıpkısı gerçekleştirildi..
Oysa her değişimde beklerim:
Mesela neden “Kooperatif Şirketler Mukayyitliği” Tarım Bakanlığına değil de hep “Başbakanlığa” bağlanır!
Yoksa Koop. Merkez Bankası yüzü suyu hürmetine mi?
Tamam anladık, söz konusu Koop. Merkez Bankası oldukta, suyun başında olunmalı da..
O zaman akla şu gelir: “Neden Kooperatifler Maliye Bakanlığına bağlanmaz?”
Ki en akla yatanı Kooperatifçiliğin yayılması ve sistemleşmesi için Tarım Bakanlığına bağlanması..
Öte yandan “Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri” Bakanlığı”na bakıyorum: “Eski Eserler Müzeler Dairesini” de bu Bakanlığa bağlamışlar!
Ne alâka diyeceğim de var her halde bir hikmeti ki biz anlamıyoruz!
İçişleri Bakanlığı çok daha enteresan. Genç Bakan henüz “politikanın rehlei tedrisini” geçerken, sen kalk “Polisten İskâna, Tapudan Merkezi Cezaevine, Nüfus kayıt Dairesinden imar iskâna, Muhaceretten Harita Dairesine kadar memlekette ne kadar baş ağrıtıp canları sıkarken çıkartan “münazaalı ve arızalı” Kurum varsa, hepsini de İçişleri Bakanlığına bağla ki geçmiş hükümetten beridir bırakın başını kaşıyacak vakti buluversin, her halde Bakanlıktaki işlerinden kurtulup evine bile uğrayamıyor!
Bunları düşünürken aklıma geldi: Aynen öteki yığınla sorunlarda olduğu gibi bizatihi “Devletin kendi kuruluş şekli ve işlevsel yapısallığıyla yüklendiği görevleri de çapımızla kapasitemizi çok aşmıyor mu?”
Nitekim “icraatlar” sürekli ötelenirken, çözüm bekleyen sorunlar da sürekli çoğalmaktadırlar!
Yani ne? Kurumlarla-icraatlar tam uyumsuz içinde!
Zaten sorunlarımız da ortada: Verdikleri zararlardan kurtulmak için çabaladıkça, beterince altlarında kalıp eziliyoruz.
Bu nedenle diyoruz. KKTC’nin “Anayasa değişikliğinden başlayarak ikinci kez yeniden kurulması gerekmektedir..
Bunun için Erhürman yada Tatar Hükümetine değil; Ulusal bütünsellikte “ulusal seferberlik konseyi” ile bir “Başkanlık sistemine” ihtiyacımız vardır!