HEP AYNI SORU - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 26, 2024
Köşe Yazarları

HEP AYNI SORU

Bedia Balses

“Son birkaç yüzyıldır hep aynı soruyu soruyoruz. Bütün yazılar bütün düşünürler gelip o soruda düğümleniyor: Bize ne oldu? Belki şu günlerde gereksindiğimiz şey bir netlik ayarından başkası değil.”

Kendimi uzun zamandır bir tiyatro sahnesi izler gibi hissediyorum. Etrafımdaki insanların büyük bir kısmı sanki rolleri ezberlemiş bir şekilde yaşıyor. Yola birlikte başladığımız insanlarla çoktan başka başka yollara dalmışız. İnsanlar samimi ve net değil. Sahte amaçlar koyarak bunun adına ilerleme deniyor. Ev, araba, lüks yerlerde tatil, bozulmuş ilişkiler arasında doğadan kopuk bir sahnede rol kesen insanlar…
“Bize ne oldu?” gibi basit görünen bir soru soruyor Kemal Sayar. Basit mi? Bu soruyu gerçek anlamda soruyor musunuz? Soruyor muyuz? Bir düşünün, bize ne oldu?
Benlik: O yakın soru, o uzak ülke…


Kültürden ve tarihten bağımsız bir benlik olur mu?
Kendi kültürümüzden ve tarihimizden… Yakın tarih öncesine kadar savaş, yokluk, zorluk, göç yaşamış bir ada…

Şimdi içi boşalmış insanlardaki yokluk ve boşluk duygusu. Diplomalı arayışını parayla satın alınan bir yığın zımbırtıda arayan insanlar.

Rollo May “Yirminci yüzyıl insanının temel sorunu nedir? Sorusunu “BOŞLUK” DİYE YANITLAR.
Kemal Sayar ise bu soruya şöyle yanıt verir:

İnsanlar neyi istediklerini ve neyi hissettiklerini bilmemektedirler. Arzu ve ve taleplerini bir kesinlik hâlinde yaşamadıkları için, kararsızlıktan ve özerklik yoksunluğundan yakınmaktadırlar. Âile veya aşk ilişkileri bozulmuştur ama en başta, ilişki içinde oldukları kişiyi de içlerindeki boşluğu gidermeye mâtuf olarak benimsedikleri için, kişi o boşluğu doldurmadığında endişe ve öfkeye kapılırlar. Burada boşluk sözcüğünü lafzî anlamıyla almamak gerekir; boşluk yaşantısı, insanlar kendi hayatları ve içinde yaşadıkları dünyayı değiştirmek hakkında etkili bir şey yapamayacak kadar güçsüz hissettiklerinde sökün eder. İçsel boşluk veya ‘içimizdeki yoksulluk’ , kişinin kendi hayatını yönlendirebilecek ya da başka insanların kendisine yönelik tutumlarını değiştirebilecek bir âmil olamadığı durumlarda tebellür eder. Ümitsizlik ve çâresizlik galebe çalar ve nihâyet insanlar istemekten, irâde gösterme çabasından da vazgeçebilirler.

Ruhun Labirentleri kitabında “Psikolog Philip Cushman, İkinci Dünyâ Savaşı sonrasında ABD’de benliğin bir ‘boş benlik’ olarak tanımlanabileceğini söylemektedir. Bu benlik, topluluk, gelenek ve paylaşılan anlamın yokluğunu yaşantılayan benliktir. Görünüşte böylesi bir sosyal yoksunluk ve sonuçlarını kayda değer bulmayan ‘boş benlik’, bu yoksunluğu süreğen bir duygusal açlık olarak cisimleştirmektedir. Benlik boştur zîrâ âile, toplum ve gelenekle irtibatını kaybetmiştir. Bu benlik çağının yabancılaşma ve parçalanmasına karşı durabilmek için, tüketim mâlzemeleri, kaloriler, yeni yaşantılar, politikacılar, romantik sevgililer ve empatik terapistler tarafından doldurulmayı arzulamaktadır. Bu iç boşluk kendini farklı biçimlerde gösterebilir: Azalmış özsaygı, değer karmaşası, yeme bozuklukları, madde kötüye kullanımı ve kronik tüketicilik gibi. Kişiler ahlâkî tutarlılığı önceleyen bireyler olmaktan çıkarak başkaları tarafından beğenilmeyi önceleyen bireylere dönüşür. Ahlâkî olarak doğru olanı yapmak yerine, başkalarını cezbederek onların beğenisini kazanma hayatın temel amacı olur. Benliğin boşluğunu reklâm endüstrisi ve psikoterapi kurumu doldurmaya sıvanmaktadır. Reklâmlar tüketiciye bir ürünle hayatlarının değişeceğini vadederler. Tüketici ya reklâm edilen ürüne sâhip olarak ya da onu tüketerek büyüsel bir dokunuşla dertlerinden sıyrılacak ve reklâmdaki modelin yerini alacaktır. Reklâmlar hayatlarından memnun olmayan insanlara hayat tarzı satmakta, bir ürünle birlikte âni ve yanılsamalı bir dönüşüm vaâdinde bulunmaktadırlar. İnsanları bu yanılsamaya yönelten ‘boş benlik’tir; benlik ancak bir ürün, bir ideoloji, bir şöhret veya maddeyi içine alarak, onunla bütünleşerek açlığını gidermekte ve boşluğunu doldurmaktadır. Yoksa darmadağın olacak ve değersizlik duygusunun uçurumundan yuvarlanacaktır. Gerçek hayatlarından hoşnut olmayan kişiler için tüketmek yeni bir kimlik, yeni bir hayat edinmektir. Doğru diş mâcununu kullanmak veya güçlü bir siyâsî liderle özdeşleşmekle, tüketici kişi, benliğini büyüsel bir biçimde dönüştürür, farklılaştırır.”

Kitapla beni buluşturan en önemli paragraflardan biri olmuştur bu. İkinci dünya savaşı sonrasında yapılan bu gözlemin şimdi yaşanılanlarla örtüştüğünü görüyorum. Arayışlar, intiharlar, madde bağımlılığı, anlamın değil aracın peşinden giden yığınlar, tüketim piyasasına teslim olan oradan oraya sürüklenen insanlar.

Bunları düşünmek, hissetmek, anlamak ya da anlamaya çalışmak. Dostoyevski’nin deyişiyle Büyük Engizisyoncu’su ise KAMU’ya teslim olup kendi benliğini, ruhunu kaybeden insanların sahte arayışları arasında yaşamın anlamını sorgulamak. Mutluluğu etrafın, kamunun doğrularında ve bakışlarında değil, kendi namus ve ahlak doğruları ile yakalamak. Birbirine benzemeden, benzeşmeden, özel ve tek kalarak, benliğine sahip çıkarak yaşayabilmek….
Kitabın bir yerinde şöyle diyor Kemal Sayar: Gâliba son birkaç yüzyıldır hep aynı soruyu soruyoruz. Bütün yazılar, bütün düşünüşler gelip o suâlde düğümleniyor: Bize ne oldu? Ama bu da aradan geçen zaman itibariyle gitgide anlamını yitiren bir suâl. Belki şu günlerde gereksindiğimiz şey bir ‘netlik ayârı’ndan başkası değil. Az önceki soruya dönersem, gâliba asıl suâlin, evvel emirde cevaplanması gereken suâlin şu olduğunu sanıyorum: Biz kimiz?
Sorulması gereken, yanıtlanması gereken ve peşine düşülmesi gereken soru işte bu. Biz kimiz? Yeniden başlama noktamız bu olabilir. Düşünmeye bu soruyla başlayabiliriz.

