Dikkat! Bu yazı ağrınızı azaltabilen yazının devamıdır! - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Salı, Nisan 23, 2024
Poli

Dikkat! Bu yazı ağrınızı azaltabilen yazının devamıdır!

Geçtiğimiz hafta ağrıyı tanımamızın öneminden ve ağrı mekanizmasının işleme şeklinden biraz bahsetmiştim. Bu hafta, geçen haftaya sığdıramadıklarımla devam ediyorum. Ve yineliyorum, ağrınızı tanımak ve farkındalığınız ağrınızı azaltabilir; bu bilgi bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçektir.

“Ağrıya alışmak” ağrıyı hafifletmiyor, ağrıyı doğuruyor!


Ağrı fizyolojisinin kötü bir özelliği bulunuyor; ağrı süresi uzadıkça ağrının hissedilmesi kolaylaşıyor. Bu, uzun vadede potansiyel oluşturma olarak adlandırılan çok basit bir sinirsel sürecin sonucu aslında. Temel olarak, beyin belirli bir sinir yolunu ne kadar çok kullanırsa, o sinir yolunun yeniden etkin hale gelmesi de o kadar kolaylaşıyor. Kayak yapılan kar üzerinde belirli bir yol oluşması gibi bir şey… Bu, alışkanlıkları öğrenmek veya beceri geliştirmek için kullanılan süreçtir aynı zamanda. Ağrı açısından baktığımızda, belli bir acıyı ne kadar çok hissedersek, o uyarıcıya duyarlı hale gelmemiz o kadar kolay oluyor. Ve bu aşamaya gelince de, artık daha hafif bir şey olsa bile ağrıyı oluşturmamız kısa sürüyor.

Fiziksel hasarlarla alakası olmayan etkenlerle ağrı tetiklenebilir mi?

Birlikte ateşlenen nöronlar, birlikte bağlantı kurarlar. Türkçe’ye çevirince şiirselliğini yitiriyor; orijinali “neurons that fire together wire together”.  Bunun en bilindik örneği Pavlov’un yemek saatinde köpeklerine zil çaldığı ve daha sonra zil sesini duyan köpeklerinin tükürük salgısının arttığını gözlemlediği deneyidir. Burada sinir hücreleri seviyesindeki olay, zili duymakla ilgili nöronların, tükürük salgılamakla ilgili nöronlarla aynı anda uyarıldıkları için bağlantı kurması durumudur aslında. Aynı şey ağrı ile ilgili de olabiliyor. Mesela işyerinize her gittiğinizde, bilgisayar başında çalışmak, ve ağır yük kaldırmak gibi bir takım işleri yapmak durumunda kalıyorsunuz; bu da size bel ağrısı yaratıyor diyelim. Bir süre sonra beyniniz ağrıyla işyeri ortamınızı birbirine eşleştiriyor. Ve bu durum, işyerine gittiğinizde ağrınız olmasına, hatta işyeri ile ilgili bir şey düşündüğünüzde bile ağrınızın tetiklenmesi noktasına kadar da gelebiliyor. Öte yandan mesleki tatminsizlik de bel ağrısını ciddi anlamda etkileyen etkenler arasında yer alıyor.

Ayrıca, öfke, depresyon, anksiyete gibi duygu durumlarının da ağrı toleransını düşürdüğü bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçek. İnanılmaz gelse de, araştırmalar bel ağrısının, dokulardaki gerçek fiziksel hasardan çok, duygusal ve sosyal etkenlerden kaynaklandığına dair güçlü kanıtlar sunuyorlar. Yıllardır gitmediğiniz bir yere gittiğinizde, o yıllar önceki paternlere geri dönüp, artık hiç kullanmadığınızı düşündüğünüz konuşma şeklini, duruşu veya davranışı yeniden yaptığınızı, ya da o günlerin anılarını canlandırdığınızı fark etmişsinizdir. Ağrı da aynı şekilde, belirli sosyal durumlarla, duygu ve düşüncelerle bağlanıp, bunlarla tetiklenebiliyor. Tatile gittiğinizde ağrınızın kaybolduğu ve tatil dönüşü ağrınızın da geri geldiği olmadı mı hiç?

