KENDİ KENDİMİ SABOTE EDERKEN, MURPHY* DE KIS KIS GÜLÜYORDU... - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cumartesi, Nisan 27, 2024
KıbrısKöşe YazarlarıYaşam

KENDİ KENDİMİ SABOTE EDERKEN, MURPHY* DE KIS KIS GÜLÜYORDU…

Nazar Erişkin

Çok gülünce başımıza bir iş geleceğinden korkan; aşırı mutlu olup da bunu dillendirince o dili ısırıp sonra da kıçını kaşıması gerektiğine inanmış bir neslin, şimdilerde 40’larına gelmiş üyesi olarak; geçen hafta yazdığım yazının ardından her şeyin jet hızıyla tersine döneceğini bilmem gerekirdi. Lakin kahramanımız (ben oluyorum), mutluluğunu okuruyla paylaşmaya o kadar istekliydi ki; başına gelecekler gözünü korkutmamıştı. Enerjisinin dakika dakika emileceğini öngörse yine de döker miydi mutluluğunu kelimelere orası bilinmez… Şimdi dalgamı geçtiğime bakmayın, anlatacağım olayların yaşandığı gün asabım çok bozuldu. Bu sinir harbinin, geçtiğimiz hafta yağmur yağarken denizin köpüğüyle ettiğim dansı, yaşamanın ne kadar eşsiz bir tecrübe olduğunu falan anlattığım yazının hemen üzerine gelmesiyle  fabrika ayarlarımı hatırladım. “Ay çok güldük başımıza bir iş gelmesin” mode on! Murphy kanunları sağolsun sever beni. Gelince durmaz, ver allahım ver…

Temsili hazır noodle 🙂

Ne diyordum? Evet “insana doydum bir süre kendimi kapatıyorum” dediğim o noktada marketteydim. Hızlıca yaptığım alışverişi tamamlayıp bir an önce vınlamaktı derdim ama hayır, elbette olamazdı. Kasadan aldıklarımı geçirirken, göz ucuyla marketin diğer kapısından giren 3 erkek çocuğu gördüm. Üst başlarından, duruşlarından ve hayata kırgın bakan gözlerinden maalesef bu ülkede yaşayan bizler de artık tanır olduk bu çocukları… Önce; ellerinde getirdikleri ambalajlı kağıt mendilleri, benim olduğum kasaya bırakıp reyonlara yöneldiler. Belli ki o markete aşinaydılar ve kasaya bırakmamaları durumunda belki de çalmakla itham edilecekleri o mendilleri ilk elden garantiye almak istediler. Ben hâlâ gitme derdindeyken, bir türlü bitmeyen kasa işlemi sırasında, bir beyefendi geldi; ödemesini yapmak üzere beklerken, markette çalışan ya da belki sahibi olan başka bir beyle ülke gündemi hakkında biraz öfkeli, biraz nükteli sohbete daldı. O sırada reyonlardaki işleri, tanıdık bir ürünü almaktan mütevvellit olacak son derece kısa süren 3 çocuk yanımıza geldi. Hani doktorların ısrarla “tüketmeyin” dedikleri ancak fakirliğin artması ile tıpkı Türkiye’de olduğu gibi bizde de artık çok daha fazla tüketilen, üzerine sıcak su koyup ambalajında yenebilen noodllelardan (bir çeşit erişte) birer tane almıştı her çocuk. Kasaya bıraktıkları mendilleri yer tutma gibi düşünmüş olacaklar; o sırada biten işlemimin ardından ödeme yapmak için hamle ettiler ama ne mümkün. Az evvel hararetli gündem kazanı kaynatan beyefendi “önce sıranızı bekleyeceksiniz” dedi üst perdeden. O ses tonunu bilirsiniz…. Nerede o şekilde konuşuluyorsa, o söyleve muhatap olan kişi ya da kitle, oraya ait değildir ve karşısındaki üst akıldan öğrenecek çok şeyi vardır. Zaten ne haddinedir ki aynı havayı soluyordur. Benzer cümleler ard arda geldi ve ucuz, sağlıksız karbonhidratla karnını doyurma derdindeki çocuklar beklemedikleri bir nutuk şeklinde gelen hayat dersini (!) aldı…


 

Hiç birinizle şu bildik “üremesinler”, “geldiler memleketin içine ettiler”, “bir de bunlara mı bakacağız” tartışmasına falan girmem baştan söyleyeyim. O çocuklar, oturduğum bir mekâna gelip bana mendil satmaya çalışsa, bir sonu olmayacağı ve somut bir sonuç da doğurmayacağı için reddederim. Ama karnını doyurmak için alacağı üç kuruşluk yemeğe parası çıkışır mı, çıkışmazsa rencide etmeden kasada bu işi nasıl çözerim bunun hesabındayken ben; orada ucuz kabadayılığa muhatap olmalarına da göz yummam. Neyse; o esnada “Nazar günün yeterince batık ve sinirin tepende bir an önce defol git şuradan” diyen iç sesimi susturdum. Döndüm yanıma, hızına alamadığı için kuracağı yeni cümleye hamle etmeden önce o beyefendiye, sıranın zaten çocuklarda olduğunu, markete girerken koydukları mendilleri göstererek izah ettim ve “çok kızdınız, yapmayın” diyebildim sadece. Sanırım uzatsam Japon çizgi filmlerindeki gibi sinirle karışık ağlamaktan korktuğum için, çıkarken çocukların yüzlerine de bakamadım. Ne zaman yüksek perdeden birine çıkışacak olsak aklımıza gelsin diye yazmış olayım…

