Müzakereleri Mart ayına sarkıtmanın hikmetini ancak “müzakerecilerin” kendileri bilir. Zamandan mı kazanacaklar yoksa durulacak siyasi ortamdan mı? Çünkü:
Cenevre tam bir bozgun oldu! Ne sanıldığı kadar taraflar birbirlerine yaklaştı ne de sanıldığı kadar taraflar arasında empati sağlandı. Neyse Lefkoşa’daki tartışmalar, garantör ülkelerin de katılımı nedeniyle artık adına “konferans” dedikleri Cenevre’deki müzakerelerde de aynisi oldu.
Sadece bizim taraf araya “29 artıyı” sıkıştırdı ki ne müthiş bir kazanım elde ettiğimizi dünya alem görüp anlasın! Fakat bu “lütfa” karşılık Rum’a hangi ödünlerin verildiği harita da dahil nedense açıklanmadı dolayısıyle biz de Rum medyasının sızdırdığı haberlerle yetindik!
ANCAK: Artık sorun “Kıbrıs Türk ve Rum taraflarını da aşarak “garantilerden” dolayı Türkiye Yunanistan sorunu haline dönüştü! Gerçekte öteden beri öyleydi de sureti haktan görülsün diye dediler ki “sorunu adadaki iki halk çözecek!”
Doğrusu senaryo tam da öyle yazılıyordu ama “8 askerin iade edilmemesi bir, Kardak krizi iki” ortaya yeniden şu gerçeği çıkardı: “Kıbrıs sorununun çözümden önce Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunların çözümünü gerektirir.” Konuyu biraz açalım:
Yunanistan’la Türkiye arasındaki sorunlar çok öncelere dayansa da tutun ki bugünlere kadar kapanmayan yaralarıyla günümüze kadar kanayarak geliverdi! 1919 Paris Konferansı ertesinde Yunanistan uzun yıllar Osmanlı İmparatorluğunun bir eyaleti olarak kalmasının ezikliğinde İngiltere’nin yardımları ile Trakya’dan başlayarak Bursa’yı da içine alarak İzmir’e kadar tüm sahil yörelerini istemekle kalmadı On İki Adalar yanı sıra Kıbrıs’ı da istediydi. İzmir’i işgali Ankara’ya kadar ilerlemesi de İstiklal Savaşı’nın unutulmaz tarihi kesitlerinden biridir. Nitekim Yunanistan hâlâ İzmir’den denize dökülmesi utancını yaşar! Ve Türkiye ile tarihi hesaplaşmasını hiç bitiremediği bir husumetle sürüdür ki Kıbrıs Barış Harekâtındaki Yunan askerlerinin yenilgisi de bu husumeti hesaplaşma haline getiren son olaydır! Tabi Kardak olayını saymazsak! Ki bir zamanlar Clinton, “neden Türkiye ile Yunanistan karşı karşıya geldiler” merakında “bu adaları ben de göreyim” demiş de haritada nokta kadar bile yer tutmayan iki kayalığı gösterdiklerinde, “bunlar için mi savaşın eşiğine geldiler” diyerek kahkahalarla gülmüş!
Oysa o kriz elbette iki kaya parçası için değildi. Söz konusu olan tarihi süreç içinde bitmeyen hesaplaşmaydı! Her ne kadar Dışişleri Bakanı İsmail Cem zamanında az biraz düzelen ilişkiler görülmüşse de sonrasında yeniden bozuldu. Nitekim son Kardak olayı bozulan (aslında hiç kurulamayan) ilişkilerin sonucudur!
ÖNCE TC-YUNANİSTAN. Bu iki ülke anlaşmadan, aralarındaki husumeti barışçı bir ortama çekmeden Kıbrıs’ta iki halk nasıl çözüm olursa olsun “istikrarlı” bir süreç sağlayamazlar! Kısaca önce Türkiye ile Yunanistan’ın müzakerelere ihtiyacı vardır..
SAĞLIK- DOKTORLAR- BİTMEYEN SORUN! 1974 sonrası oluşturduğumuz devleti hâlâ sağlıklı sistemlerin istikrarına sokamadık! Uzun yıllar “liderlik” dönemlerinden kalma “hantal Merkeziyetçi devletçilik sistemi” içinde sırtını “askere” dayamış otoriter bir yönetim sergiledik. Çok partili demokratik düzen dedik ama uzun yıllar tek parti iktidarı ile yönetildik!(UBP) Koalisyonlar dönemi başladığında da bu kez memleketi iktidarda olan iki siyasi parti arasında parselledik. “İki bizden bir sizden” hesaplarındaki kadrolamalar” hiçbir devrede Kurumların iyileştirilmeleri için değil, siyasi iktidar partilerinin zaten her zaman kapının arkasında olan erken seçim olasılığına hazırlanırlarken oy devşirmeleri uğraşlarında geçti! Bu itirafı ilk kez UBP’li Salih Coşar “popülizm” “kelimesi ile ortaya koydu, “bu ülkede popülizm vardır” dedi! Bir başka ifadeyle “halk dalkavukluğu!” Hâlâ vardır ve devam ediyor!
NİTEKİM: Belediyeler bu nedenle battı! Sigortalar bu nedenle battı! Devlet daireleri bu nedenle yozlaştı! Devlet dairelerinde müdürle memur kavgaları bu nedenle yaşandı! Partilileşmeler bu nedenle cepheleşmeler haline geldi! Müşavirler sorunu bu nedenin sonucudur! Devlet kademelerindeki Rant ekonomisi, rüşvet, dolandırıcılık hep bu nedenlerden dolayı yaşandı!
Kısaca: Anayasaya rağmen Hükümetler her dönemde “devlet” için değil; “partileri” için, daha feci olanı kendi kişisel çıkarları için oluştular! Kalan az biraz uğraşı da ayıp olmasın diye devlet için harcadadılar!
SAĞLIK SİSTEMİ: Yahut sistemsizliği! Yukarıda anlatmaya çalıştığım “bozuk düzenlerin” yarattığı kaosu görmek isterseniz iki kuruma bakmanız yeterlidir. Birisi Eğitim kurumları diğer de Sağlık servisleri.. Ki 1974’lerden beridir hastahanelerdeki sağlıksızlığa sağlıklı sistemler aranıyor ve tüm plan programlara karşın bu arayış hiç bitmiyor! Tutun ki 43 yıl! Fakat geldiği yere bakın: “Devlet hastahanelerinde çalışan doktorlar Yargıtay Mahkemesi kararı ile artık ve resmen “ikinci iş yapamayacak.” Yani herhangi biz özel klinikte yahut kliniğinde çalışamayacak!” Uygulama konusunda da 6 aylık bir süre tanındı! (Hastahane ve çalışma koşullarından dolayı istifa eden doktorlar konusuna hiç değinmiyorum! Çünkü bizatihi hastaların kendileri de hastanelerdeki düzensizliklerden şikâyetçidirler ve bugüne kadar “memnunum” diyeni görülmedi!)
KÖKÜ NE? Bir zamanlar Ercan Hava Alanının açılışına katılan Koordinatörümüz Bülent Feyzioğlu kamu görevlileri sayımızın 3 bin falan olduğunu öğrendiğinde “çoktur” dediydi. Çaresini de “erken emekliye sevkedin” nasihatıyla bildirdiydi. Sonrası çabuk geldi. Otuz yaşında gencecik memurlar, ehil müdürler falan erkenden emekliye ayrıldılardı! Tabi hepsinin de özelde hatta yine devlet kademelerinde “ikinci İşleri” hazırdı! Kırılma öyle başladı! Üstelik devletin kuruluş yıllarında bürokrasiyi oluşturacak tecrübeli devlet memurları da emekli oluverince ve yerlerine partizanca atamalar başlayınca, bu kez “Kamu Görevlileri düzensizliği sorunu başladı!”
DOKTORLARIN SUÇU NE: Kamu görevlisi olup da “ikinci bir iş” yapmayan mı var? Bizzat tarım kesiminde çalışanlar bu durumdan şikâyetçi değiller mi? Emekliye çıktıktan sonra özel sektör yanında yok mu çalışanlar? Öğretmenlerin verdikleri özel dersler ikinci işleri değil mi?
KISACA. Öteden beri yazıyoruz. Doktoru hastanede tutmak isterseniz hakçasına maaşını verecek, nazını da çekeceksiniz çünkü mecbursunuz. Ha bu mecburiyet kalktıkta zaten doktor kendi kendini hizaya sokar…