 

 

Merkezi sinir sistemi ağrıya duyarlılığı kendisi değiştirebiliyor

Vücudumuzda hassasiyeti merkezi sinir sistemi tarafından azaltılıp artırılabilen çok sayıda sistem bulunuyor. Hissizleşmenin en uç örneği, daha önceki yazımızda da bahsettiğimiz acil durumda ağrının algılanmamasıdır. Geçen haftaki yazımızda savaşta yaralanıp koşmaya devam etmekten, köpekbalığı tarafından saldırıya uğrayıp yüzmeye devam etmekten, maçta sakatlanıp oynamaya devam etmekten bahsetmiştik… Acil durumda “savaş ya da kaç” noktasına gelen beyin, ağrı sinyallerinin beyine iletilme yolunu tamamen kapatıyor.

Muhtemelen beyin kendini hasarla ilgili bölgeyi daha iyi koruyabilmek adına, sakatlık durumunda çoğunlukla hassasiyet seviyesi artırıyor. Bir bölgenin hassasiyeti arttığında, ağrının daha hızlı ve daha şiddetli hissedilmesi bekleniyor, ki bu da normal ve çok hafif olan dokunuşların bile ağrıya sebep olabileceği anlamına geliyor. Beynimizin arka planında, farklı farklı konulardaki hassasiyetin seviyesini artırıp azaltan birçok karmaşık mekanizma çalışıyor aslında. Bize ağrı konusunda ışık tutacak olan kısım, merkezi sinir sisteminin ağrı sinyallerinin sesini kısıp açarken, etkenlerin çokluğuna da dikkat ettiği… Nedeni ne olursa olsun, kronik ağrısı olan bireylerde, ağrıların ses düğmesinin yüksek ayarda durduğu ve uzun süredir bu seviyede bırakıldığı ortada… Bu durum, büyük ihtimalle birçok kronik ağrı durumunda az da olsa mutlaka rol oynayan, ve merkezi sensitizasyon (hassasiyet) adı verilen bir durumdur. Buradan da anlayabiliriz ki her kronik ağrı vücuda zarar vermiyor aslında…

Yani…

Vücut iyi çalıştığı zaman, hasar gören dokular birkaç hafta veya ay içerisinde çeşitli tedavilerle desteklenerek mümkün olan en iyi şekilde iyileşiyor ve böylelikle ağrı sona eriyor. Peki vücut iyileşebileceği en iyi seviyede iyileştirilmişken hala daha ağrıların devam etmesinin açıklaması nedir? Uzun süreler boyunca, sürekli bir hasar veya hasar kaynağı olmadığı halde devam eden bir ağrı varsa; bu noktada sorun vücutta değil, ağrı işleme sisteminde olabiliyor. Yani eğer kronik ağrılarınız varsa, bu bir hasar olduğunu kanıtlamıyor; bedeninizde bir problem olmama ihtimali de bulunuyor. Bazı araştırmalar, bu gerçeği öğrenmenin bile bireylerin ağrıları konusundaki endişe ve streslerini hafiflettiğini, dolayısıyla ağrıyı kötüleştiren bu etkenlerin azalmasının da iyileşme yönünde hizmet verdiğini belirtiyorlar.

Geçen haftaki yazıda bahsettiklerimle bu yazıyı birleştirerek bu bilgileri ağrımıza karşı kullanacak olursak: Öncelikle ağrımızı tanımalı, merkezi sinir sisteminde nelerin tehdit oluşturduğunu bulmalı, ağrıyı oluşturan mekanizma içerisindeki etkenlerin farkına varmalıyız. Ağrımızı ne kadar iyi tanırsak, etkenlerini hafifletmemiz o kadar kolay olur…

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar