2020’nin ilk günü Güney’den muktedir ve kibirli bir açıklama işittiydik! Şöyle ki Kıbrıs siyasi sorununun niçin çözüme ulaşamadığının nedenini, “işte ispatı” dedirtirerek.
Sahibi “Anastasiadis”ti! Açıklaması sayfalar dolusu olabilirdi. Ama tek cümlede asıl sorunu o kadar açık seçik koydu ki ortaya başka yoruma hiç gerek kalmadı!
Nitekim diyordu ki Anastasiadis, “Egemen bir devletin Münhasır Ekonomik Bölgeleri müzakere masasına konulamaz!”
Medyada ayazlanan bu açıklamayı hiç okumadım! Sadece o tek cümleyi aldım.. Ve işte Anastasiadis’in dolayısıyla Rum tarafının ada üzerindeki saplantılı sahiplik ve egemenlik anlayışını çakan fakat kendilerinden menkul saplantılı seslendirmesi” dedim!
İddialı, inançlı, kararlı ve kibirli!
Kısaca iddia ediyor ki Anastasiadis “Biz Kıbrıs’ın egemen devletiyiz ve kimseler bize ne yapıp yapmayacağımızı, müzakere masasında bile soramaz, dikte edemez!”
BİLMİYORUM! Tabi ki Sn. Akıncı “psikolog” değildir… Dolayısıyla müzakere masalarında “iki bölgeli, iki toplumlu, iki kurucu devlete dayalı federal çözümü” sağlayabilmenin mücadelesini verirken… Zannetmiyorum ki Anastasiadis’in bu “egemen kibriyle kendini tüm adanın sahibi mutlak’ı gibi görmesini” sorun yapıp… Mesela “böyle bir üstünlük psikozuna düşmüş zihniyetle nasıl mücadele edilmesi gerektiğine yönelik tavsiyeler alma ihtiyacı hissetsin!”
FAKAT büyük eksiklik! Çünkü Anastasiadis Kıbrıs sorununun asıl nedenini “adanın egemen devleti benim” diyerek hatırlatıyor!
İşte bu zihniyettir ki 1800’lerin başından beridir (Etniki Eterya) ile kendini bugünlere kadar taşımıştır!
Rahmetlik Denktaş bu tarihi gerçekleri çok söyler çok hatırlatırdı. Rum tarafının asıl amacının adayı Yunanistan’a bağlamak olduğunu çok tekrarlardı.
Keza Makarios da “Türkiye’nin uzantıları olan Türkler bu adayı tek bir kişi kalmayıncaya kadar terk etmedikleri sürece EOKA görevini yapmış olmayacaktır” derdi!
(BELKİ bu anlatılanları kınayacak, hep “eskilerden” söz edildiğinin serzenişinde bulunurken artık dünyada ve adada durumların değiştiğini dolayısıyla ileriye bakmak gerektiğini söyleyeceksiniz..)
Değişen nedir ki? Hâlâ “ben egemen devletim dolayısıyla egemen devlet olarak MEB’leri müzakere masasına koymam” diyen bir Anastasiadis’e hangi değişimlerin hangi siyasi koşullarında yaklaşacaksınız ki?
Adam açıkça diyor ki bu adanın “egemeni de muktediri benim!”
***
ÇEVRE KİRLİLİĞİNDEN ÇİÇEK HASTALIĞINA…
Olaylara yaklaşımımız, “ben” odaklı değer yargılarından geçip, “eğer bana dokunan bir zararı yoksa” bencilliğinden onay alırsa; dünya yansa kimselerin umurlarında olmaz!
Evini günde iki üç kez silip süpürüp “bal dök yala” durumuna getiren temizlik hastalarının, evlerinin önlerindeki yollarda bellerde dizlerine kadar salınan pisliği görmemeleri! Hatta gittikleri piknik alanlarında, deniz kıyılarında bıraktıkları çer çöpleri de düşündükte!
Diyorum ki bu memleketin her şeyden önce büyük bir temizlik tertip ve “ülke” sevgisine” ihtiyacı vardır.. Ki hatırlatayım. Bu eksiklik nedeniyle bu memleket bugünlere, trahom, kolera, sıtma, ekinokok, tifo… Gibilerinden salgın hastalıklardan telef olarak geldi…
***
DOĞRUSU bir süredir Karpaz’daki hayvanlarda görülen “çiçek hastalığını” haberlerden izlemeye çalışırken, zaten yıllar yılıdır bu hayvanların bruselladan ve ötesi hastalıklardan da hiç kurtulamadıklarını hatırladım..
(Tabi ki hayvancı hayvanının hastalanmasını istemez.) Fakat işte görüyoruz: Çiçek hastalığına da yakalanıyorlar ki insanlara bulaşmasından korkuluyor! Oysa:
MAŞALLAH artık üniversitelerde ki sayıları 28 miş, Veterinerlik Bölümleri de vardır. Yani KKTC’de “yeterli veteriner yoktur” demek yanlış..
Buna karşın eğer zaman zaman hayvanlarda salgın hastalıklar görülüyorsa, “çiçek” gibisi insanları korkutup paniğe neden oluyorsa bunun nedeni “KKTC’nin ulusal ve müzmin bir başka büyük hastalığı olan “denetimsizliktir!”
Yada “denetimleri sistemleştirip” yaşamlarımızın kaçınılmaz zorunluğu haline getiremememizdir!
Kİ bu ülkede “denetimsizlikler” yada zafiyetleri nedeniyle neleri nasıl kaybedip heba ettiğimizi çok iyi biliyoruz! Çünkü bu mekanizmayı kuramadık, dolayısıyla işlevsel hale de getiremedik!
Nitekim kurumlarımız bu nedenle zararlar hanesinde sürünüyorlar!
Devlet bu nedenle vergi alamıyor!
Şimdilerde yeni düzenlemelerle önlenmesine çalışılan çarpık yapılaşmalar bu nedenle aldı başını gidiyor, gidiyordu!
Çevre kirliliği, hâlâ denetim altına alınamayan “rant ekonomisi” bunun sonucudur..
Ve eğer hayvanlarda çiçek hastalığı görüldüyse denetimsizlikten dolayıdır!
SADEDE geleyim: Zaman zaman kırsallardaki “hayvan barınaklarını” izlerim.. Bunlar Avrupa ülkelerinde televizyonlarda gördüğüm “barınaklardan” çok farklılar! Kısaca barakalarda, çamurlu alanlarda derme çatma yapılardadırlar… (Mükemmel olanları tenzih ederim.)
…ZAMAN zaman televizyonda izlediğim olur. Mesela Hollanda’daki o küçük yada büyükbaş hayvan barınaklarını, o barınakların çevrelerini.. Bırakın teknolojinin şahikasına çıktıklarını; belki öylesi bir teknoloji bizim çapımızı aşar.. Fakat o temizlik tertibi, o düzeni, doğrusu ya gıpta ile izlerim..
Oysa bizde hayvan, “pisliğinin içinde yaşar!..”
NEYSE diyelim: Ve her zamanki gibi “fukara devletin fukara hayvancılığı bu kadar olur” tesellisinde “çiçek hastalığına” bir zımba vuralım, çekip gitsin hayatımızdan dileğinde!