Kurt Cobain, Grunge ve Ergenliğim…

Şimdiki ergenlerin bildiği pek çok şeyi, değil kendi ergenliğimde bilmek, yetişkin halimle bile bildiğimi ya da anladığımı söylesem yalan olur. “Bizim zamanımızda” diye başlayan cümleler kurmaya başladığımdan beri artık kendime o eski çıtır gözüyle bakamaz olduğum da açık. Arkadaşımın evinde gördüğüm ilk Commodore atarinin beni nasıl şaşırttığını çok net hatırlıyorum. Bizim evde öyle şeyler yoktu. Annem bana hamileyken tek oyuncağı bir pilli radyoymuş mesela. Öyle köyde belde bir yerde de yaşamıyorduk ha. Tercihler, meraklar ve dahi ekonomik durumlar diyelim… Kendime ait ilk bilgisayara üniversitede sahip olduğum için şimdikilerin dünyalara erişebildikleri mobil oyuncakları ile olan bağları ne yalan söyleyeyim hâlâ aşamadığım bir gerçeklik. Ben küçükken çok kitap okurdum çünkü annem karşımda deli gibi kitap okurdu. (Hâlâ okur…) Yani şimdi çocuklara telefonu bırakması için dil döken, “hiç okumuyor” diye hayıflanan ebeveynler, bunu da muhtemelen ellerindeki telefonla Whatsaap’tan falan yapmaktalar. Eee çocuk ne görürse onu kapar!

Kütüphaneli bir evde büyümek benim için büyük lükstü İyi bir ansiklopedi seti olan evde büyümek ise ayrıcalık. Gırgır ve Nokta müdavimi ailemden geliyor hem mizaha hem de habere düşkünlüğüm bence. Büyüdükçe isyan bayrakları açılır ya, anne babanla arana mesafe girer ve bu süreçte müzik büyük bir rol oynar. Kablolu televizyon dahi olmayan evimizde nasıl oldu da önce Metal sonra Grunge müzikle tanıştım ve dinler oldum o sorunun yanıtı bende yok. Ama Kurt Cobain’in intiharı sonrası deli gibi bir şey olup yas tuttuğumu hatırlıyorum. Kişisel tarihimin en ergen acılarından biri olan bu olay üzerinden on yıllar geçtiğini fark edince bir tuhaf oluyorum. Ama sonra diyorum ki “yaş alamak hiç de fena değil”.

Bizim dönemin en ikonik gruplarından Nirvana’nın efsanevi solisti Kurt Cobain anısına düzenlenen anma konseri, normal şartlarda bakıp gidemediğim için hayıflanacağım bir organizasyon olurdu fakat Lefkoşa Türk Belediyesi himayesindeki Arkhe sayesinde burnumuzun dibinde Lefkoşa’da Narnia Sahnesinde olacak!

Kaydedildikten ancak yıllar sonra seyredebildiğim MTV Unplugged’ının baştan sonra akacağı Kurt Cobain 30. Yıl Anma Konseri; Grunge tarihi için bir saygı duruşu projesi. Konser için İstanbullu alternatif rock grubu Direc-T’in vokal ve gitaristi Bilge Kösebalaban ile Kıbrıslı yaylı üçlüsü Myrrha Trio bir araya geliyor. “MTV Unplugged in New York” konserinin 14 parçalık tam setinin yeniden düzenlenmesinin yorumlanacağı gecenin bambaşka bir anlamaı daha var. Parçaların tamamı, Direc-T grubundan Alex Tintaru tarafından yaylılar için yeniden düzenlenmiş. Böylece konserlerinde hayranlıkla dinlediğim Myrrha Trio’nun çok farklı bir performansına da tanıklık etmiş olacağım ve bu beni çok heyecanlandırıyor. Bu özel konserin ön grubu, Kıbrıslı indie vokal-söz yazarı Atay olacak. Ve sürpriiiizzzz: Konser sonrası, benim de katkı koyacağım, 90’lar Grunge parçalarından seçilen şarkılarla özel bir parti de bizleri bekliyor.

Sizi bilmem ama bunca berbat haberin içinde bu etkinlik uzun zamandan sonra beni en çok heyecanlandıran iş. Uyarmadan geçmeyeyim, sınırlı sayıda bilet satışa sunuldu bile..

https://biletinial.com/tr-tr/muzik/kurt-cobain-30-yil-anma-konseri

 

*Bkz: Murphy Kanunları

Tepki göster
Bayıldım
6
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
1
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar