Bir insanın hayatında pişmanlıklarla yakınmalar üzerinde seslendirilen ne kadar çok “keşke” varsa, geçmiş o kadar “akılsızca ve verimsiz” geçti demektir.
Tutun ki “boşuna geçen hayatlar!” Ki uzun yıllar sonra geriye dönüp bakıldıkta, nedamet getirilen yığınla olayların yüreğinizi acıyla sıkıştırdığını hissedersiniz! “Keşke yapmasaydım!.. Keşke olmasaydı!.. Şimdiki aklım olsa yapar mıydım” pişmanlıklarında!
Ulusların, toplumların tarihlerinde de vardır o “keşke’li” pişmanlıklar! Kıbrıs Türk halkının da olduğunca!
Nitekim 1974’den sonra ne kadar çok hata yaptığımıza hep o “keşke’li” konuşmalarımızda, yazdıklarımızda, sohbetlerimizde, yapıp yıktıklarımızda ellerim!
Mesela Maraş söz konusu pişmanlıklarımızda yaşayan bir ölü kenttir. “Keşke koz olarak saklamak yerine, bir şekilde iskâna açsaydık” düşüncesinde.
Keşke 45 yıl kapalı tutmadan, viraneye dönmesini beklemeden, yüz karamız haline gelmesine fırsat vermeden hale yola sokabilseydik dediğimizce!
Ne var ki KKTC’nin zaten 45 yıllık halleri böyle! O kadar ki “dünyanın en sevimli turistik beldesi yapacağımız bir Girne’yi, çarpık yapılaşmayla biz kendimiz kaybettik!
Yada seksen bin dönümlük narenciye bahçelerini “susuzluk” kulpu takıp kuruturken, günahını da Allah dedeye yükledikti biz!
Rumdan kalan dört yüzün üzerindeki irili ufaklı sanayi tesislerini “yok” eden de bizdik, “Kıbrıs Türk Hava Yollarını” batıran da!
Her köşede bir üniversite açılmasına cevaz vererek ve kendimizi “üniversiteler diyarı” olduğumuza inandırarak topografik yapımızı bozan da biziz!..
Sadede geleyim. 45 yıl sonra karar verdik Maraş’ı iskâna açacağız. Ki öyle hop diye açmak kolay değil! Yıllar sürecek onarım restorasyonlar yanı sıra, olayın bir de siyasi boyutu var, evlere değil dünyalara şenlik!
Kaldı ki Rum tarafı Doğu Akdeniz’deki enerjiye nazire, Maraş’ı da bir dünya meselesi yaptı, üzerine ulamalar yapıyor..
Artık Anavatanımız işinsanlarının da iştahını kabartan Maraş’ın açılması, inşallah yeni bir rant, hama huma olayına dönüşmez. İnşallah gelecekte “keşke açmasaydık” dedirtmez!
**********
BUGÜN OKULLAR AÇILIYOR!
Eğitim Bakanlığından yapılan açıklamaya göre “ilköğretimde 20, Ortaöğretimde 18, Mesleki Teknik okullarında 3 bin beş yüz yani toplamda 41 bin 500 öğrenci ders başı yapacak.
Bu sıradan bir öğrenci sayısı değildir. “Türk halkının “41 bin kere maşallah Allah bağışlasın” dediği çocuklarının geleceğidir.
Her yıl bir şekilde varlığımıza varlıklarıyla katılan yeni nesil nüfusumuzdur.
Eğer “moda” deyimiyle ifade edeceksek “bekamızdırlar.”
Ne var ki son yıllarda çocuklarımız yeni ders yılına başlarlarken duymamız gereken o büyük sevinçler yerine okullardaki “eksiklikleri” konuşup tartışır olduk!
Hemen her yıl ayni olaylar tekrarlanmakta: Ya öğretmenler eksik olmakta ya dershaneler yetmemekte! Veya okulların onarımları tamamlanmazken kitap kırtasiye eksiklikleri olmakta! Dolayısıyla haklı olarak “öğretmenler sendikalarını” ayağa kaldıracak yıllardır bitmeyen “eksiklikler” yaşanmakta..
Fakat bu yalın gerçek yaşanırken bugüne kadar bir tek Eğitim Bakanı çıkıp da “bakın arkadaşlar bu yıl da okullar şu nedenlerden dolayı yeni ders yılına eksikliklerle başlayacak” demedi!
Aksine “ben yapacağım” iddiasında yerine getiremedikleri sözler verdiler ve tabi sendikaların, velilerin hışmına uğradılar. ******
Burada eğitimle ilgili bir başka parantez açmak istiyorum.
Amacım “eksikliklere mazeret” kulpu takmak değildir. Fakat öteden beridir eğitimdeki sorunlar birbirlerini olumsuzluklarla tetiklerlerken “düşünülmeye değer” diye yıllar öncesinde kalmış bir anımı yazayım:
Rahmetlik, büyük eğitimci Kemal Yücel’le öyle az buz değil, her fırsatta bir araya geldik mi “Eğitim Öğrenim sorunlarını” tartışırdık.
“Eşref bey” derdi bana. “Eğitim öyle bir şeydir ki bir sınıf, bir kara tahta, sıralar sandalyeler olmadan da yapılır.. Hatta köyde bir samanlıkta, kırlarda otlar üzerinde, derme çatma bir evin yıkık odalarında… Yeter ki o ruh o eğitim aşkı (bana göre de o mefkûre) olsun…”
(Tabi ki şimdi okullar hatta klimalıdırlar ki bizler elektriksiz köylerde adı “okul” olan tek bir odada, 1. Sınıftan 6. sınıfa kadar sayıları bazen otuzu aşkın öğrencilerimize ders verirdik..
Bir sınıfın öğrencileri yazarken, öteki sınıfın öğrencileri matematik problemi çözer, beriki okurken bir başka sınıf resim yapardı..)
Hayır! Öylesi bir “eğitim öğrenim” zorluğuyla ilkelliğine çağrıda bulunmuyorum. O günlere geri dönelim demiyorum.
Fakat her yıl zaten KKTC’nin hiçbir sektöründe çatlasanız da hiçbir şeyin asla tamtamam olamadığı gerçeklerde, ille de okulların dört dörtlük tamam olmasını beklemek abese iştigalden başka bir şey değildir!
Fakat nedense Eğitim Bakanlarımız yaşanan bu büyük gerçeği bilip bizzat yaşamalarına karşın, ille de her yeni ders yılı başlarken, “bu yıl okullar tamam” demeye devam ediyorlar! Ve tabi olmadığında da kıyamelerin kopmasına neden oluyorlar! !
Bu ders yılına da Sn. Eğitim Bakanının bu konudaki çabalarına karşın az veya çok, yine kaçınılmaz kaderde eksikliklerle başlanacak! Çünkü sorun “KKTC’nin yapısal çarpıklığından” kaynaklıdır.