 

 

SLOWFOOD SALAMİS Toprak Ana’ya saygı gününde iki vefa ödülü verdi.

 

 

 

 

K.K.T.C’ye ilk cittaslow ünvanını kazandıran Yeniboğaziçi Belediyesi’nin sakin şehir olmasında en önemli katkıyı sağlayan sivil toplum kuruluşu Slowfood Salamis Birliği toprağa, doğaya ve yerel üreticiye destek olan iki emekçi ve doğa dostu insana  Toprak Ana’ya saygı gününde ödül takdim etti. İtalya menşeli bir oluşum olan cittaslow felsefesinde 10 Aralık tarihinde  tüm dünyada eş zamanlı olarak Toprak Ana’ya saygı günü gerçekleştirilmektedir. Slowfood Salamis Birliği Başkanı Umut Kurşun Yeniboğaziçi çöplüğünü ağaçlandırıp, yeniden yeşerten, ata tohumlarına sahip çıkan, kaliteli tarımla yaşamı boyunca doğa dostu olarak mücadele veren ve geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Reşat Bergen (Richard) adına annesine ve Mormenekşe Parkı’nda kültürel ve el yapımı yiyecekleri çocuklarımıza, gençlerimize yeniden sevdiren, geleneksel mutfağımıza sahip çıkan emekçi insan Sonay Bahçeciler’e ise Toprak Ana özel ödülü verildiğini açıkladı.

 

Slow food felsefesi nedir? 1986 yılında İtalya’da Carlo Petrini ve 62 arkadaşı tarafından ulusal bir hareket olarak başlatılılan Slow Food, kâr amacı gütmeyen eko-gastronomik bir sivil toplum kuruluşudur. 1989 yılında Paris’te 15 ülkeden delegelerin imzalarıyla uluslararası bir statü kazanmıştır. Carlo Petrini, 50’li yaşlarda başlattı bu hareketi… Sosyoloji eğitimi aldıktan sonra politika alanında çalışmış, doğduğu ve halen yaşadığı yörenin köklerine sıkı sıkıya bağlı, geleneksel tarım ve yemek kültürleri ile biyoçeşitliliğin korunmasına kendini adamış biridir. Fast food’un en önemli temsilcilerinden biri olan McDonald’s’ın Roma’da ilk şubesini açtığını görünce, bu hareketi başlattı… Amaç kültürel mirası ve biyoçeşitliliği korumak… Yaşamımızı tekdüzeleştirmeye çalışanlara karşı durmak… İşte Slow Food hareketi budur… ‘Modernlik’ adı altında hayatın gerçek ritminden koparak hızlanmasına karşıdır… Doğallığın yitirilmesine tepkilidir… Hareket noktası yemek kültürüdür… Biyoçeşitliliği korumayı, yerel olana dönmeyi, çevre duyarlılığını artırmayı ve insana odaklanmayı misyon edinmiştir. Yiyecek üreticileri arasındaki bir ağdır ve üreticiler hareketin ana kaynağıdır. Slow Food, yiyecek üreticileri ile yardımcı üreticiler arasında iletişim sağlar. Geleneksel bilgiyi yüceltmek ister. Çiftçi, işçi ve köylünün ürettiği eşsiz ürünlere ulaşmaya çalışmak ister. Lezzet eğitimleri vermek ve bu eğitimleri yaygınlaştırmak ve soframızı bir şenliğe dönüştürmek ister… Her Slow Food üyesi, bulunduğu bölgede kendisine en yakın yerel topluluğa üyedir. Terra Madre, ilki 2004 yılında Torino’da gerçekleştirilen, dünya genelindeki yiyecek üretici topluluklarını buluşturan bir organizasyondur. Amacı, ‘iyi, temiz, adil’ üretim esasını benimseyen yerel yiyecek toplulukları, üreticiler, aşçılar, akademisyenler arasında sürekli bir bilgi alışverişi sağlamaktır…

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar