Uzun zamandır görmediğim şu müzmin “tanıdıklarımdan” birisi ile karşılaşmışım ki “yazılarını her gün okuyorum ama kusura bakma sana katılamıyorum” deyiverdi…
Aslında artık arkadaşlarla, tanıdıklarla hatta aile içindeki çoluk çocuğumuzla bile aynı pozisyondayız. “Yazılarını okurum ama görüşlerine katılmam!”
İnsan görüşlerine katılmadığı bir “köşe yazarını” neden okusun? Mesela ben okumak zorunda kaldığımda kızgın demirlerle her bir yanımı dağladıkları hissine kapılırım! Dahası zaten hiçbir “Köşe yazarının” görüşlerine katılmadığı bir “Köşecinin” yazısını tamı tamına okuduğuna da inanmıyorum! Fakat bu gerçeğe karşın zaman zaman karşılaştık mı “nasılsın” deyişinin ardından “seni okuyorum” falan diyoruz! Eh, birbirimizin ardından birbirlerimize ver yansın edip cıcığını çıkartıp söylenmedik laf bırakmazken, “insanlık adına” bu kadar nezaket de oluversin diyoruz!
BENİM AÇIMDAN İSE OLAYIN YORUMU FARKLIDIR: Eğer diyorum görüşlerimizin “farklılığına” karşın, yazdıklarımın “doğruluğunu” kabul ettiremiyorsam, Sezar’ın hakkı Sezar’a dedirtemiyorsam o halde ben B…’tan “Köşeciyim” çünkü tezimi iyi savunamıyorum!”
VE TABİİ Kİ TERSİ: Eğer ben görüşleri ile görüşlerimin uyuşmadığı Köşeci refiklerimin yazılarını okudukta gene saçmaladı, saplantı haline gelmiş hep şu kronik terane” diyorsam şu halde “refikim Köşeci” de havanda su dövüyordur, çünkü o da bana kendi “doğrularını” kabul ettiremiyordur!
İŞTE SİZE TİPİK BİR KAMPLAŞMA NEDENİ: Kıbrıs Türk halkı yıllardır, eskilerde “fikir ayrılığı” denilen böylesi uzlaşmazlıkların eylem haline gelen kavgalarını yapa yapa geldi bugünlere!
İngiliz sömürge döneminde “İngilizciler-milliyetçiler” vardı!
Sonra “Küçükçülerle Necatici Özkanlar…” “İhsan Aliciler” safları oluştu!
Araya “Akelciler” de sıkıştı!
Sonra “Kıbrıs Cumhuriyetini savunanlarla Kıbrıs Cumhuriyetine inanmayanlar” dönemi yaşandı!
Zaten Rum Kıbrıs Türk halkına göz açtırmıyordu ki “Türkiye’ye bağlılığın şahikasına ulaşıldığı dönemlerde Denktaşçılar yeşerip kökleşirlerken bu kez de ikide birde “Moskova’ya gönderilen CTP’cilerle Naci Talat’lar, Özker Özgürler” oluştulardı” karşı saflarda!
Çok partili döneme geçildiğinde zaten bir İktidar vardı her zaman, bir de muhalefet! Ha şimdilerde “Maraşçılarla” “vermeyiz” diyenler türedi! Yeter ki her devrede kamplaşmalar sürüversin!
FAKAT HER ZAMAN ŞU GERÇEK DE VARDI: “Rum’larla barışçı çözümü sağlamanın asla mümkün olmadığını söyleyen kesimlerle, Rumlarla barışçı çözüm mümkündür diyen kesimler…”
Mücadele devam ediyor! Ve Kıbrıs Türk insanı “çoğu zaman iki arada bir derede kalmışlığının siyasi bunalımlarında törpülenirken, “neye niçin inanması” gerektiğini bilemiyor! Öyle de olunca “bari evdeki evladı ayan’ın işini aşını kurtarayım” diyerek düşüyor bir siyasi partinin peşine, ya harra ya hurra!
Ve zurnanın son deliği işte bu nedenle “zırt” diyor! Çünkü çarpışan “fikirler” değil, “kişisel çıkarlar” oluyor! Kişisel çıkarlar ise ancak siyasi partilerin iktidara gelmeleri ile fiiliyat bulacak, bu kez başı çekenlerin slogansal “izm”leri devreye giriyor! İktidarla muhalefet de bu değerler silsilesinde şekilleniyor!
VE NE OLUYOR? DEVLETLU OLANLAR BİLE DEVLETİNE İNANMIYOR! Nitekim gün geliyor adı “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” olarak anılan devletin demokratik seçimleri ile iktidara gelen partisinin dört yıl Başbakanlığını yapan, bu nedenle devletinin sayesinde kazandığı tüm olanak ve ikballerle, makam ve siyasi imtiyazlarını tepe tepe kullanan “politikacısı” bakın ne diyor?
“Hayır dedikleri için Allah Rumlardan razı olsun diyenler, on yıl sonra o referandumun yerini tutacak ve evrensel kabul gören ne üretebildiler? Kocaman bir hiç!”
Oysa o sayın Başbakan devri iktidarının “hiç”liğini de ayazlatırken Talat’la Hristofyas görüşüyorlardı ve Talat, “söyleyin ne yapayım, kendimi Saray önünde asayım” mı diyerek Rum’un tutumundan acı acı yakınıyordu!
Buna karşılık on yılın neredeyse yarısını hem parti hem Cumhurbaşkanı olarak ellerinde tutanlar, ayni kulvarda koştukları Rum solu ile çözümü sağlayamaz, Ülkeyi ise batırdıkları bütçe nedeniyle erken seçime sokarlarken şimdi soruyorlar? “On yılda ne yaptınız?”
NEYSE Kİ kimseler çıkıp da inanmadığın devlete iktidar, seni de inanmadığın devletin Başbakanı yaptılar demiyor!
KIBRIS’IN KADERİNİ İŞTE BÖYLESİ POLİTİKACILARLA SALÂHA GÖTÜRECEĞİZ? Ki kırk yıldır bu memlekette kırk arpa tanesi yol kat etmediler! Şimdi de Amerika’nın himmetine sarıldılar!
**********
ANAYASA DEĞİŞİKLERİ (SONUNDA TARTIŞMA YARATACAĞI BELLİYDİ!)
Bir ara Anayasa’daki değişiklikleri “değil mi ki yurttaşların da katkısı isteniyor” düşüncesinde Köşemize taşımış olumlu bulduklarımıza olumludur derken anlayamadıklarımızı atlamış, bazılarına da “acaba” ile çekincemizi koymuştuk.
Fakat bir yandan da geçen süre içinde anladık ki bu Anayasa değişiklik ve eklemeleri CTP’nin misyonunu yansıtacak, kendilerine özgü yönetim biçimini gözetecek bir tutumu da içermektedir…
Nitekim onca iyi niyetli çabaları yarattıkları bu izlenim ve “ben yaparım olur” tutumu nedeniyle eleştirilmeye başlandığında, biz de tedirgin olmuştuk! Çünkü elan Türkiye’de akim kalan bir Anayasa çalışması vardır ve AKP’nin kendi devlet ve yönetim anlayışını Anayasalaştırmak istemesi nedeniyle partiler arası uzlaşıyı sağlayamamıştır…
Benzerini yaşamamamız gerekirken bakıyoruz minyatürü de olsa bizdeki de benzeri! Nitekim bazı değişiklikler CTP’nin görüşleri üzerine inşa edilmek istenmiş…
SORUN BUNUN DA ÜZERİNDEDİR: Kabul edelim. KKTC’de siyasi uzlaşı kültürü gelişmedi! Bu nedenle demokrasimiz de “cici” olmaktan öte işlev kazanamadı! Mesela şu Anayasa değişikliği ile sergilenen görünüme bakalım:
BİR: CTP seçim kampanyaları sırasında halka söz verdiğinden bazı değişiklikler yapmak için Anayasa’yı masaya yatırmış… İKİ: O değişiklikler olumlu da olsa koalisyon hükümetinde “birlikte hareketi” gerektirirdi ki Meclis oylamasında uzlaşı sağlansındı. Oysa CTP “değişiklikleri” adeta kendi inisiyatifi olarak lanse etmiş bu da “ben yaparım olur” havası estirmiş..
ÜÇ: Siyasi sorun masada iken mesela Polisin sivile bağlanması gibi Güvenlik Kuvvetlerini dışlayan bir olay yaratılırken, polisin politize olacağı kuşkuları doğuvermiş…
DÖRT: Mevcut hükümetin CTP kanadı “Anayasal değişikliklerde ısrar ederken biraz da seçmeni karşısında siyasi rant elde etmeyi gözetmiş.
KISACA: Bu değişikliklere DP-UG yeterince katılamazken (Meclis komitelerinden söz etmiyoruz.) Öteki muhalefet partileri ile STÖ’leri de çalışmaların içine sokulmamışlar!
Son sözü “sandık başında halk söyleyecektir” denmiş ama kabul edelim, halkın bu çalışmalardan çok haberi ile umuru olmamıştır!
ÖTE YANDAN: Çalışmalar sırasında Anayasa uzmanlarının olması konusunda hassasiyet gösterilseydi en azından hem muhalefete hem STÖ’leri ile oylanmasını yapacak seçmene güven verir, belki de bu kadar tartışma yaratıp cepheleşmelere gidilmezdi…
Tüm bunlara karşın yine de bazı “değişiklikleri” olsun kurtarmak gerektiğine inananlardanız…
**********
KISACA TAKILDIĞIMIZ: (MAĞUSA’NIN BAŞIBOŞ KÖPEKLER SORUNU…)
Kaç zamandır Mağusa’da bir köpek barınağının belediye tarafından inşa edilmeye başlanmasını yazacak ve kentin yüz karası olan başıboş köpekler sorununa nihayet çözüm getirilmeye çalışılmasına çok insancıl bir karardır diyecektik… Ancak sorunun bitmeyip devam edeceğini eklemeliyim. ÇÜNKÜ: Sorun TC’den gelen DAÜ’lü öğrencilerin “köpek besleme fantaziyaları” ile yakından ilgilidir! Nitekim “Köpek yahut hayvan sevgisi” modasına uygunluğunca alıyorlar türlü çeşitli cinsten köpekleri, bir dönem besleyip yanlarında gezdirip havasını atıyorlar, sonra Türkiye’ye dönerlerken beraberlerinde götüremeyecekleri için sokaklara atıyorlar! Zaten hiç birinin de ne kaydı vardır ne de kuydu!
Eğer bu sorunu çözmez, hatta TC’den gelen DAÜ’lü öğrencilerin “hayvan hakları” içinde ve insanlık adına “köpek beslemeleri yasaklanmaz” veya bir başka tedbir mesela “çip” gibi zorunluluklar getirilmezse Mağusa’da başıboş köpekler sorunu yüz tane barınak yapsanız devam edecektir!